- 739 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TAŞ KESİLSİN
Bir varmış, bir yokmuş, Evvel zaman İçinde, kalbur saman içinde, ülkelerin birinde bir padişah ile üç oğlu yaşarmış. Padişahın oğullarının her üçü de evlenme çağına gelmiş, yakışıklı, yiğit delikanlılarmış.
Babaları onları gördükçe İçin için sevinir : " Günler nasıl da gelip geçiyor ? Göz açıp kapayıncaya kadar serpilip boy attılar. Eh artık evlenme çağlan da geldi galiba ? " diye düşünürmüş.
Günlerden bir gün, padişahın oğullarından babalarına bıçak saplı üç karpuz gelmiş. " Bıçak saplı üç karpuz ne ola ki ? " diye düşünmüşler, bir anlam verememişler. Koca koca, akıllı mı akıllı vezirler günlerce düşünmüş taşınmışlar. Çözümü güç bir soruymuş bu. Çocuklarına da sormak işine gelmemiş padişahın.
Nihayet yaşlı vezirlerden biri:
- Padişahım kanımca oğullarınız büyüyüp evlenecek çağa geldiklerini size açık açık diyememiş, bu yolla anlatmaya çalışmışlar.
Bu yanıt padişahın aklına yatmış. Diğer vezirleri de yaşlı veziri onaylamışlar.
Padişahın emriyle dört bir yana çığırtkanlar gönderilmiş. Bu sevinçli haber ülkenin dört bir yanına duyurulmus.
Ülkenin her bir yeri kısa bir zamanda bir çiçek bahçesine dönüşmüş. Nice umutlar filizlenmiş, nice gönüller pır pır edip, nice güzeller düşlerini padişahın yakışıklı oğullarıyla süsler olmuşlar, Çünkü bu ülkede değişik bir adet varmış. Padişahın oğullarıyla evlenecek kızlar dar bir çevreden değil, tüm ülke çapında yapılan elemelerle seçilirmiş. Böylece tespit edilen güzeller yeni bir seçimden geçmek üzere sarayın bahçesine toplanırlarmış.
Yine öyle yapılmış. Padişah sarayının bahçesi dünyanın en güzel, en zarif, en kültürlü kızları ile dolup taşmış. Bu güzellikler ve renkler cümbüşü içinde en güzelleri seçmek dünyanın en zor işiymiş. Ama bunun da bir kolayı bulunmuş tabi. Geçmişten beri yapılagelen ne ise o uygulanacakmış.
Nihayet beklenen zaman gelip çatmış. En önde padişah, ardında oğulları ve onların ardında da vezirler gelip balkondaki yerlerine oturmuşlar. Padişahın oğulları ellerinde birer mendil tutuyorlarmış. Adet üzere, büyükten küçüğe doğru sırası gelen elindeki mendili balkondan aşağıya doğru bırakacakmış. Mendil kimin omzuna konarsa ’Benim kısmetim bu" deyip, o güzelle evlenecekmiş.
İlk olarak büyük oğul ayağa kalkmış. Ortalıkta büyük bir heyecan fırtınası esmiş. Güzellerin gözleri umutla büyük oğulun elindeki mendile odaklanmış. Mendil uçmuş uçmuş, gelmiş güzeller güzeli bir kızın omzuna konmuş. Vezirlerden birinin kızıymış bu. Güzel kızı alkışlarla sarayın balkonuna almışlar.
Bahçedeki güzeller için İki umut daha varmış Padişahın ortanca oğlu da elindeki mendili bırakmış. O da güzeller güzeli kısmetini alıp balkona getirmiş. Artık son umut padişahın küçük oğlundaymış, Bütün güzeller , son şansın kendi yüzlerine gülmesi için dua ediyorlarmış. Nihayet o da yerinden kalkıp balkonun kenarına gelmiş, elindeki mendili aşağıya doğru bırakmış, O ara küçük bir rüzgar eserek mendili havalandırmış. Mendil bir kelebek gibi güzellerin üzerinden aşarak uçup, gitmiş. Adet bu ya mendil de bir kez atılırmış. Herkes bu olanlara şaşırıp kalmış. Umutla bekleşen güzeller ah çekip gözyaşı dökmüşler. Padişah da bu işe en az oğlu kadar üzülmüşse de çaresiz, oğlunu teselli etmiş.
Daha sonra padişahın aklına oğlunu mendilin peşine göndermek gelmiş. Amacı av köşküne doğru uçup giden mendilin peşinde giden oğ¬lunu birkaç gün saraydan uzak tutup, üzüntüsünden uzaklaştırmakmış.
Nitekim küçük oğul o üzüntü ve utançla mendilin peşine doğru koşup gitmiş.
