- 1397 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İyi misin TARANTA BABU ?
-İyi misin Taranta Babu?
Dünyanın en kısa bakışımı. Gözleri kıskıvrak yakalanmış gibiydi. Daha fazla bakamadı. Eller, ah o beceriksiz titreyiş!
-İyiyim, dedi.
Bir şey diyecek oldu, diyemedi. Tekrar yeltendi, sustu fakat. Yeryüzünün en tuhaf soruları geçti aklından. Epeydir göz göze gelmek istemiş, bir türlü becerememişti. Şimdi ise daha kaç zamana sığacağı bile belli olmayan bir gerginlik halini almıştı bakışımlar. Baktı. Sonra tuhaf sorularından birini sormayı denedi. “En uzun gecenin, toz bulutları arasında kaybolmuş bir yıldız için ne önemi vardı mesela? Ki onlar birer küçük dünyaydı aslında.
Ya da kişi nasıl saklar umutlarını, bir yangın göz göre göre yakıyorken suların kaynağını?
-İyiyim, dedi.
...
İnsanın kederi içinde mi büyür yoksa yüzünden mi okunur? Şaşırmaksızın büyüyebilir miydi insan? Söz gelimi bir romanın kahramanına öykünmeden ya da bir yeryüzü olayında kendine yer bulmadan yaşıyor muydu?
…
Yeniden gözlerine yönelmişti. Zaman insanın yüzünü ancak bu denli güzelleştirebilirdi. Burdayım diyecekti, senin her gün kullandığın kelimelerden masallar yazarak büyüdüm. Fakat bir şeyler eksik kalmıştı yine de. Suya çakıl taşları düşürdüğünden beri, nasıl uyku tutmadıysa Abraham’ı ve nasıl anlatamadıysa dostuna bildiklerini öyle derinden soluyordu işte karnındaki yangınla. Nasıl, diyordu,kıyaya varmaksızın nasıl yayıldı halkalar? Ağzı kanlar içinde bırakılmalıydı susmaların.
…
Yüzüne bir yalnızlık dağılmıştı Taranta Babu’nun. Sormadı. Gözleri epeydir sormuş muydu acaba? Bir göz, ötekine neler anlatmazdı ki. Ya onunkiler? Bir zamanlar ırmaklarla andığı gözleri şimdi de gülebiliyor muydu? Balıklar gibi, dedi hani şu denizin ortasında tuhaf kuytuluklara sığınan kambur balıklar gibi… Deniz kendi doğurduğunu tuhafa bürür mü Taranta Babu?
-İyiyim, dedi.
…
Bu kasvetli havalarda okuduğu kitaplardan konuşurdu. Her biri ayrı bir denizdi onların. Hem sonra suskunluk da yakışırdı insan ilişkilerine, yoksa nasıl süregeldi böyle yüzyıllarca. Dolu dolu bir öyküden sonra kim gözlerini dikmez ki ufka. Ansızın sokağı hüzün basar, daralırdı göğsünde bir ıhlamur serinliği bile. Bir de kediler vardı. Onlar hep gidememelerin dostuydu galiba.
...
Bunca zaman suskunluğuna “uçurtma yılları” diyecekti. Kerelerce ikna olmuştu yaşamaya o uçurum tenhalığında. “yeri geldiğinde”, diyordu“bir ömrün boşluğundan sarkacaktı uçurtma, upuzun gövdesinden sızıpdünyanın.” Umut içinde korkuyu da besleyen bir yenilgi miydi yoksa? Zamanın hepimize öğretecekleri var dediler, kaldı mı gerçekten?
-İyiyim, dedi.
