- 432 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 106
106] Siz insanlığın, elli bin yıldır yaptığını Atatürk’ten niçin yoksun kılmak istersinizki, anlaşılır gibi değildir. Üstelik bu evrensel ilke, bir dinin kendine mahsus durumu ve bir dinin özelliği de, değildir. Bir dinin kerameti ve bir dinin kendi bulduğu aksiyomeri de değildir. Sanki o din olmasa idi insanlar böyle aidiyet çekikleşmesi yapamayacaklarmış gibiden, yukarıdaki söylemle cahilce bir soru, ortaya konmuştur.
Hâlbuki elli bin yıldır insanlığın böyle bir yol ve uygulaması olduğu için bu söz konusu dini anlayışlar da kendisini bu zemin üzerine konumlamıştırlar. Sonraki dinler, bu zeminin bulucusu da, değildirler. Aksine bu zemin (aksiyomer) olduğu içindir ki, sonraki dinler bu zemin üzerinde tutunup, bu zemin üzerinde devinip; kendilerini dönüştürebilmişlerdir. Bu iyice biline. Bu yol İslamlığın ya da Hristiyanlığın bir zorunluluğu olmayıp, elli bin yıldır insan mantığı bu şekilde yapı sallaşmıştır.
Bu şekil yapısal işlerlik kazanan insan anlaması içinde, bu çağrıyı yapma ve bu kanalla yapılan çağrıya uymanın bilinci, zorunlu olaraktan vardır. Bu davetçi var oluşa icabet etmeyi dinler ister. Tüm sistematik dinlerin de kendilerine has olan sistematiğine değin çağrı sal metodunu kullanmaları esastır. Tüm dinlerin bu gibiden çağrılar yapabilmesi, totemik inancın kendisinden sonraki tüm dinlere aksiyomer oluşundandır.
Atatürk’ün yaptığı da budur. Yani toplumu ve halkı semboller üzerinde harekete geçirmektir. Kiminin sembolleri, din iman çağrısıdır. Kimininki vatan millettir. Kimininki toplum ve toplumun bir yurttaşı olma bilincidir. Görülüyor ki, az da olsa, her kes, seslenme zemini aynı olan bu türcü dinsel çağrıya uyamazdı. Tarihteki, büyük ahlakçı ve peygamberlerin de, yaptıkları totemci zeminin aksiyomer oluşuna dayanmaları da bundandır. Yani elli bin yıl önceden beridir, insanlığın oluşturulmuş anlama, devinme zeminine seslenmekti. Değilse Sevgili Gazi yepyeni bir insanlık devinme alanını mevcuda koymuş değillerdir.
Bu bir bilgisayara kendi işlem mantığı ile komutlar verip harekete geçirmek gibi bir şeydir. Tüm bunlara aykırı davranır olan birisi, süreç içinde, akim (verimsiz) kalmak zorundadır. Siz bir hareketi, ya mevcut semboller üzerinde yürütürsünüz, ya da, yeni semboller ortaya koyarak çevresinde süreci, geliştirirsiniz. Bu son durum, ortaya yeni çekiciler koyma durumu; o andaki acilciyeler karşısında uygulanır bir metot değildi.
Atatürk siyasi mücadelesini semboller üzerine oturtmak zorundaydı. Hiç tarih bilmeseniz de, kafadan bunu bilir olacaksınız. Bu söylem, o sembollerin doğru olduğunu, ya da yanlış olduğunu gösterir bir anlatımı içermezdir. Amacınıza yarıyorsa o yol için doğrudur. Amacınızı köreltiyorsa yine o yol sizin için yanlış ve zararlıdır. Sembolizmi, toplum ve halk ve ittifaklar ve sembolizm ve diğer yazı dizilerimin içinde açıklamaya çalıştım.
Atatürk’ün, mücadelesini; üzerine oturttuğu temel semboller neydi? 1-İslami kültürü 2-Türklük bilinci 3-Osmanlı Tarihi 4-Vatan ve bayrak sevgisi ve sembolizmi 5-Namus ve bağımsızlıklar ve sair türünden sosyal çekiciler üzerinde, çekim ve halk birliğini sağlamıştır. Bunlar yadsınabilir mi? Bunlar sız hiçbir siyasi dava yürütülüp, vatan sevdası oluşturulur mu? Ve vatan kavgası verilebilir mi? Bir sosyal mücadele, bunları zorunlu olarak ayak basacağı temeller olarak, işin başında ele alırdı. Siz bu gücü topluma kanal ize edersiniz. Sizin göreviniz de topluma kanal ize edileni, converte (dönüştürme) etmektir.