Mendilin uçuşu bir garipmiş. Bu uçuş padişa¬hın küçük oğluna "Beni takip et. " der gibiymiş. Öylesine ki; padişahın küçük oğlu azıcık yavaşlarsa o da yavaşlıyor, dursa duruyor, koşsa hızını artırıyormuş. Aslında gariplikler sadece bununla kalmıyor, içinden bir ses habire : " Hadi Fırat koş, mendili takip et. Mendilin erişeceği yerde senin kısmetin var. Kısmetini mutlaka bulmalısın. " diye çınlayıp duruyormu., İşte Fırat içindeki bu sesin, yönlendirmesi ile mendilin peşinden koşup durmuş. Mendil uçmuş uçmuş nihayet ormandaki bir çukurun üzerine inmiş. Fırat, kan ter içinde gelip mendili almak için yere eğildiğinde bir de ne görsün. Mendilin altında çıkan bir kurbağa tatlı tatlı yüzüne bakmıyormuymuş, Acı acı gülmüş. Kendi kendine: " Kısmete bak, herkes gül gibi kızları aldı, bizim kısmetimize de küçük bir kurbağa düştü. " demiş,
Her şeye rağmen bu işte bir farklılık olduğunu hissediyormuş hissetmesine de, ne olduğunu bir türlü çözemiyormuş. Mendili yerden alarak özenle katlayıp cebine yerleştirmiş. Bu durumda geri dönmesi mümkün olmadığından av köşküne doğru yollanmış. Bir ara bir çıtırtı duyup geri döndüğünde ne görsün ? Bizim kurbağa peşinden gelmiyor muymuş. Zaten sinirleri tepesindeymiş. Hişt, kışt diyerek kurbağayı ürkütüp yolundan döndermek istemiş ama nafile. Kurbağa ne hişt kışttan anlamış, ne de sopa ile yolundan geri dönmüş. Fırat : " Bunda bir hayırlısı var ama bakalım nedir ? " diye söylenerek yoluna devam etmiş. Kurbağa da tabi. Köşke gelmişler. Fırat kapıdan içeri girecek kurbağa ondan önce girmiş. "Eh demiş, madem kısmetim sensin gel bakalım."
Fırat kurbağayı bir kutuya yerleştirip raflardan birinin üzerine koymuş.Daha sonra da ava çıkmış. Gezmiş dolaşmış birazcık sakinleyerek köşke dönmüş. Daha kapıdan içeri adımını atar atmaz gözlerine inanamamış. Nasıl İnansın ? Her taraf çiçek gibiymiş. Temizlik yapılmış, yemekler pişirilmiş, masalar donatılmış. Hayretler İçinde kalmış. Bu işe bir anlam verememiş. " Eğer birileri gelip bu işleri yapmadıysa, korkarım cinlerle perilerin işidir. " diye söylenmiş.
Ertesi gün yine ava çıkmış, dönüşünde yine aynı manzara ile karşılaşmış. Günlerce böyle devam etmiş. Ne yapmışsa bu işi becerenleri bir türlü bulamamış. Sonra birden aklına rafa koyduğu kurbağa gelmiş. Kurbağayı sakladığı rafa uzanmış ama birden dengesi bozulmuş. Yere düşerken kutu açılmış, kurbağa kutudan çıkmış. Birlikte yere düşerken kurbağanın ıslak vücudu Fırat’ın yüzüne değmiş. O anda Fırat İlk defa kurbağa zarar görmesin diye ellerinin arasına hapsetmiş, işte o anda olan olmuş, Tüm sorular yanıtlanmış, tüm sırlar açık seçik ortaya çıkmış. O ıslak kurbağacık, birdenbire dünyada eşi benzeri bulunmayan bir güzele dönüşmemiş mi ?..
Fırat:
-Aman Tanrım sen de kimsin ?diye haykırmış.
Kız ay parçası gibi güzelmiş. Ondaki bu güzelliği gören Fırat’ın aklı başından uçmuş, söz bilmez dilsizlere dönmüş. Aklına ne cini ne de periyi sormak gelmiş. Hiçbir şeyi düşünemez, kızın güzelliğinden başka bir şeyi göremez olmuş.
Kız o anda dile gelerek :
-Ey padişah oğlu, kısmetine düşeni beğenmedin mi yoksa ?
Fırat bu rüyadan uyanmaktan korkmuş. Bu güzelliği beğenmemek ne mümkün ? Yıldırım aşkına tutulmuş.
Kendini azıcık toparlayarak:
-Ey kısmetim olduğunu söyleyen güzel. Şaşkınlığımı bağışla. Senin gibi bir güzele aşık olmamak mümkün mü ? Ama bu nasıl büyüdür ki, günlerce istemediğim halde etrafımda dolaşan kurbağa böylesine bir güzellik haline gelsin ?
