- 1160 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
HEDİYE.
Gülümsüyordu.
Ama öyle bildiğimiz gülümsemelerden değildi onunkisi.
Bir noktaya gözlerini dikmiş, öylece gülümsüyordu. Kim vardı orada, neye bakıyordu? Neden gülümsüyordu? Kimse bilmiyordu. O Sadece gülümsüyordu. Dudaklarında buruk bir tebessümle.
Gençliğinde, sapsarı saçları beline kadardı. Çok güzel, bebek gibil bir yüzü vardı. Boylu bosluydu. Bir gören, dönüp birdaha bakardı zamanında. Yürüdüğü yollara karşı cinsleri sıra olurlardı. Geçtiği yerlerde onun adı ve kokusu kalırdı herzaman.
Çocukluğunda çok tatlı ve şirindi. Ablası ona "sarı civcivim" derdi hep.
Ona ait kaşık, çatal, bardaktan kimse yemez içmezdi. Hele bi kullansınlar, kıyameti koparırdı.
Çok akıllıydı küçüklükten daha. Büyümüşte küçülmüştü sanki. Dedesinin bir tanesiydi o. Koca göbeğinin üstüne oturup, gözlüklerini çekiştirirdi dedesinin. Diğer dizine öteki torununu alsa dedesi, küserdi hemencecik, ağlardı.
Evcilik oynarken arkadaşlarıyla hep mızıkçılık çıkarır, sonunda kovardı hepsini evinden. Bebeklerine kimseyi dokundurmazdı. Hepsi onundu, en güzel oydu, en güzeli onundu hep. Yapısı öyleydi.
Okul hayatı çok başarılı geçmişti, sıra lise’ye gelince ablası universiteye giremezse meslek sahibi olsun istedi. Kimya ve fizik düşkünüydü çünkü. Onu meslek lisesinin kimya bölümüne yazılmaya ikna etti. Kendi aklınca ablası da haklıydı. Ailesinin durumu belliydi sonuçta. Okutamazlardı da... Ama o, ablasını yıllar boyu affetmedi hiç.
Ne olduysa 16-17 yaşlarında oldu.
Kendini herşeyden çok sevmesi, kendini mükemmel görmesi üniversite sınavı öncesinde onda olan gizli hastalığını su yüzüne çıkardı. Önce öğretmenine taktı, sonra arkadaşlarına. Eve gelen komşulara sataştı.
Sonra evde köşelere bakıp saatlerce birileriyle konuştu. Sabahlara kadar hem konuştu, hem ağladı.
Sınava bir ay kala hastaneye yatırdı ailesi onu. Ama sınava girmek için 20 gün hastanede kalıp, cıktı. Hiç hazırlanmadan, dersaneye gitmeden girdiği sınavda Anadolu Ünv. Kimya Mühendisliği bölümünü kazandı. Ne yazık ki gidemedi. Göndermedi annesi, oralarda yapamazdı, biliyordu. Doktorlar da bu sene olamayacağını, iyileşirse ileride gidebileceğini söylediler.
Hayat, bu sürprizi hazırlamıştı ona, o da kaderiyle başbaşa geçirdi onca yılı.
Yaşı birhayli ilerlemişti şimdi. Ama hala güzelliğinden birşey götürememişti geçen zaman.Ondan götürdüklerine de yanmıyordu artık. Götürdüğü de birşey varmıydı? Hatırlamıyordu ki. Ne sevdiği vardı, ne çoluk, ne çocuk. Ne de bir iş hayatı olmuştu doğru düzgün. Kader bunu uygun görmüştü ona, o da kabullenmişti. Kabullenmişti de, zor geçen yıllar ona o garip gülümsemeyi hediye bırakmıştı.
Telefon çaldı... Açtı, ablasıydı anladı.
Ama alo bile demedi, bekledi.
-Yeşim, nasılsın bugün dedi ablası.
-Sen bizi düşünme , biz iyiyiz meraklanma dedi. Oyun kuruyorlar, bağlıyorlar hala beni dedi.İnanmıyorsun sen ama!!!
-Yeşim, ilaçlarını alıyormusun sen? Annemi bir versene bana.
-Anne, yine kötü olmuş Yeşim galiba? İlaçlarını mı aksattı?