Atatürk bu bağlamda dinsel kültürün açılımlarında yararlanmıştır. Bir liderin, dini ele alışıyla, buradan sosyal çekimlikler oluşturup, halk katılımıyla toplumsal olanı amaçlamak başka şeydir. Liderin gericilik ve yobazlığa karşı oluşu, farklı bir şeydir. Bunu ayıramayan mantık, daha olgunlaşamamış mantıktır. Analiz yeteneği gelişmemiş sığlıkları içerir mantık demektir. Ki zorunlu olaraktan da sağlıklı düşünemez.
Kişiler yukarıdaki paragraf sözde olduğu gibi abuklaşma içinde olurlar. Yine bir liderin sosyal gelişmeyi aksatan durumlara karşı olmaları; bambaşka, bir şeydir. Zaten yukarıdaki paragraf söz, her şeyi inanç mantığı temeline alan, gelişmemiş etnikçi, halkçı düşünme tarzıdır. Yine dinsel mantık bağlamlı olan ’beytül mal’ mantığı bile, gelişerek bugünkü mali disiplin er ilişkilenme parametrelerine oturtur iseniz bu düşünmenin ucu açık olmasındandır. Kapalı bir düşüncenin devinerek bu günkü mali disiplin anlayışına gelmesi olası mıdır? Üstelik girişeceğiniz kimi sosyal hareketlere her aşamayı caizdir diyecekten bir olum lama çıkarmadan, halk desteği çıkarmanız, büyük savaşım vermek için uğraşmaya işlerlik kazandıramazdınız da olası olamazdı.
Atatürk’ün de, İslam kültürünün zengin ve gerçekçi deneyimlerinden ve bilinç yaratan söylemlerinden, tutumlar edinmediğini söylemek, akıldan yoksun oluştur. Bu sembol üzerinde, ilk Meclisi dualarla açmıştır. Burada yanlış olan en ufak bir durum söz konusu değildir. Bunlar da Atatürk; şerri hukuku benimsiyordu, demek; Atatürk dinciydi ya da dinsizdi demek, hiç değildir.
Böyle olunca yukarıda belirtilen sözün hiçbir kıymeti har biyesi yoktur. Elbette mücadelenin zemini; İslam kültüründen hitapla, insanların desteğine gidilecekti, bundan tabii ne olur ki? Eğer Hindistan’da bir Gandi olaydınız, mücadelenizi Hinduizm sembolü üzerine oturtmak, zorunda idiniz. Yani orada da İslamcın sandığınız muktedirliğin aynısını, Hinduizm yapacaktır.
Bu onların, gerçekliğinin ya da gerçek dışılığının belirtkesi değildir. Sosyal deviniş ilkesini sağlar olan keramet, her hangi bir olan, özelleşmiş olan, kendi sosyal hayatınızın diline çevrilmiş olan bir ’evrensel ilke’ olmalarındandırlar. Ve yine kültürümüzün benimsemediği, ama bu kültürün iç emaresi gibi benimsetilen yobazlıklar da, yine mücadelenizin önündeki engellerden en somutu olacaktı. Bundan tabii ne vardı ki? Niye gocunulup hayıflanılacaktı ki? Yol sosyal ve nesnel gerçeklikten hareketle çevrimleşiyordu.
Yine Atatürk bu bazdan, ele alındığında, konjonktürün kapitalist ve sosyalist sistemlerine ne tam cephe almıştır, ne tam da bunların yanında, destekçisi olmuştur. Güncelin şartlarında kimi dem bunlardan yana, Ya da kimi dem bunların karşısında imiş gibi çelişmeler arz eden söylemleri de olmalıydı. Yanılarak doğrulma; kişisel olanın, sosyal olanın toplumsal gerçekliğin beliriş tarzı idi.
Olmaz ise, bu zaten bizim bildiğimiz insan değil, insanüstüdür. Çünkü o günkü ilişkisel politikalarınız neyi gerektirmişse, ulusal çıkarlar gereği, o ifade edilmiştir. Tutarsızlık apayrı bir şeydir. Toplumdan yana olma yanlıktır. Atatürk’ün hangi eylemi ya da politikası, toplumdan yana değildi. O günlerin doğruları, bugünün değişen ilişkileri içinde, elbet yanlış olup; bu günümüze denk düşmeyecektir.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.