- 493 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 110 (SON)
110] Kendini çağdaşlaştıramayıp, kendisini ürettiremeyip de teknolojiyi kullanamayan sistem ve politikalar, ne işe yarardı?
Atatürk’e dil uzatmağa yararlardı. Dinin farklı farklı, versiyonlarının nizala şan kullanımını istismara yararlardı. İstismarlar içindeki halk daha neyin ne olduğunu anlayamadan, bu siyasetler; bu kulvarlar içinde bulunan halkın bir takım ezberlere götürülmesine yarardı!
Bu ezberlere götürülüşün siyasi hasadı yapılamaz mıydı? Elbette yapılırdı. Hem de, vızır vızır yapardı! Tabii ki böyle güdük ve kısır politikaların varıp varacağı yer, olup olacağı durum orası olacaktı. Hem de özgürce! Hem de bir hak olarak! Hem de fikir özgürlüğü olarak! Hem de sefihçe sine, rezilliğin rüsvasını yüzlerine astar etmişçesine, ’Halk istiyor’ diye, lanse edilip, endam edilircesine olacak idi.
Artık ülke çağın demode olmuş düzenlemeleriyle, demode yatırım teknoloji ve bilgileri ile bir yandan güya mamur yapılırken, parça gereksinimlerinden ötürü dışa teknoloji bağımlılıkları yaratılacaktı. Bir yandan da, hep sil baştan olacaktı. Einstein düşünlü dünya ekolünün karşısına Said’i Nursi çıkarılacaktı. Ülke tamamen satışlarla dış tesirlere açık bir kullanım alanı olacaktı. Korkacak ne vardı, ışık okulları dört bir yandan, teşebbüssü hayırsever katılımların legaliz eliği ile boy verecekti.
1940’ların, 1950’lerin ’özgür Dünya’sı, öyle bir özgür olacaktı ki, ülkenin zenginlikleri ve kazanımı, serbest pazar ve özelleştirme adı altında, hile düzeni ile makyajlı görüntü ile tercih et beni arzusu ile kaynaklar dışa açılım adı altında satılacaktı. İflası alenen olan bir ülkenin, son dakikalarının uzatılan kozlarını oynayışları, idi bu. Öyle ki ’babalar gibi satarım’ fütursuzluğu ile göğüs yumruklayarak söylenilecek, bu aymazlık sürdürülecekti. Halk da, babaların evlatları gibi bu sözleri alkışlayacaktı! Ülke 40 yıldır kan gölü olacaktı!
Ülkenin son 28 yıllık siyaseti din bezirgânlığı ve din ile aldatma üzerine kurulacaktı. Ben daha iyisini yaparım, namus borcumuz, yuvarlamasına varan demeler yerlerde sürünecekti. Adeta, kendi doğal mecrası ile gelişen bir atılımla, ülke baş başa bırakılmış gibiydi. Gerektiği gibi üretemeyen, ürettiğini refah olaraktan, halka ve topluma yayamayacaktı.
Paylaşılan pastayı büyütemeyen siyaset, bunlardan doğan rahatsızlık feryat aşmaları aksettikçe, dine ve dinsel değerlere sarılıp, bunlarla halkı oyalar olacaktı. ’Ne yapalım halk böyle istiyor, biz halkın hizmetçisiyiz’ zırhına bürünecektiler! Bunları halk, evet halk seçmişti. Ama seçilenlerin unuttuğu bir şey vardı, seçilmeleri halk ve toplumun paylaşımcı yönetimi içindeydiler. Sırf halk için değildiler. Nasıl sırf koyunun yararı için koyunu gütmüyordunuz, toplumu da, sırf toplumun yararından çok halkın yararı için oluşturmalıydınız!
Bazı aydınlar, mal sal ve parasal ve makamsal payelerle, aydınca üretip, üretimlerini halkla kolayca ve her gün pratik şekilde, düşüncelerini paylaşır biçimde buluşturulacaktılar! De enformellerle ve yanlış bilgilerle, senaryolarla, vatandaş iyice serseme dönecek ki, düşünmeye vakit bulamayıp, bezginlik göstersinler ve acele istikrar ve siyasi tercihlerde bulunsunlar idi!
İnsanların kaderini ellerinde tutan efendiler, genlerle oynayıp, haniden beri, yeni yaratışları her an becerirken, biz kaynak satarak kalkınacaktık! Biz dinin siyasi neşvü nemasını keşfetmenin rehavet ve huzuru içinde, modern dünyada yerimizi alabiliyorduk! Bilim, teknoloji hak getire. Yine sıkışılmıştı, bütün işlerin sözüm ona ulemadan sorulur olması, avaz yapılıyordu! Hep son umutlar yeşertilip, son dakika uzatmaları bitirilmeye çalışılıyordu. Ülke kaynak satışı ile iyice bir çıkmazdaydı. Kalkınmanın yeni çareleri (hinlikleri) akıl diye ortaya konuyordu. 2-B tanımlaması yapılacaktı.
