- 3123 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ŞAİR EN ÇOK "İNSANIN TÜRKÜSÜNÜ SÖYLÜYOR" 1
"Peribacaları"nı "Şiirbacaları"na çevirmek için, Şiiri Özlüyorum Dergisini bir kasabada dört yıldır yayımlamak cesaretini, özverisini gösteren Fuat Çiftçi; "Şair Ne Biliyor?" sormacasına benden de yazı isteyince, aklıma Behçet Necatigil’in söyledikleri geldi:"Anket sorusuna verilecek cevaplar bir şaşırtma da olabilir pekâlâ! Çünkü biz sanatta gene de doğal oluruz da anketlerde okuyucu karşısına teori makyajlarıyla çıkarız. Güzel görünelim, beğensinler bizi! Fakat beri yanda, bizde var mı yok mu kendimize yakıştırdıklarımız, bunu düşünmeyiz. Anket cevaplarında kendimize olmadık değerler ekler; ya günün elüstü eğilimlerinden yana olur, taraf tutar, ya da ters şeyler söyleyerek inadına meydan okur, kendimizi kendimiz asarız. (....) Ben bu tür anketlerden elden geldiğince kaçındım, ama bakarsınız, şimdi tutar, cevap veririm. Ölçe biçe, nedir geçerli, ona uygun laflar ederim. Ya da şaşmam bildiğimden, dikine gider, potlar kırarım. Eh, ne yapalım, biraz da sıkıntıdır sanat."2
Behçet Hoca’nın şiiri ve yaşamıyla örtüşen sözleri. Ne denli içten ve yalansız. Otuz yıllık şiir geçmişimin anıları içinden paylaşmak istediklerim kuramsal şeylerden çok yaşanmışlıklar belki de; deneyimler, hayal kırıklığı. Yazıma başlık yaptım Aragon’un sözlerini:"İnsanın ve silahlarının türküsünü söylüyorum, dilimi başka bir şey için dövmedim, çoktan beri, bu şarkı söyleyen aracı başka bir şey için hazırlamadım... İnsanın ve silahlarının türküsünü söylüyorum, her zamankinden daha çok şimdi tam zamanı."1
"Ozan ve Gölgesi"nde "Mutluluğuyla kendisi, kendisiyle mutsuzluğu arasına hep başkalarının mutsuzluğunu oturtan ben’i biz, biz’i ben yapan; sevgi ve sorumluluk gibi iki yüce erdemin onurlu şairi P.Eluard’ın şu sözleri yıllardır elimi tutuyor "demiş Özdemir İnce. Sadece benim mi? Sadece benim değil, şiirin gücüne inanan bütün insanların: "Ozanlar her zaman haklıdırlar. Baudelaire’in yüz karalarına karşın, haklıdır ozan Baudelaire. Verlaine’in güçsüzlüklerine karşın, ozan Verlaine haklıdır. Ozanlar her zaman gerçeği söylerler, yoksa ozanlıktan vazgeçerler. Şiir yalnızca güzel değildir, güzeldir çünkü gerçektir. Ozanlar sonsuzca haklıdırlar. İnsanın insanı, dar kafalı kerestenin ozanı, cellatın kurbanı ezdiği iğrenç bataklıktan, geçmişin ve geleceğin yığınlarıyla birlikte yükselerek doğmaktır söz konusu olan. Başyapıtı, başkalarının yaşamından çıkarmak gerekir."3
Gerçek şiir/gerçek durum şiiri üzerine yazdıklarında şunları söylüyor Eluard: ".... Çünkü iki tür şiir yoktur ve lirik, epik, koçaklama, öğretici, dramatik, dizemli, özgür ya da hafif gibi onu tanımlamak için boynuna takılan bütün sıfatlar, kastedilen şeyin şiir sözcüğü, yani türkü sözcüğü olduğunu engellemekten başka bir işe yaramazlar. Şiir, türkü söyleyen dildir. İster üstünkörü bir eğitim görmüş, ister bilgin kişiler olsunlar, oturduğumuz kentin sokaklarında karşımıza çıkan on kişiye, ozanın ne anlama geldiği sorulsaydı, şöyle yanıtlarlardı bu soruyu: ’Ozan dizeler söyleyen kimsedir.’ Böyle bir şey denemedim, ama eminim bundan. Örneğin Yunanistan’da, okuma yazma bilmeyen insanlarla "ozan" diye tanıştırıldığım zaman, hepsi, ’Ya, evet, bir şarkıcı!’ diye yanıtlıyorlardı. Çünkü en eski zamanlardan bu yana şiir şarkı söyleyen dildir; ve bunun hiçbir zaman değişmeyeceğini düşünüyorum. Aragon, Elsa’nın Gözleri adlı yapıtına yazdığı önsözde şöyle der: Canımı alabilirler, ama türkümü susturamazlar. Şarkı söyleyen dil, umutsuzluğa düştüğünde bile umutla yüklü bir dil! Çünkü her zaman derin zekânın, sezgiye, duyarlığa, yaşama gereksinimine, yaşam sevgisine, gerçeğe dayalı usun taşıyıcısıdır. (....)
