- 622 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Rüzgar Kesildiğinde
Ateş yakmak o kadar iyi bir fikir değildi ama kar serpiştirmeye başlayınca da yapacak başka bir şey kalmıyordu. Sırtlarını kayalığa vermişlerdi. Bu rüzgarı büyük ölçüde kesiyor, ateşin sönmesini engelliyordu. Gün içinde yakalayabildiklerinden bir bölümünü ikiye ayırdı. Kendi payına düşenleri ateşe sürdü. Kalanını ise Tug’un önüne attı. Kır kurdu sesini çıkarmadan yemeğe başladı.
Rüzgar kesiliyordu. Buna rağmen kar her türlü sesi bastırıyordu. Bu yüzden de Tug yemeği kesip kulaklarını diktiğinde az ileride bir karaltı belirmişti bile. Yaklaşanın sesini elf de duymuştu. Yayı bir anda elinde belirmiş, ilk oku için gerilmişti bile. Tug’un yerinden fırlamaması iyiye işaretti. Karaltı, Ölü Olmayanlardan birine ait olsaydı kurdu kimse tutamazdı. Gölge sarsak bir şekilde yaklaştı. Yüzü belli değildi ama elf yine de yayını indirdi. Gelen iki yandan ördüğü uzun, kırmızı sakalıyla bir cüceydi.
“Ateşi gördüm ama elfin kokusunu almadım” diye söze girdi cüce. Sırtındaki yükünü bir kenara bıraktı. Hareket ettikçe at kuyruğu yaptığı, beline kadar inen saçları oynuyordu. Ellerini oğuşturarak ateşe yaklaştı.
“Alsam da farketmezdi. Bu havada kimse ateşe hayır demez, hele de üzerinde pişen et varsa.”
Sonra sessizlik içinde kendisini süzen elfe baktı:
“Biraz az değil mi ikimiz için? Yoksa sen yemeyecek misin?”
Elf kıpırdamadı.
“Hadi, hadi, daha vardır sende. Bir kurtla dolaşıyorsun, elinde yayın var, belli ki avcısın. Avcı bir elf de kış ortasında bile aç kalmaz. Çıkının şuradaki mi?”
Elf, heybesine doğru hamle yapan cüceyi bir el hareketiyle durdurdu. Sonra kendisi uzanıp heybeden bir parça daha et çıkardı. Cüce tatmin olmuş gözükmüyordu:
“Bu kadar mı? Bütün gün ne yaptın ormanda? Hadi, cimri olma, elini bir daha sok.”
Elf tekrardan uzandı, bir üçüncü parça çıkardı.
“Şimdi oldu. Bu havada sırtımız pek olamayacağına göre en azından karnımız tok olmalı.”
Cüce etleri elfin elinden alıp ateşe koydu.
“Mımm, biraz baharatımız olsa bu gümüşgerdanlar çok lezzetli olabilirdi ama ne yapalım; eldekiyle yetineceğiz.”
İlk pişen porsiyonu cüce pek de eşit olmayan iki parçaya böldü.
“Öyle bakma, sen benden önce yemişsindir. Bilmez miyim ben elfleri? Az üçkağıtçı değillerdir.”
Elf yine sesini çıkarmadı. Yemeğe koyulmuştu ki karşısındakinin yemediğini farketti. Kafasını kaldırdığında cücenin kendisine soru sorar şekilde baktığını gördü.
“Kabalık etmek istemem ama kuru kuruya mı yiyeceğiz?”
Elf olumsuz anlamda kafasını salladı.
“Anlaşılan yanında içki yok.”
Cüce gülümsedi:
“İşte bu yüzden bir cücenin yanında olmak şans getirir derler çünkü biz asla boş heybeyle yola çıkmayız.”
Dönüp kendi yükü arasından bir tulum çıkardı.
“Northrend’in bağlarından değil ama bahse girerim bu kayalıklarda da bundan iyisini bulamazsın.”
Elf istemem tarzında bir el işareti yaptı.
“Canın isterse elf efendi. Uzatılan içkiyi reddetmek büyük kabalıktır, unutma. Ama bu seferlik, şu şarabın hatırına yaptığını görmezden geliyorum.”
Cücenin keyfi iyice yerine gelmişti.
“Daha kendimi tanıtmadım, değil mi? Gelir gelmez söylemeliydim ama ateş, et, şarap derken aklımdan uçtu, gitti. Bu da benim ayıbım olsun. Evet, elf efendi. Bana Clodhopper derler. Büyük şövalye Adhemar’ın soyundanım. Ironforge’da beni iyi bilirler. Senin adın nedir?”
Elf ilkin cevap vermedi. Bebeklerinden yoksun gözleri ateşin yarattığı gölgelerin içinde parlıyordu. Bir süre cüceyi süzdü. Sonra:
“Rochir” dedi.
“Rochir mi? Bu ne biçim isim böyle? Siz elflerin de garip adları oluyor. Eşin, yavuklun sana Rochir’ciğim mi diyor?”
Elfin yüz hatları gerilmeye başlamıştı.
“Tamam, tamam, hemen kızma öyle. Rochir’sen Rochir’sindir. Üzerime vazife değil. Şarap istemediğine eminsin, değil mi?”
Elfin yanıtı yine olumsuzdu. Dikkatini cücenin biraz önce şarabı çıkarttığı yüklerine vermişti. Cüce bunu farketmekte gecikmedi.
“Çift başlı baltaya bakıyorsun, ha? Güzel değil mi? Böylesi siz, elflerin elinden bile çıkmaz. Bir vuruşta alıyorsun Ölü Olmayanların başlarını. Daha yeni iki tanesini kestim. “
Ölü Olmayanların adını duyunca elf bir anda gerildi.
“Merak etme” diye onu yatıştırmaya çalıştı cüce. “Karşıdaki tepelerde dolaşan iki şaşkındı. Şimdi başsız, kar altında uzanıyorlardır.”
“Ne zaman rastladın onlara?”
“Oo, Ölü Olmayanların adını duyunca bizim Rochir’in dili çözüldü. Bir kaç saat oluyor işte. Tepelerde ne arıyorlardı, anlamadım. Genelde bir başlarına buralara kadar gelmezler. Bu yürüyen cesetlerin de işine akıl sır ermiyor.”
Elf bir anda ayağa fırladı. Sol elinde yayı belirivermişti.
“Ne oluyor, bu ne panik?” diye sordu cüce.
“Onlar daha kalabalık bir grubun öncüleriydi. Diğerleri kesin seni takip etmişlerdir. Seni sersem cüce.”
“Kabalık etmene gerek...”
Clodhopper sözünü Tug’un hırlaması kesti. Yağan karın sessizliğini bir tek kurtun hırlaması bozmuyordu. Ağaçların arasından önce hışırtılar, sonra homurtular geldi. Rochir yayını gererken cücenin “Kahretsin” dediğini duydu.
YORUMLAR
Ne güzel bir öykü, baştan sona ilgi ve merakla okudum. Adeta cüce karşıma dikildi..onu görebildim...
Tebrikler yazının devamını bekliyorum, sevgilerimle...
İlhan Kemal
Tüm sakarlığına rağmen benim de cüceye karşı bir sempatim var. Yiyip içmesini bilen adam sevilmez mi? Sevgilerimle.
İlhan Kemal
asran
Nazar değmesin dursun varsın. :) Fantastik öyküler ve filmlere karşı koyamadığım ilgimden belki elf de cüce de okurken oldukça görünürdü benim için :)