-Ben de bir padişah kızıyım. Seni bu ormanda tanıdım ve sevdim. Ama sana ulaşmak çok güçtü. Çünkü perilerle insanların evlenebilmeleri imkânsızdan da öte bir şey.
Fırat hayretle :
-Periler mi dedin ?..
-Evet. Ben peri padişahının kızıyım. Bu ormanda yaşarız. Benim ısrarım üzerine babam seni görüp tanımak istedi, ikimizi de bir nevi sınavdan geçirdi. İnsan olma hakkını elde ettim ama beni insan olarak ancak senin sevgin yaşatabilir
-Yani ?
-Yanisi şu ki, benim sevgime karşılık vermen, beni sevebilmen mümkün mü’?
Fırat kızın güzelliği karşısında sarhoş gibiydi. Kızın söylediklerini duyunca aklı iyice başından gitti, bütün düşünceleri silindi. Diyeceği bütün sözcükler yok oldu. Dudakları arasından güçlükle bir:
-Benimle evlenir misin ? sözü çıktı.
-Bu bir evlenme teklifiyse evet.,.
Sevinçle ve istekle bir birlerinin kollarına atılmışlar.
Sonsuza dek birbirlerini seveceklerine yeminler edip, Tanrı huzurunda birbirlerinin olmuşlar. Günlerce bu mutlulukla kendilerinden geçmişler. Duyguları durulur gibi olunca Fırat:
-Padişah babam beni merak eder. Bir an önce bu mutlu olayı ona da haber versem iyi olacak.
Fırat böyle dedikten sonra İstemeye istemeye karısından ayrılıp saraya gitmiş. Olan biteni babasına anlatmış. Padişah küçük oğlunun da böyle bir kısmete sahip olmasından sonsuz dere¬cede mutlu olmuş. Birkaç gün içinde onları ziyarete geleceğini söyleyerek Fırat’ı köşke geri göndermiş.
Av köşküne geri dönen Fırat müjdeli haberi karısına vermiş. Köşkü baştan aşağıya yeniden düzenlemişler. Her yanı silip süpürüp çiçek gibi yapmışlar. Nihayet haberciler padişahın yolda olduğunu, köşke doğru geldiğini haber vermişler. Fırat babasını yolda karşılayıp, köşke buyur etmiş. Oturup rahat edince de padişah :
- Tez gelinimi getir elimizi öpsün, senin de mürüvvetini görelim, demiş.
Fırat hemen karısını alıp padişah babasının huzuruna getirmiş. Bu güzellik karşısına herkes küçük dilini yutmuş sanki. Padişah da gördükleri karşısında şaşırmış : " Aman Tanrım bu nasıl bir güzellik ?.." diye söylenmiş. Aklı şaşmış, içi alev alev yanmış; ama belli etmemiş. Ne Fırat’ın oğlu olduğunu, ne de peri kızının gelini olduğunu dü¬şünür olmuş. İçindeki bu karmaşık duyguların esiri olmuş, gelinine duyduğu bu yasak aşk, gözlerini büsbütün gerçeklere kör etmiş; yüreği, ateş ateş yanarken tüm güzel duygulara, tüm ahlak kurallarına kapalı taştan bir yürek haline gelmiş.
Saraya döndükten sonra içini yakan bu ateş daha da artmış. Oğlu ile peri kızının evliliğini yıkmak hayattaki tek amacı olmuş. Günlerce hep bunu düşünmüş, türlü düzenler, türlü tuzaklar kurmuş. Sonunda Fırat’ı yanına çağırtarak bu evliliği onaylaması için üç şartı bulunduğunu söylemiş. Ardından da şartlarını bir bir sıralamış. Bur şartları duyan Fırat’ın aklı başından gitmiş, içi kan ağlayarak, umutsuz bir halde av köşküne dönmüş.
Peri kızı merakla bekliyormuş Fırat’ı. Onu üzgün ve mutsuz görünce ortada kötü bir şeylerin döndüğünü hissetmiş.
Onu üzen şeyin sebebini sormuş. Fırat:
-Babam evliliğimizi onaylamak için üç şartını yerine getirmemi istedi. Aksi halde bu evliliği onaylamayacak hem de canımdan olacağım.
Peri kızı:
-Nasıl şartlarmış öyle ?
-Öyle bir halı bulmalıyım ki, babamın bütün as¬kerleri üzerine sığsın, ikinci olarak da çok büyük bir tepsi bulmalıyım. Bu öyle bir tepsi olmalı ki, babamın bütün askerlerinin yiyecekleri ona sığmalı, hepsinin karnı o tepsideki yemekle doymalı...