Başka ozanlar bize daha sakin, daha güçlü bir yüz sunarlar; biraz aziz gibi görünürler; bir maskeleri vardır, erdemin maskesidir bu; Homeros’tur, Shakespeara’dir, Dante’dir ya da Goethe’dir bunların adları. Egemenlik sürdüler ve sesleri, alanlarda şarkı söyleyen halk ozanlarının, anonim ve korkusuz ozanların sesi kadar nesnel olsun istediler. Homeros, Shakespeare, Dante ya da Goethe ve hatta çoğu zaman Hugo, ’ben’ dedikleri zaman, çağlarının insanları için söylediler bunu. Çağlarının bilincidir onlar, tarihin büyük duruşmasında ister lehte, ister aleyhte olsun, yansız olarak tanıklık ederler, geçmişin hem temeli, hem de dayanıksızlığıdırlar."4
Bu yazı biraz turnalara, turaçlara, türkülere karışsın istedim. Çünkü Avanos denince aklıma hep çanak-çömlek ustaları gelir; yörük kilimleri, Avanoslu Selahattin, ama ille de Damsalı Refik. "Şen olasın Ürgüp dumanın gitmez" ağıdının Refik Başaran’ı. Güzel Atlar Ülkesi’nden "Ne ağladım ne güldüm / Ben bu yâre düşeli" diyerek ’Dam Başında Sarı Çiçek’i çığıran o güzel insan. On iki yaşında saz çalmaya başlayan, "Hayalde gör düşte gör / Nenni de Feridem nenni" nin uzak, kırgın yalnızlığında; 1947’de Ayaş’ın Anayurt köyünde, kırk yaşının eşiğinde, yaşama trajik bir biçimde veda eden büyük halk ozanı. Ne demişti Karac’oğlan: "Kimse bilmez, nerde kalır ölümüz."
Folklor araştırmacısı Avni Özbenli, birkaç cümle içinde Refik Başaran’ı şöyle anlatıyor: " Kara kuru yurttaş... Kendisini 1910’lu yıllarda, önce Ankara Radyosu’nda, sonra M.Sarısözen’in arşivinde, daha sonra da Columbia plak şirketi yapımcısı Mösyö Jack’ın yanında gördüm. Rahmetli, plaklarındaki yerel şive ile konuşurdu. Yani söylerken nasılsa, konuşurken de öyle. Columbia şirketine çok kazandırmış. Gözü tokmuş. Onun için Başaran’a zaman zaman ilave ücretler verdiğini, Mösyö Jack’tan dinledim."
Sanatçının insani yönünü vurgulayan küçük bir anekdot: "Merhum, bir yaz günü at üzerinde dalgın dalgın kasabaya giderken; bir ara bakmış ki, sağ ayağında ayakkabı yok. Bunu fark eder etmez hemen öteki ayakkabıyı da yola kendisi atarak şöyle demiş:Şimdi fukaranın biri tek ayakkabıyı bulacak ama giyemeyecek, bari eşini de atayım ki bulan insan sevinsin..."5
"Şair Ne Biliyor?"u kendime her sorduğumda aklıma takılan şu oldu: Şairin yaşamında yapıp-ettikleri. Eylemleri. Yine Eluard’ın sözleri ışık tutuyor bize: "Ozanın yalan söylememesi koşuluyla şiirsel dehadan (biz buna bilgiyi de katabiliriz, İ.B.) söz edebileceğimizi biliyoruz. Ve günümüzde yalan söylememek; çalışmak, bir şey yapmak, bir iş görmek demektir.Şiir bir eylem olanağı, ilerleme olanağı olmalıdır, çünkü şiir bütün pencerelerde, bütün ufuklarda şarkı söyler, yalana karşı gerçekliğin ve örnekliğin şarkısını söyler."6 Yıllardır dergilerde yazan şair/yazar/eleştirmen belli imzalar var. Sürekli insanlık dersi verip, başkalarını eleştiriyorlar. Özveriden, emekten, erdemden, onurdan, dostluktan ve başka önemli değerlerden söz açıyorlar. Bıkıp usanmadan. Ne ki yaşamın gerçekliğinde yazdıklarıyla yaptıklarının örtüşmediğini görüyoruz. Vefadan, kadirbilir olmaktan, incelikten öylesine uzaklar ki. ’Keşke hiç karşılaşmasaydık’ diyorsunuz. Keşke yazılarında kalsalardı, uzak; imgelemimizde...
