- 1070 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BAŞIN SAĞOLSUN
1.
Alınan her soluğun hesabı tutulurmuş göklerde. İnsanız…Soluk soluğa koşup mesafeleri, yolu tamamlamaktır işimiz. Dünya konukluk evi derdi dedem…O da bir çok atalarım gibi konukluğu tamamladı ve ebedi yurduna göçtü. Taze bir yaradır bende …
Kolay değil ölümü kabullenmek…Ölüm hep başkalarının gerçeği…
Hayatın tüm parıltısı , şaşası göz boyamadır .Kaçabilmeye ölüm fikrinden…Hayat tablosunu elbirliğiyle boyayan, maharetli ressamlarız.Galiba bir yalana çok muhtacız.Çok çaresiziz.Ölüm paslı bir kılıç gibi kalbimizin tam ortasından kesiyor yanılsayışımızı…Ok her daim hedefini vuruyor.Ok her daim hedefinden fazlasını kanatıyor…
Dedemin kanserin son evresinde olduğu haberini Akhisar’ın en işlek caddesinde , bankamatik kuyruğunda aldım.Haberi veren “mukadderat” diyordu. Dedem..Muhacir Mustafa…İnşaatlarda çalışıp eve ekmek getiren adam…Her iş dönüşü yolunu bekleyen küçük kız çocuğunu kucaklayıp avluda koşturan, şakalar yapan adam. Dedem , yoksulluk…Gülen , gözleri gülen sakin adam…Yoksulluğun içinde zenginlik…Dedem benim işte…
Göklerin çatırtadığını duyan oldu mu benimle bir? O an sandım ki arz patlamak üzeredir…Gökten kuş ölüleri yağdı başıma başıma…Gözlerime gözlerime vurdu yağmurlar…Bir şey diyemedim..Hiçbir şey…Boğazımı bir yumru tıkadı. O işlek caddede, her zaman neşeli adımlarıma şahit olmuş parke taşlarına tırnaklarımı geçirip sustum . Kanatarak caddeyi…
Aslında uzun zamandır şikayetlerini dinlemekteydik.Bir kaç tahlil…Biraz ihmal…Birçok kusur…
Tedavi süreci sancılıydı. Bilinen yöntemlerin hastaya uygun olmadığı belirtilip taburcu edildiğinde iki aylık bir ömür biçilmişti kendisine, kanserin seyrine bakıp.
Dedem alternatif tedaviler, özenli bir bakım ve tabiî ki Allah’ın inayeti ile yedi ay yaşadı.
Yemek yiyemediğinde kaşık ile boğazına çorba akıttığımı , o da işe yaramayınca damlalıkla içirmeye çalıştığımı hatırlıyorum.Hayatımı onu yaşatmaya adamıştım.Birincil görevim hatta misyonum bu idi artık…
O süreçte her gün ölümü tadarak yaşadım.Kan tadı boğazımda.
Ve bir Çarşamba…13 ekim 2010…
Her zamanki yatağına uzanmış , kıpırtısız yatar ve bedeni hızla soğurken , avuçlarımda sıcaklığını koruyan elini öptüm …Korkma dedim.
Artık ölüm benim gerçeğimdi.
2.
Hayatın gökdelenleriyiz.Yanımız yöremiz mütevazi, yıkık dökük evceğizlerle dolu.Kiminin çatısı akmakta …Şehrin son bahçelerini süsleyen kasımpatı , leylak ve gül kokularıyla tanırım onları. Ne kadar yoksullaşıyoruz birer birer çöktükçe o evlerin damları. O evler yere serildikçe titriyoruz temellerimizden. Ne kadar sağlam dursak da kibrimizle bu fay kırığından nasibimizi alıyoruz biz de. Bir kaç cam patlıyor, sıvamız dökülüyor, bedenimiz acıyor.
Ölüm …Sevileni kaybetmek…Kabulleniş zor. Bir acı çörekleniyor içine teselliden nasipsiz.
Acı dibe çöker sonra…Suyun yüzeyi sakindir artık. Dibi girdaplarla çalkansa da…
Teslimiyet son eylemdir.
Sevgili ölünün gözlerini kapatan aslında kendi ölümüne ve gerçeğe göz yummak ister gibidir.
Ölüm başkalarının gerçeği…
3.
Ölüm girift ve çok katmanlı bir kavram.
Şairler çokça söz düşürür ölümden. Ayrılığa istiare olur çoğu kez dizelerde…
Eğer hayata benim gibi ceylan gözleri ile bakıyorsanız
zaten tanışıksınızdır ölümle…Her kırgınlık , her darbe, her ihanet ölüm maskesi giymiş çıkar
karşınıza…Sınırlarda yaşamaktır ölüme teşne olmak…Ölüme teşnedir, evet kristal kalpler…
sonra da mısralar dökülür kaleminizden:
………….
çok da zor değildir ölmek
ki
bir kereliktir acıtması
ey sevgili
yokluğunun çarmıhında
can verdiğim/ tekrar doğduğum / tekrar can verdiğim
saatlerin, dakikaların, saniyelerin hesabını
kim verecek?
Çok sevmek/
Çok ölmektir.
glccbrn