- 784 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Biraz Aşk Biraz Şiir
Biraz Aşk Biraz Şiir
Göz yaşlarım birikseydi eğer bir yürek içinde, çoktan batmıştı ağırlığını taşıyamayıp suyun dibine...
Bizi ağlatan, hüzünden hüzne sokan, kırılgan bir gülümsemeyi kahkahalara dönüştüren, intikam kurgularımızı oluşturan, uğrunda zamanımızın geri kalan kısmını yok ettirmek isteyen tarifsiz , yaşlı, üç harfli bir kavram : aşk...
Leyla, Mecnun, Ferhat, Şirin, Aslı, Kerem ve bizler. Yeryüzündeki bu kavrama ait oyuncular.
Leyla’lar, Şirin’ler, Aslı’lar,
giyotindiler aslında,
aşkın hüzünle örülmüş ipinde,
ölmeyi bekleyen..
Yazının icadı belki de aşka adaktır. Ve belki de yazılmış cümlelerin çoğu aşka kurban verilmiştir. Aşklarımıza...
Daha gizemi açılmamış ve açılamayacak bu tılsımlı kelime, onca öykünün, şiirin,romanın, kitabelerin konuğu olmuştur.. Peki neden?
Sanırım tarifsiz olmasındaki sır da bu nedenlere hala cevap bulunamayışındandır.
Hepimizin iyi ya da kotu bir aşk kimliği vardır. Kendimize ait, yaşadıklarımızın izini taşıyan kimlikler. Kimi aşkı tek tanrılı dinlere inananlar gibi kabul eder.
Aşk onlar için kendi yüreklerine sadece bir kez uğrayacak ya da uğramıştır. Aşkın tüm kutsallığını bir insan etrafında toplarlar sadece. Kimileri de aşkın anaç olduğuna inanır. Onlar içinde aşk doğurgan bereketli bir anadır. Biten bir aşkı kendi ayin yöntemleriyle gömerler yaşamlarına ve rüzgarın kendilerine yeni bir aşk getirmesini beklerler ya da rüzgara doğru koşarlar.
Sen buğulu bir aşksın,
biraz da ıslak,
yağmurdaki sessizlik gibi,
ilk defa sen titrettin yüreğimi,
biraz da ıslak,
su gibi...
Bazı ilk çağ filozoflarının karşıtlık teoreminde belirttiği gibi aydınlık varsa karanlık da vardır. Siyah varsa beyaz da vardır, doğru varsa eğri de vardır ,iyi varsa kötü de vardır düşüncesinden ilham alarak ben de aşk varsa hüzün de vardır demek istiyorum.
Çünkü aşkı yaratan insan kusursuzu arar,yarattığı aşk aslında onun yaşamının kendisidir. Aşkın ikna edici özelliği de işin içinde olunca kusursuzu ararken kusurları da kabullenmiş oluruz,ve böylece atalarımızın da dediği gibi ,’Aşkın gözü kör olur.’ Ve ne zaman ki aşkın gözü yavaş yavaş açılmaya başlar o zaman hüzünlerle tanıştırılırız yaşatılan her riyada!..
Bu kadar körlüğün içinde , aşka teslim bizler aşkın zehri olan hüznü süzünce içimize, gücümüz de tükenir yavaş yavaş.
Kendi yalnızlığımıza sokuluruz çaresiz. Ta ki yeni bir aşk usulca yanı başımıza gelip üstümüzü örtene dek...
Sen uyuyordun,
mışıl mışıldı gülümsemen
sen uyuyordun,
mışıl mışıldı rüyaların,
sen uyuyordun,
mışıl mışıldı
kirpiklerin,
sen uyuyordun
üstünü örttüm mışıl mışıl,
hüzünde kalmayasın,
üşütmeyesin diye,
mışıl mışıl...
Beklentilerimiz yaşamak istediklerimizdir. Ve yaşamak isterken beklentilerimizi topraktan yeni fışkıran bir çiçeğin duyduğu huzuru bulmak isteriz kendimizde.
İstediğimiz kedersiz, kedi uysallığında bir yaşamdır belki de. Aralara gülümsemeler, çocuk kahkahaları serpiştirilmiş uyumlu bir yaşam.
Yaşamın armonisi başka yaşamların armonileriyle kesişmediği zaman düşlerimizde itaatkar olmaktan çıkar, başka okyanusların yaşamlarına sarılır.
Başkalarına verilen kıymetler aynamızın ne kadar iyi sırlandığını gösterir. Paha biçilmez değerlere, davranışlara gösterilen umursamazlık da günden güne kemirir aşkımızı...
Sana verdiğim armağanları
içine göm diye vermedim,
yıldızlara baktığında
beni gör
diye verdim,
oysa ben çoktan defterimin
arasında kurutmuştum seni
hiç ölmeyesin diye.
Tamam şimdi konuşma!
Yürüyorum..
Senin olmadığın kırlardaki
yaşamlara...
Aşk yüreğimle benim iş birliğimden doğar,eğer kayan bir yıldıza dilek tutmuşsan aşk bulur seni, kumsalda yalnız yürüyen birine, otobüste yan koltuğunda oturan gizemli insana, yüreğini okşayan bir cümlenin sahibine sebepsizce koşabilir aşk. Aşk sahipsiz değildir. Ben de!...
Kumsal gibiydi adımları,
derinden gelen fırtınalar
saklıydı kendisinde,
deniz ve pırıltılı
yıldızlar da sadece onun için vardı o gece,
aradan kaç asır geçti anımsamıyorum,
ama hala unutmadım,
kumsal adımlı kızı...
Tüm sevişmeler şüphelidir belki de. Kimin ne kadar seviştiği hep saklıdır. Eğer sevişmeler için aşka tutsaksak o öykü hep mühürlü kalacaktır yazgımızda.
Geceydi ,
sevişmelerimize gizlendik,
yanan bir kaç mum da,
sadece nefeslerimizi
aydınlatıyordu.
Geceydi,
sevişmeleriz ağırlaştı,
yorgun anılarım
kamçıladıkça düşlerimi,
daha fazla kaçmak istiyordum
hem geceden,
hem de yanan birkaç mumdan.
Geceydi,
yasak elmayı yemiş olmanın verdiği,
mayhoş bir tat vardı bedenimde.
Geceydi,
ama ben yoktum...
Bırak öylece dursun yanı başımızda aşk, korkuluk misali tarlamıza girecek olan griliklerden korusun yalnız bizi.
Bırak uyusun yazgıda umut varsa, yazgıda mutluluk varsa yazgıda gülümsemeler varsa, öylece uyusun yanı başımızda.
Ne zaman ki ağlamaların diner yalnızlığın da , o zaman daha çok yaklaşırım elmacık kemiğine, ne zamanki diner ağlamaların bir yağmur ortasında, o zaman gökkuşağı olurum sende...
Ne zaman ki dinmez ağlamaların sende, o zaman da hiç unutmam seni, tıpkı ağlamaların dindiği zamanda unutmayacağım gibi...
Oktay Coşar