- 450 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Tablodaki Yüz
Zile bastığında henüz sönmemişti sevincin. Hizmetçi Kız, kapıyı açar açmaz seni tanımıştı. Belli etmedi. Tedirgin, saygılı uzaklığını koruyarak,
"Haber vereyim, efendim..." dedi, silindi.
Habersizdi gelişin.
Bekletilmiş olman da önemli değildi, uzun süre, salonda...
Öylesine kendinle doluydun; duymamıştın ki zamanı.
Şaşıyordun. Almıyordu aklın. Bir çocuğun, henüz kucağına bile almadığın bir bebeğin senin gibi koskoca bir adamı, üstelik kararlı bir adamı böylesine değiştirebileceğini...
Oysa biliyordun: Gelmeyecektin bu eve. Hiç! Ama... işte gelmiştin! Bekliyordun...
Daha dün, kırılan onurunu bile unuttun.
Neden sonra, kapıda, yanında orta yaşlı, ilk kez gördüğün biriyle göründü Rıfat Bey. Yine de tanır gibi oldun adamı. Rembrandt’ın derin altuni karanlıklara gömdüğü yüzlerden biriyle karşı karşıyaydın. Öyle sandın; adamın kalıplı, koyu giysiler içinde bakımlı, parlak, cilalı parlak yüzü müydü yoksa seni böyle yanıltan?
Ve daha oradan,
"Ne var... ne oldu?" diye seslendi kayınpederin Rıfat Bey.
Uzak, selamsız...
Üşür gibi oldun. Bir an, derin, koyu karanlıklarda uçuşan beyaz noktacıklar gördün. Kararmıştı gözlerin.
Sordu; bir şey söylemeliydin. Niye sustun öyle... bir süre?
Oturduklarında onlar yine kendi konularına dönmüşlerdi. Kapasite artımı, bazı kuruluşların birleştirilmesi, büyütülmesi... gibi şeylerdi konuştukları.
Oysa sen çocuğunu büyütüyordun gönlünce. Okul önlüğünü giydirmiş, çantayı da vermiştin hani eline...
Sonra, nasıl oldu o öyle, söyleniverdin birden kendi kendine, biraz da kurumlu:
"Ben bugün baba oldum."
İşte o anda sıçradı yerinden kayınpederin.
"Kızıma bir şey mi oldu yoksa?"
Suçlayıcıydı bakışları. Ürperdin.
"Hayır hayır, başarılıydı doğum, çocuk da öyle, hem de oğlan..." diye bir şeyler söyledin. Duyulur duyulmaz, belli belirsiz bir sesle.
Aynı anda, coşkuyla,
"Bak, buna içilir," dedi; araya girdi, orta yaşlı adam.
"Bugün alkol almadığımı biliyorsun," dedi, susturdu hemen onu Rıfat Bey. Terslemeydi bu!
Uçuverdi altunisi, daha bir karanlıkta kaldı tablodaki yüz.
"Yok... hayır... bir daha buraya gelinmez," diyordun.
Nasıl da biliyor, tanıyor karın!
Hastanede, birkaç saat önce, sana,
"Gitme istersen, telefon et yalnızca," demişti.
Anlamadın.
Unutmuştun kırgınlıkları... her şeyi... Sanatını, ressamlığını bile.
Tertemizdin, yenilenmiştin. Sanki sendin doğan!
"Bir çocuk eksikti... Şimdi neyle geçineceksiniz? Fırçayla, boyacılıkla olacak iş mi bu? Çekecek, kızım da olsa çekecek! Ta ki, ’Haklıymışsın babacığım’ diyene, dönene dek..."
Sanaydı bu sözler.
Dinledin.
Fırçalarını kırıyordu birileri... Eller, birçok eller, vücutsuz eller, her biri bir kartal pençesi eller, üşüşüyorlar, saldırıyorlar, parçalıyorlardı bildiğin tüm tablodaki yüzleri...
Ve sonunda beceriksizce kendini sokağa attın.
Tam çoğaldığın, bunu, en ince derinliklerinde duyduğun bir günde yalnızdın.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.