- 599 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Sıradan Bir Kabus
Odanın içinde dolanıyorum kendimden habersiz. Küp şeklinde odalar hayal ediyorum içinde binlerce ben’in olduğu. Sıkışmışız hepimiz. Yer bulmaya çalışıyoruz temiz bir nefes uğruna. Ben bana çarpıyorum, öbür ben bana, öbür ben de bana. Hangi ben benim? Hangi ben, ben değilim? "Bir ben vardır benden içerü!" Lakin hangi ben, ben de saklıdır bilemiyorum. Küp odanın içinde uzun metrajlı bir kabus klasiği bu...
Bütün benlerim göz göze geliyor. Retina tabakalarımızı sömürürcesine irdeliyoruz. Karmaşanın içinde bir atlı karıncaya binip sallanıyoruz hepimiz. Ama sonra üzülüyoruz. Bir karıncanın, incecik sırtında bir atı taşıyamayacak kadar güçsüz olduğunu bilerek..
Küp odada yuvarlak bir delik açılıyor. Bir ışık huzmesi tüm gözleri ve tüm kabusları kamaştırıyor. Kurtuluş mu bu diye sırayla çığlık atıyoruz. Benlerden biri, "değil" diyor elindeki bardağın su dolu yarısını göstererek. Bütün benler o beni saf dışı ediyoruz hemen. Bardaktaki suyu da küp odanın içindeki begonyalara döküyoruz. Begonyanın yaprakları uzamaya başlıyor. Deliğe uzanıyor Yapraklarına tutunup çıkıyoruz delikten...
Küp odayı terk ediyoruz bütün benlerimle. Delikten ışığa doğru koşturuyoruz. Sonra sırasıyla ve çizgi halinde bir şaşkınlıkla boşluğa düşüyoruz. Düşüyooruuuzz...
Dümdüz bir ovanın en görünmez yerine konuyoruz bir kuş eminliğiyle. Bir tabela görüyoruz. " COŞKU : 50 KM" ...
Hepimiz çığlıklara bürünüyoruz. Hoplayıp zıplıyoruz. O sırada yuvasında şekerleme yapan dev Anka kuşu duyuyor patırtılarımızı. Kanatlanıp yanımıza süzülüyor.
Korkuyoruz. Hemen devekuşu misali kafalarımızı toprağa gömüyoruz. "Korkmayın sizi gidi masal cahilleri diyor" Ben, ben ve ben ve diğer benler kafalarımızı topraktan çıkarıyoruz. Anka kuşunun yüzündeki gülümsemeyle sonsuz bir oh çekiyoruz sırayla....
Hepimize teker teker numaralı biletler veriyor. Biletlerin üstünde bugünün tarihi ve saati yazılı. Şaşırıyoruz. O, şaşkınlığımızı kanatlarıyla susturarak: " Evet biletlerdeki numaraya göre kanatlarımdaki koltuklara yerleşin ben sizi "coşku"ya götüreceğim" diyor. Hepimiz koltuklarımıza oturuyoruz. Horoz şekeri yalarken duyduğumuz bir mutlukla doluyor içimiz. Emniyet kemerlerimizi takıyoruz. Ve Anka kuşu en asil haliyle uçmaya başlıyor. Yerden yükseliyoruz. Yükseliyoruz.. Yükseliyooruuzz...
Geçtiğimiz yerlere bakıyoruz ben bakışı. Bir park görüyoruz. Parkta çocukluğumuz elinde balonuyla günün tadını çıkarıyor. "Heyyyyy!" diye bağırıyoruz çocukluğumuza.. Duymuyor.. Sonra bir kır görüyoruz. Gençliğimiz sevgilisinin elinden tutmuş mutlu mutlu bir şeyler anlatıyor. "Heyyy gençliğimiz! Bize bakk!! Anka kuşunun kanatlarındayız! Coşkuyaa gidiyoruz!" diyoruz. Ama ne duyuyor ne de görüyor..
Sora şimdiki halimizi görüyoruz. Bir trenin içinde yapayalnız ağlıyor, üzülüyoruz. "Heyyy sennn biz seniizzz! Bize bakk!!" diyoruz.. Duymuyor...
Ve bir tepenin ardındaki denizi fark ediyoruz. Deniz bizi görür görmez dalgalarıyla bir kalp resmi çiziyor ve ufuk çizgisiyle gülümsüyor. Bizde ona gülümsüyoruz. Anka kuşu da gülümsüyor.. Aniden aşağıya süzülüyor. İçimiz çekiliyor. Haykırmakla haykırmamak arasında bir tereddüt yasıyoruz.. Ve usulca iniyoruz.
Anka kuşu geldik diyor. Ve bize doğru kanatlarıyla vedalaşıyor ve uçuyor eski yönüne. O sırada parlayan bir kapı görüyoruz. Çoşkunun, o kapının ardında olabileceğini düşünerek koşmaya başlıyoruz. Kapı, gerilim filmlerindeki o ürkütücü kapı açılma efektiyle aralanıyor yavaş yavaş. İçeride gri, insana bu yaşamda değilmiş izlenimi veren bir loşluk hakim. Az ileride bir su birikintisi görüyoruz. Suda bir iz beliriyor bakmamızla. Biz yani bizlerden biri yani ben’i yatağımızda mışıl mışıl uyurken görüyoruz. Baktıkça bizimde uykumuz geliyor. Gözlerimizi kısıp, ağzımızı olabildiğince kenarlara açarak esnemeye başlıyoruz hep birlikte. .
Sonra hissedemediğimiz, algılayamadığımız bir arzuyla suya atlıyoruz teker teker.
Bir süre suyun içinde şaşkın ve mahmur bakışlarla parazitli görüntülerimizi seyrediyoruz.
Sonra görünmez oluyoruz giderek.. Ve bir ses duyuyoruz aniden ;
"Günaydın sevgilim! Kahvaltını hazırladım!"
Ve bütün benler artık bir ben oluyor bende. Yaşamın içindeyim artık. Sevgilimin gözlerine yaşadığımın bilinciyle bakıyorum uzun bir süre:
"Nihayet geldim coşkuya" diyorum. Anlamamış bir ifadeyle bana bakıyor.. "Boş ver diyorum" gülümseyerek. Sonra ayağa kalkıyorum bir yürek hafifliğiyle. Pencereye yanaşıp yeni ağaran sabah manzarasını izliyorum. Birden gökyüzünde uzaktan süzülen dev bir kuş fark ediyorum. Coşkuyla dönüyorum hemen sevgilime ’her yaşanan bir sırdır aslında’ mırıldanıyorum. Sonra :
"Günaydın sevgilim! Günaydın!!" diyorum...
Oktay Coşar