İÇİM ACIYOR
İçim acıyor. Bir cümle oturmuş ham bir yemek gibi içime… Yüreğim kanıyor. Bir mahzunluk çökmüş yüreğime… Yemek size dokunur da hüzün dokunmaz mı? Acı bir tat dudağınızda iz bırakır da acı bir olay sizlerde iz bırakmaz mı? Gözlerinize toz kaçtığında canınız yanar da yüreğinizdekileri toz sararsa yüreğiniz acımaz mı?
Okuyorum, okudukça coşa geliyorum. Yazıyorum, yazdıkça huruşa geliyorum. Gönül deryası anaforlarda hep, durgun bir kenar ararda bulamaz asla! Gönül sandalım med cezirlerde demir atmaya imkân bulamaz. Kalp okyanus ne acayip ki dev dalgalardan fırsat olup bir göl gibi oturmaz. Dere olmak okyanus olmaktan daha kolay, çeker seni okyanus; derinliğine, genişliğine, maviliğine, yaşamak hakkını vermez.
Savaşta sağ kolunu kaybeden Hz. Amir (r.a) ’in, Hz. Ömer(r.a.) ’in huzuruna getirilen sofradan bütün ısrarlara rağmen uzak durması, Hz Ömer(r.a) ’in: ’Sağ elin olmadığı için, sol elin ile yemek zorunda kalacaksın, bu yüzden sofradan uzak duruyorsun. Şunu iyi bil ki; içimizde (senden başka) , bir uzvu kendisinden önce cennete girmiş kimse yoktur. Senin oturmadığın sofraya oturmak, bizim için çok acı olur, oturduğun sofraya oturmak ise, şereflerin en yücesidir.’ buyurması ve devam ederek: “Ey Rabbim! Biz senin yolunda bir organımızı feda edemedik, ama feda eden bir kardeşimizle aynı sofrada oturduk, onun hürmetine bizi affeyle!” diye dua etmesi ne büyük incelik ve nezakettir… Bunu düşünüyorum kaç gündür kaç yıldır kaç yüzyıldır gibi… Bu ne büyük bir adanış ve bu ne büyük bir ödül! Bu ne büyük bir davranış ve bu asil bir yakarış, şaşarım halime…
Allah uğruna bir kol feda edilirken dün, bugün nutuklarla her şeyi feda ediyoruz. Oysa bir kolun getirisi hak yolunda sarf edilen milyonlarca sözden daha mukaddestir. Canı cananı her şeyi hülasa hak uğruna feda edebilecek ve uğurda terki can eyleyebilecek zat var mı ola bugün? Yolcu olamayana yazık, unutulmasın ki bu dünyada verilen her azık haktandır.
Biz hiçbir şeyimizi feda edemeyiz diye düşünüyor ve ona yanıyorum. Ne arabamızı, ne evimizi, ne üstümüzü, ne malımızı, ne mülkümüzü… Cana sıra gelmedi henüz; ne elimizi ne kolumuzu, ne ayağımızı, ne parmağımızı… Can ne ki! Bir fanusa üfürülmüş havadır. Onu dahi kuşatan semaya salamıyoruz. Bugün gözyaşlarımızı dahi kutsal değerlerimizin uğruna akıtamıyoruz, dualarımızı bile terennüm edemiyoruz. Duygular iflas etmiş, ruhlar kabz olmuş cesedin içinde… Can fedadır diyemiyoruz.
İçim ağlıyor. Hüznüm boğuyor beni… Gözyaşlarım kalp sahillerime baskın veriyor ve şunu yazıyor kumların üzerine: “Uyan ve rabbine dön, o ki bütün dönüşler onadır. Hesap gününde -mahkemeyi kübrada- hiç değilse rabbine karşı yüzün olsun ey çaresiz ve aciz insan!” diye… Olduğum yerde yıkılıyorum, ruhum yıkanıyor boydan boya… Kevserle susuzluğumu gideriyorum kana kana… Ruhum seyyarelerde dolanıyor habire… Tenden kim usanası…
Necip Fazıl gibi haykırıyorum âleme, Davut gibi salıyorum avazemi gök kubbeye…“Eyvah, eyvah, Sakarya’m, sana mı düştü bu yük? / Bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük!” Bu dava bu tene yük, bu dava bu ten coğrafyasına yük, bu dava ahretin kefaretidir oysa. Çekmeye muktedire olur mu yük, hediyedir esasen çok büyük!
Uzvu kendinden önce cennete giden Amir’ e selam olsun. Davasını nefsinde samimi bir şekilde yaşayana kelam olsun.“O gün Boğaz tabyaları arasında en çok iş gören ve en çok hasara uğrayan Rumeli Mecidiyesi Bataryası oldu. Sabahtan beri muharebenin en şiddetli anlarında dahi iki sahil arasında gidip gelmekten çekinmemiş olan Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Paşa, tabyanın feci durumunu haber aldığı zaman yine motora atlayıp Çimenlik İskelesi’nden karşı sahile hareket etti. Cephaneliği berhava olan tabyanın durumu hazindi. İstihkâm yıkıntıları arasında dolaşmakta olduğu sırada bir ağacın altına uzanmış olan bir askerin hali dikkatini çekti ve yanına gidip “ Ne var evlat ?” diye sordu. Nefer hemen yerinden fırlayıp esas duruş vaziyeti aldı. Çünkü sesi tanımıştı. Ama gözleri başka tarafa bakıyordu. “ Gözlerine bir şey mi oldu oğlum?” O zaman nefer tok sesiyle “ Üzülmeyin efendim” diye cevap verdi. “ Benim gözlerim göreceğini gördü” ( Evet düşman gemilerine tam isabet kaydedilmiş ve “Ocean” destroyeri hareket edemez hale getirilmişti.)
Gözlerimiz göreceğini görmeli hak yolunda, dudaklarımız hak yolunun tozunu dahi öpebilmeli, kulaklarımız hak yolunun seslerini melodi misali hissedebilmeli, tenimiz yeri geldi mi tel tek dökülebilmeli uğruna, kemiklerimiz kırılabilmeli lüzum olursa… Kollarımız kopabilmeli, parmaklarımız çıkabilmeli… Nihayetinde can feda edilecekse hiç düşünmeden Azrail davet edilebilmelidir. İşte vatan o zaman vatandır, işte din o zaman dindir. Dava o zaman davadır. Yoksa bu âlemde er kişinin kavgası kuru kavga değildir.
İçim acıyor bugün. Ölen birileri var yine… Vatan sağ olsun diyor bir dudak. Şehittir diyor bir yürek. Cennettedir diye düşünüyor geride bıraktıkları… Teselli bu işte, ödül… Hep bizden uzak birileri gibi mi duracak göz, kulak, kol, bacak ve CAN?
Emanet değil mi ruha kafes olan iskelet! Yaşarken çürüdü çürüyecek… Haydi, şimdi denirse size kaç kişi can verecek? Hak yoluna, vatan, millet uğruna kaç can gidecek gözü kapalı bir şekilde…
Bir âlemi küçücük bir göz bebeğine sığdıran güce bakıp da utanmaz bütün bir âlemi cebine sığdırmaya çalışan…
Utanmaz mı Allah’tan, hak yoluna kolunu yitirenden daha fazla kaşık sallayan çorbaya…
Utanmaz mı Allah’tan, millet uğruna gözlerini feda edenden daha fazla bakan semaya…
İçim yanıyor.
Sözüm kanıyor.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.