- 332 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 105
105]
Karanlık
Karanlık
Karanlık...
Gecelik korkardı
Gecelerden
Üste alınmaz olurdu da
Ses titrerdi hecelerden
Bayram Kaya
Cumhuriyet Ve Atatürk şirinden alınmıştır.Gazi Hazretlerinin en önemli liderlik vasfından biri de; çelişki varyasyonları içindeki konjonktürleri takiple, konjonktürü toplumumuza uyarlayan çabalarını, tüm ulusa mal etmesidir. Güncelin temel belirleyicisi olan uygulamalardan, en gerçekçi olanaklardan, birini ya da bir kaçını, mücadelesinin parçası yapıyordu.
Gazi mücadelesinin seyri boyunca, ne yanılmazlıklar içindedir, ne her adımı hedefine cuk oturmuştur. Ne de, Gazi hedefi olmayan, rastgele tutumla şırlar içindedir. Temeli sağlam adımlı, baştaki çağdaş uygarlığı hedefleyen amacı doğrultusundaki yol açılımları, yolun girişen gelişmesi ilende oluşmaktadır. Bu yeni oluşan düşünmelerle de iç içe açılan bilinçli bir hedefi vardır. Diğer çelişki varyasyonları, bu hedefi sağlanır oluşundaki amaç sal aracıdırlar.
Zaten Sevgili Gazi’yi, Gazi yapan da; bu pratik ve pragmatik (faydacı yararcı) insan oluşudur. İnsanüstü hal içinde, olmayışıdır. Yanılmalarından, yanıltılmalarından, kimi zaman orta yolu çıkartabilmiştir. Kimi zaman bilinen, gözümüzün içine sokulan gerçekleri hal etmiştir. Kimi zaman bilimin ve aklın tutumunu ilke edinmiştir. Kararlarını ve kararlılıklarını, kararsızlıklarını, hep bu çelişmelerden tutumlattırır olmuştur.
Bu yazı dizimin, birinci bölümünde ele aldığım, kimi kes genel yaygınlık kazanmış görünen, bir ulu orta söylenmiş olan yavan iddiaya değin bilmezliklerini ortaya koyarak bu yazımın çıkış amacını oluşturan, bu yalın aforizma türü söylemlerdi. Yine aşağıdaki bu türden yavan aforizmalardan, ikincisi olan, yine kimi kes çok yaygın olan sözü, yine burada yineleyerek konunun sonuna doğru gelmek istiyorum.
Aslında bu söz genel tarih bilinci olmayan insanların ve bilimsel bilgiden yoksun insanların, fevri ukala tipli davranışlarıdır. Ama durumu anlamak ister olmanın da, bir tepkisidir sanki. Zamanla, bu tür den söylemlerle, maksadını aşan anlatımlara kadar varılmaktadır. Ve bu türden maksadını aşan denişlerle, bir siyaseti de, odaklamaktadırlar. Aslında bunların cevabı da baştan beri yazımlar içinde oluşturuldu.
’Cumhuriyet kuruluncaya kadar, camilerde hutbe veren, Allah’ı ve dinini, toplumun İslam kimliğini kullanan, Kuvayı milliye taraflıları, Cumhuriyet döneminden sonra sanki tavır değiştirmişler, sanki geçmişte bunlar hiç olmamış gibi anlatmaları karşısında, insan olarak, düşünen olarak, tepki gösteriyorum.’
İnsanların kendi halkçı bilgi birikimleri, belli bir düzeyden sonra bazı unsurlarıyla ortadan kalkmalıdır. Kişiler kendi düşünmelerine, kimi temel ve güncel ve reel gerçeklerden (referanslardan) hareketle girişmeyi, başlatmalıdırlar. Eğer bunu yapamıyorsanız siz; liderlerinizi ya batırırsınız, ya da abartarak insanüstüne götürüp, kutsal bir dokunulmaz tabu kılarsınız. Liderinizin yaşamını, absürtlükler içinde hayal ile gerçeği karıştırır olan beklentileri yansıtan, uydurma enbiya hikâyelerine döndürürsünüz. Liderler de, sahibi olmadıkları bu abartılı yakıştırmalarınızın, sıfat yüklemleri içinde, boğulur giderler.
Dünya’nın neresinde olursanız olun, şu bir tarih bilinciniz hep olmalıdır: Yeni, eskilerden dolayı vardır. Ve bir toplumsal gerçek ya da toplumsal bir yeni; teknolojik, kültürel zorunluluktan ötürü, yaşamsal olurlar. Halk bu tür yeni olanlara, kendi inanca dek referanslı mantık düşünmeleri içinde olmalarından ötürüdür ki, yine bu inançlı mantık sembolleri üzerinden, süreçler içine katılırlar. Bu en azından elli binyıldır böyledir. Sosyal birlikler döneminde ve daha sonraki zaman içinde de, halkçı zamanın akışı böylesi semboller üzerinde girişerek ancak zamanlarıyla uyumlaşır olmuşturlar.
’Cumhuriyet kuruluncaya kadar, camilerde hutbe veren’, diye başlayan söz, en cahile söylemdir.1000 yıldır halkı ümmetçi yapı içinde tutumla tınışışlarla, ümmetçi bir mantıki anlamalarıyla ve ümmetçi inançlı bir mantıki söylemlerden oluşturduğunuz insanlarınızı, her halde; insan hakları beyannamesi bağımsızlığın felsefesine çağıramazdınız. Yine ha keza izafiyet teorisi ile evren sel ilkelerin ışığı ile o teba kültürü ile yoğurulmuş insanlarınızı bağımsızlığın felsefesiyle birliğe çağıramazdınız. Ümmetçi anlayışa göre mülk, Allah’ındı. Mülkün sahibi, mülkü dilediği gibi kullanırdı ve tasarruf ederdi.
Mülkün sahibi etliği, Allah eli ile önce peygamberlerindi. Peygamberler eli ilende peygamber soyu halifelerindi. Bunlara itaat edilir. Bunların çağrısına uyulurdu. Bu Tanrı sözüne uyma hükmündedir. Bu türden ’ulül emre itaat’ zorlaması, bu tarzdan bir sözdür. Bu bir yükümdü de. Tanrı’nın olan yönetme ve egemenliğin (otoritenin) gücü, halifelik makamı yoluyla Osmanlı padişahının olmuştu!
Tehlike altında olan mülkün, tehlikede olduğunun kararını da, mülkün savunulması çağrısını da, din (şeriat, Tanrı, Tanrı adına halife olan padişah) yapardı. O günlerin sevgili Mustafa Kemal’i halife de olmadığına göre, halkı savunmaya nasıl çağıracaktı. Savunmanın meşruluk mantığını halka, nasıl gerçekleyecekti? Halk, yurt ve mülk sevgisini bu ümmetçi sembolizm üzerinde ancak kavrıyordu. Gazi de bu aracı kullanıp bu aracın yayıcı icracıları eliyle bu işi yapacağı apaçık değil mi? Bu tür yollar sizin geçici kiralık konutlarınız gibidir. O günlerde, halkın direnişe, bu semboller üzerinde çağrılmasından doğal, ne olurdu ki? Zaten aksi tavır içinde olmak, akla muhal olurdu.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.