-Peki ya üçüncüsü ?..
Üçüncüsü de hazinenin bütün altınlarını alabilecek bir sandık..,
-Mümkün değil. Bu şartların hiç birini yerine getirmemiz mümkün değil. Sanki babam bunun böyle olduğunu bilmiyor mu ? Biliyor tabi. Ama neden bir anda böylesine canavarca bir düzenin içine girsin ? Neden öz oğlunu bile gözden çıkarıp, ölümünü düşünebilsin ?..
Peri kızı Fırat’ı teselli etmiş, sonra da :
-Her şeyi olumsuz yönden düşünme. Kendine gel artık. Önemli olan babanın şartlarını yerine getirmek değil mi ? Biz de istediklerini veririz olur biter.
-Ama bunun mümkün olmadığını sen de biliyorsun...
-Mümkün mü, değil mi orasını sonra konuşuruz. Sen hemen ormana git. Beni bulduğun çukuru yeniden bul. Biliyorsun orası bizim yurdumuzdur. Çukurun başında durup, seni benim gönderdiğimi söyle ve isteklerini sırala. Soru sormadan verilenleri al babana götür.
Fırat, bu son umutla denilenleri yapmış. Verilen halı, tepsi ve sandığı aldığı gibi babasının huzuruna çıkmış. Padişah, Fırat’ın getirdiklerini görünce için için gülmüş. Gerçekten de halı, tepsi ve sandık bu şartları yerine getirmekten uzak boyutlardaymış. Huzurdaki herkes Fırat’a acıyarak bakmış. Emir yüksekten olduğu için de kimse ağzını açıp bir şey söyleyememiş.
Fırat ilk önce halıyı yere sermiş. En yakındaki birkaç asker gelerek bağdaş kurup oturmuş. Oturmuş oturmasına da halı bana mısın dememiş. Yüzlerce, binlerce asker gelip oturmuş, halı yine dolmamış. Sınır boylarında bile asker kalmamış. Hepsi gelmiş halının üzerine oturmuş, ama halının yarısını bile dolduramamışlar. Padişah çaresiz birinci şar¬tın yerine geldiğini kabul etmiş.
Şimdi sıra tepsiye gelmiştir. Fırat onu halının üzerine bırakmış. Kazan kazan yemekler kaynamış, tepsiye dökülmüş, tepsi dolmamış. Padişahın emri üzerine ülkenin bütün buğdayı öğütülüp ekmek yapılmış. Bütün hayvanları kesilip, bütün sebzeleri sökülüp yemek yapılmış. Yine de tepsi dolmamış.
Sandık ortaya getirilmiş. Fırat daha önceki tembih üzerine sandığın açılması işini babasına teklif etmiş. Padişah canı sıkkın bir halde gelip sandığı açmış, işte o anda herkes hayretten donakalmış. Orada bulunanların şaşkın bakışları önünde sandıktan tam iki karış boyunda bir cüce çıkmış. Ak saçlı, ak sakallı, sevimli bir cüceymiş bu. Sandıktan çıkarak padişahın önüne gelip durmuş, iki elini beline koyarak, yerlere değen sakalını birkaç kez sallayıp savurmuş. Sesi boyunun aksine kalın ve tok bir sesmiş. Padişah hayretten donup kalmış. Ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırmış.
Cücenin sesi sarayın duvarlarında gümbür gümbür çınlamış:
-Ey insanlar, bu adam sizin padişahınız ve de Fırat’ın babasıdır. Ama ne içindeki kötü düşüncelerle, ne de yapmaya çalıştıklarıyla size lâyık bir insandır. Göbeğine kadar taş kesilsin.
Padişah göbeğine kadar taş kesilmiş. Cüce devam etmiş:
-Ey insanlar, padişah da olsa hiç kimsenin kızı yerinde olacak kişiye yani gelinine kötü gözle bakmaya, ona sahip olmaya hakkı yoktur. Bu suç da öyle bağışlanabilecek bir suç değildir. Öyleyse boğazına kadar taş kesilsin,
Padişah boğazına kadar taş kesilmiş.
Cüce son kez:
-Bu padişah kendi iğrenç istekleri için öz oğlunu öldürtecekti. Size böyle bir adamın ise hiç faydası yoktur, öyleyse baştan ayağa taş kesilsin.
Deyip kaybolmuş. Taştan bir heykele dönen padişahı, herkesin gelip görebileceği bir parka, insanlara İbret olsun diye koymuşlar,
Ülkenin yeni padişahı Fırat olmuş. Eşiyle birlikte ülkesini adaletli ve doğruluktan taviz vermeyen bir biçimde yönetmiş.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.