Orman alanları bu 2B tanımına uygun şekle getirilecekti. Böylece orman vasfını yitiren alanlar meşrulukla 2 B yasasına uygun özellikler kazandırılacaktı. Hazinenin sit alanları ve son kamu mevcutları da böylece ali cengiz oyunları ile ranta dönüştürülüyordu. Hile desise kotaran bir düzenlemeler silsilesi sersemletmesi ile baş başa idik. Bir türlü kendimize gelemeyecektik. Bu belki de en zor durum ve karanlığının kendi ışığı ile yeni bir öz halk hareketi ile buluşması olacaktır, kim bilir? En karanlığın bir sabahı vardı.
İşte Kurtuluş Savaşı sonrasının, konjonktürünü iyi yakalayıp, iyi okuyup bunları bilimsel yöntemlerle, toplumla, dönüşüp dönüştüremeyen, siyaset ve kirli politikalar, ülkeyi bu hale getirmişti. Politikasızlık projesizlik, parti başkanlığı sultası vasıflıları kişilikleri eleye eleye, vasıfsızları seçip seçip siyaset arenasına sürmüştüler. Bunlar kendi ikballerini, kendi göbek bağında aramanın ilişkilerini, ortaya koymuştu.
Halk dalkavukluğuna soyunulmuştu. Arada bir güzel hizmetler, adeta bozuk bir saatin günde iki kez doğru zamanı göstermesi gibi hamlelerdir. Yani kusurlardan çıkan güzelliklerdir.
Nasıl cumhuriyetin kuruluş öncesi, sırası, sonrasında öz hareket oluşmuştu. Nasıl özgürlük ruhuyla kurucu irade oluşmuştu. Ve bu yararcı oluşmalardan güzellikçe yapılaşmalardan, bazı çokça kusurlarda çıkmıştı. Ama hataların güzele, toplumsal olurluya dönüşmesinde bilinçli eylemselle, eşyanın tabiatının gidiş seyri idi. Doğallıktı bu...
Şu da unutulmamasın ki bizim Kurtuluş Savaşı kelimenin tam anlamıyla bir kurtuluş savaşıdır. Cumhuriyetin başlangıcında, tabandan hareketle bir demokrasi mücadelesi yoktur. Yurdun düşmandan kurtarılması ve akabinde de önce saltanattan ve sonra da, hilafetten kurtulmanın mücadelesi vardı. Hilafet ve saltanattan kurtulma ve cumhuriyetin ilanı ve devrimlerle de zorunlu olurla demokratik eşmeye doğru bir adım atılmıştı. Adım sancılarını hızla başlamıştı!
Hilafetten ve saltanattan kurtulmanın yerine konulacak olan demokrasi ise, daha çok yolun yürünmesi ile ve kadro otoriteden gelen; günün ilişki biçimini taşıyacak denli gelişmelerdi. Zaten demokratikleşme sağlayışlarını gerçekleyecek olan bir üretim, tüketimse paylaşım ve yaşantılım ilişkileri, o zaman için yok denir denli kıt kanaatti. Sevgili Gazi’den sonra da demokrasi hareketi adeta beceriksiz siyasalarla icazetli gelen bir lütuflu durumdu!
Değilse Türk demokrasi hareketi, hiçbir zaman, bir halk hareketi asla olmamıştır.
Bugün bile halkın öyle mürekep yalamış cinsten bir demokrasi talebi hiç yoktur. Demokratik olmayan cemaat yapıları içinde allak bullak olmakla genel çoğunluk mutluluğu yakalamış gibi görünmektedir!
Bunun içindir ki taban hareketlerinden kaynaklı demokratik tutumla öyle ahım şahımda Türk demokrasi hareketinin olmayışı ile (demokrasi yoktu diyecek oluşla) Cumhuriyetin başlangıç koşullarını vurmaya çalışmak, tam bir abesle iştigaldir. Ne var ki, bu günkü ağır aksak olan demokratik koşullarımız da, o zamanki ve zorunlu atılan adımların mutlu bir neticesidir. Bunlar, sevgili Gazi’ye bir vefa borcumuzdur.
Sevgili Gazi, gelişimin seyri akışında; insan uygarlığının bir kilometre taşı oluşla, kendi dinamik değeri içinde kalışla; saltanata, padişaha, krala karşı oluşun yolunu vermişti. Cumhuriyeti kurmanın, devlet kurmanın, demokrasiyi kurmanın, bağımsızlığın savaşımını vermenin; alem kralını görmüştü. Şimdi soytarıları karala dil uzatıyorlardı...
10.08.2008
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.