Bu arkadaşlarla çeşitli etkinliklerde, başka kentlerde, fuarlarda rastlaşıp tanışıyorsunuz. (Bazılarını zaten yıllardır tanıyorsunuz; yüzyüze-mektup-telefon.) Bir Anadolu gezisinde rasgele selamlaştığınız bir köylü, size hemeninden çay-kahve ısmarlayabilir; hatta (ve hâlâ) sofrasına da konuk çağırabilir. Ama bu edebiyat dostlarının size bir çay bile ısmarlamadığını gördüğünüzde; sizi unufak eden hayal kırıklığını, düşünmenizi isterim. Bazılarının tanıdığı halde, görmezden geldiğini. Uzak durduğunu. Vefa’nın İstanbul’da artık yalnızca bir semt adı olarak kaldığını. Ayakkabısının tekini, dalgınca düşüren Refik Başaran’ın "bulan insan sevinsin" diye; diğerini de attığını, düşünmenizi isterim. Şairin bildiği bu olabilir mi(ydi)?
Günümüzde şairliğin kimilerince sürekli ’meyhane birlikteliği’ gibi algılandığını; dahası şiirin neredeyse bir ’rakı muhabbeti’ne indirgendiğini görüyoruz. Oysa yine Eluard’ın sözleri geliyor aklıma: "Beni coşturan bir sözcük var. Duyduğum zaman şiddetli bir titreme, büyük bir umut, en büyük umudu, insanları ezen yıkım ve ölüm güçlerini bozguna uğratan umudu iliklerime kadar hissettiğim bir sözcük:Dayanışma sözcüğü."7 Biz bunun yanına daha bizden, daha Anadolu kokan imece sözcüğünü de bitiştirebiliriz. "Yakımlar"da bir "Kasabalı Lorca" umudu. Esmer bir iyilik. Akşam serinliği. Erken ölümlerin hüznü. Abdülkadir Bulut’tan üç dize: "Arkadaş adreslerinde eskiden / İncecik ve güzel şeyler vardı / Gençliğimize ve geleceğimize dair" Şair ne biliyor ki?
Ve Behçet Necatigil’in şu sözünü de yürekbaşımda tutuyorum her zaman: "Şairin ruhu, şiirdeki ruhuna paralel değilse, hayatı şiirlerini doğrulamıyorsa, kelimelerden doğacak şiir bir oyun, bir hüner olarak kalır. Şiirin sadece bir hüner olduğunu sanmıyorum."8
Şair ne biliyor? Belki de hiçbir şey. Olsun. Fransız şairi Benjamin Peret’den çok eski bir çığlığı hiç unutmuyorum ya, öylesine bağışlayıcı:
"Sizler kardeşlerimsiniz benim, çünkü düşmanlarım var."9
_____________________________________________________
1 Ozan ve Gölgesi, Paul Eluard, Çeviren: Özdemir İnce
Aragon, Elsa’nın Gözleri’nin önsözünden (s.53)
Adam Yayıncılık, Şubat 1984
2 Bile/Yazdı, Behçet Necatigil, (s.60-61)
YKY, Aralık 1997
3 Ozan ve Gölgesi, (s.7)
4 Ozan ve Gölgesi, (s. 40-41-42)
5 Ürgüplü Refik Başaran, Bayram Bilge Tokel, www.kalan.com
6 Ozan ve Gölgesi, (s. 46)
7 Ozan ve Gölgesi, (s. 63)
8 Bile/Yazdı, Behçet Necatigil, (s. 44)
9 Ozan ve Gölgesi, (s. 64)
YORUMLAR
"Şairin ruhu, şiirdeki ruhuna paralel değilse, hayatı şiirlerini doğrulamıyorsa, kelimelerden doğacak şiir bir oyun, bir hüner olarak kalır. Şiirin sadece bir hüner olduğunu sanmıyorum."
şiirin sözcüklerle yazıldığı savına da sıcak olmama rağmen bu ifadeler tamamen düşüncelerimi yansıtıyor...
aydınlatıcı bir yazı ve her zaman ihtiyacımız var bu tarz yazılara...
teşekkürler sayın İlhan Büyükcebeci...