-Akşam bir tane içmiş, bu sabah ta içmemiş.. Ben ellerimle verdim ama içmemiş.
-Napalım anne, ne diyorsun götürelim mi yine hastaneye?
-Bilmiyorum ki kızım, baban da aldı kendini gitti.Akşama gelir ancak.
-Ben geliyorum anne bekle, birlikte götürürüz.
Taksi hastane yokuşunu çıkmıştı. Kapıda indiler. Psikiyatri Polikliniğine vardıklarında yorulmuşlardı. Yeşim annesiyle birlikte banka oturdu. Ablası işlemleri yaptırmak üzere yanlarından ayrıldığında Yeşim’in dudakları kıpırdıyor,yuvalarından fırlamış halde görünen gözleri yine bir noktaya dikilmiş, yüzünde yine o garip gülümmseme öylece duruyordu.Rengi ise sapsarıydı. aynı saçları gibi.
Sıraları gelince muayene odasına girdiler. Tekrar kan sayımı, tekrar tetkikler... Koşuşturmaca tekrar başlamıştı.
Gitmedikleri doktor, çare aramadıkları kapı kalmamıştı tam 25 senedir. Ama geldi mi geliyordu işte, birdaha da gitmiyordu. Yine ilk geldikleri kapıdaydılar şimdi. Çare buradaydı, artık başka bir kapı çalmıyorlardı kaç zamandır.
Çare yoktu aslında . Kabullenmek, onunla birlikte göğüslemek , paylaşmak tek çareydi herkes için. Öyle de yaptılar. Gözlerinin önünde, nöbetler, ataklar, krizler.... Yıllar geçmişti.
Üç ay iyiydi, üç ay kötü. Sanki üç ay öncesindeki o değilcesine. Yıkanıyor, paklanıyor, süsleniyor, insan içine çıkıyordu iyi olduğu zamanlarda. Ama... Kötü olduğunda tam tersi. Pısıyor, siniyordu. , herkes onun için oyun kuruyordu. Herkes onu konuşuyor, herkes onunla uğraşıyordu. Bazen kapıyı açıp apartman içinde o an kimle uğraşırsa onun adını bağırıyor, ağza alınmayacak laflar ediyordu. Komşular da alışmıştı zamanla. Hoş görüyorlardı... Hastaydı çünkü.
Tetkikler ve tahliller sonuçlanınca doktor odasına tekrar girdiler...
-İlerlemiş dedi doktor. Kan sayımlarında ilerleme var. Yatırsak daha iyi olacak?
Kaçıncı yatış, kaçıncı çıkış bu dedi annesi.
-Haklısınız, ama maalesef bu hastalık böyle teyze. Yatırmazsak şimdi nöbetler daha sıklaşacak, siz evde çok zor durumda kalacaksınız, biliyorsunuz bunları.
-Ama doktor bey, buraya yatınca da şok tedavisi yapıyorsunuz. Ona da benim ana yüreğim dayanmıyor...
-Yapmak zorundayız teyzeciğim, yapmak zorundayız. Kaç defa anlatılmıştır size beyin sıvılarında farklılaşma oluyor. Onu ilaçlarla önlemeye çalışıyoruz. Bir yandan da şok ile uyarıyoruz. Burada yapacağımız bu , hem siz de kalacaksınız yanında.
-Eskiden kolay dı da, artık dayanamıyorum burda kalmalara doktor bey.Hem ben de iyi değilim. Tansiyonum, şekerim... merdivenleri bile çıkamıyorum artık.
-Anlıyorum sizi ama yapacak birşey yok.
Ben kalırım dedi ablası. Anne seni gönderirim, ya da beraber gideriz Yeşim’i odasına yerlştirdikten sonra. Sen eşyalarını hazırlarsın, ben alırım tekrar dönerim sen kalmazsın, ben kalırım.
-Ama kızım, senin de yuvan var, çocukların var...
-Şimdi konuşmayalım bunları, çaresini buluruz biz.
O arada Yeşim’i de kontrol ediyordu gözleriyle bir yandan. Onun yanında konuşmak hoş olmuyordu, annesi de susmuyordu bir türlü.
Neyse ki , yatış işlemleri halledilmiş oda belirlenmişti. Tekerlekli sandalyeye Yeşim’i oturttular, Yeşim yüzündeki o garip gülümsemeyle bu sefer parmaklarıyla bir şeyler sayıyordu. İtiraz etmeden oturdu.
Günler günleri kovaladı. Yeşim ile ablasının günleri hastanede geçiyordu artık. Yeşim çogunlukla uyuyordu. Ablası da o uyurken gerekli tahlilleri, koşuşturmaları yapıyordu. Uyandığında bahçede onunla gezintilere çıkıyor, türlü türlü konuları konuşuyorlardı. Ablasının hatırlamadığı çocukluğunun en ince ayrıntılarını, tarihiyle günüyle söylüyordu Yeşim.
Eniştemle ilk tanışmanızı bile biliyorum ben. Hiç sevmemiştim onu biliyormusun abla. Seni kıskanmıştım ondan dedi bir keresinde.
Anne de evde onları merak ediyor, arada bir ziyaretlerine geliyordu. Ama hergün haberleşiyorlardı. Abla annesine olan biteni aktarıyordu. Çünkü annesi ondan Yeşim’in hastalığı konusunda daha bilgiliydi. Büyük kızına telefonla da olsa destek oluyordu. O da yıllarca Yeşim’le yatıp, yeşimle kalkmıştı. Kendini ona adamıştı. Başka hiçbir hayatı olamamıştı işte... Kaderdi, ne yapsaydı, anneydi ... O da her annenin yaptığını yaptı.
Ama daha fazla yüreği dayanmadı. Abla hastanedeyken aradı, telefona annesi çıkmadı, telefonu açan da olmadı aslında. Saatler sonra ulaştığında ise iş işten geçmiti artık.......
Helvalar pişirildi, lokmalar döküldü, Kuran okundu annesinin ardından. Konu komşu hertürlü işi halletmişti bereket.
Bir yanda yıkılan babası, diğer yanda hastanedeki kardeşi ne yapacağını bilemedi, hangisine koşacak, hangisine yetişecekti şimdi? Bereket kocası yanındaydı. Her zamanki gibi yaslanacağı omuza yaslandı. Ondan destek aldı.
Hayat devam ediyor dedi...
Hayat devam ediyor...
O gece Kuran okunduktan sonra hastaneye döndü. Yeşim’in odasına doğru ilerledi. Gözlerindeki yaşları sildi. Kendini topladı. Kapıyı açtı. Yeşim uyuyordu. Ayakkabılarını çıkardı. Yeşim’in üzerindeki pikeyi kaldırdı, yanına sokuldu.
Yeşim gzölerini açmışltı şimdi. Ablası sarılıd ona, sarı civcivim benim, "sarı civcivim" dedi. Öptü, kokladı. Annemin hatırasısın artık bana sen deyip sessizce, ağladı. Annesinin emanetine ve hatırasına sımsıkı sarıldı.
Yeşim ise hala gülümsüyordu. Yılların ona hediyesi olan gülümseme hep dudaklarındaydı. Hep birlikte yaşayacaklardı bundan böyle...
Gülümsemeyle....
I.Kaplan
29.6.2011
YORUMLAR
Merhamet ve insan sevgisi ne kadar güzel bir şekilde buluşmuşlar yazınızda.Bana göre bu duygular artık herkeste yok,ne kardeşler var,ne anneler babalar var insanlıklarını kaybeden.Etkilendim hem de çok.Acılar insanları olgunlaştırır.Tebrik ederim.
Ruhumveben
Ruhumveben
Benim çok hoşuma gitti yazınız, elinize sağlık.
Ablanın telefon konuşmasında Yeşimin cevapsız kaldığı yerlere konuşma işareti ve üç nokta konabilirdi belki.
Ama ruh hastalığı gerçeğini çok güzel yansıtmışsınız. Aile kavramı kardeş sevgisi va çaresiz bir buhranı hastayla beraber yaşamaya mecbur olmanın acısı çok yalın bir biçimde okunuyor yazınızda. Elinize sağlık tekrar.
Ruhumveben
Çok hüzünlü bir öyküydü. Etkilenmemek mümkün değil. İyi ki ablası varmış dedim içimden. Tebrik ederim. Çok başarılıydı anlatımınız. Sevgilerimle.