…
Gökyüzü, insanın suret-i haleti olmalıydı. Ah, o güzelim meşeler, bir gün yeniden varacaktı buluta. Saklı hiçbir şey kalmadığında, kendi intiharından başka ne düşünebilirdi ki? Doğanın bitmez tükenmez cilvesi işte! Balkonlarda kediler sırt sırta verir, ilahi bir senfoniyle karşılamaya hazırlanırdı gelmekte olanı, ne güzel! O ise yeryüzünün en yaşlı kentinde bir terziyi aradı günlerce. Yüzünü bir fotoğraftan hatırlıyordu. Kederini epeydir bertaraf etmiş, kumaşlara işlemişti bildiklerini. Sahi, sonra neden hiç konuşmadı terzi?
…
“İşte, uyanıyoruz”, dedi, ”yine uykulardan.” Uyanır uyanmaz tüm düşüncelerini dalgın yüzünde yıkaması ne kötü insanın. Bir ömrün gizli pencereleri varsa, bu saatlerde açılırdı dünyaya. Asıl bu vakitlerde düşünmek adam eder bizleri. Hayatın kollarında aldatılmış çocuklar gibidir bu yarım kalma, ertelenme hali.
İnsan, dünya yüzüne bu zamanlarda bakıyor olmalı en güzel, en yalnız başına, en ketum, en yorgun, en çapaklı. İlişkilerse epeydir bir ömrün girdabında kayboluyordu.
Geçenlerde göğsünde uyanmıştı bir kadın, bütün kederlerinden arınık. Oda bir güzel eşlik etmiştiyüzündeki acıya aldırmaksızın. Hayat durmadan çocuklar doğurmuş; o, imtinaıyla baba olmaktan kaçınmıştı. Dünyanın en güzel şiirini yazacak mıydı bir gün? Karnı deşilmeden nasıl okundu kitap?
“Sonra bayılıyorum mesela”, dedi, “vitrinlerde gülümseyen biblolara.” Şıracı bağdan koparmış üzümleri, tekneler dolusu eve dönüyor, bir de gülümsüyor üstüne bir güzel! İşçilerden biri kente iniyor birkaç yıl sonra, şaşırıyor yeryüzünün nasıl böyle medeni kaldığına. Dalgın gözlerinden okunuyordu gün geçirmiş tecrübesi.“İyiye işaret bu”, dedi. Bir kadına şiir yazmak kadar mühim vesselam. Gerçi, ümitsiz bir sabaha uyanmaya da benziyor. Güneş, epey karanlık sabahlar doğurdu neticede ihtiyar yüzyılda. Herneyse.
-İyiyim, dedi.
…
Tünellere durmadan kalabalıklar akıyordu. Mezarlar gibi nicedir derin yalnızlıklara gömülüyordu insanlar. Yüzlerinin karanlığıyla geçtiler tünellerden. Her meşale ayrı bir vakıadır sönerken gözleri önünde bir diğerinin. Tam da ölü bedenlere ağıt yakma merasimindeyiz. Her alışkı; o ağlak kapıya çıkıyor, kaçabiliyordu insan yalnızlığından.
Mezarlara bakarken huzur bulması ne tuhaf insanın! Çiçekler, mistik kokular, devasa abideleryetiyor muydu üst üste kemiklerle yığılı çukurların yalnızlığını örtmeye? Üstelik her taşa da bir güzel düşmüş insanoğlu ölmenin gerçeğini.
…
Otobüs yavaşlarken kavisler dolusu bir yolculuk halini hatırlardı hep. Anima Mundi’nin kalbini aramıştı bu seyr-ül seferlerinde soruların. İnsan, bozkır gibidir yapayalnızken gökyüzü. Kelebekler, gelincikler, papatyalar hele hele kurbağa hangi kitapta kaldı yine? Ne ki dünyanın efendisidir hala şairler ve her kadın öyle ya da böyle güzeldir onların gözünde. “Bak, bitti işte rüya gibi bir yaz. Şimdi kim düşecek satırlara İstanbul’u, seni, bir Rum manastırını.” Otobüs yavaşlarken bunları da düşündü.
Çatılar, balkonlar bir ömrün sesleriyle doludur. Hele oturma odalarında üzerinde sevişilmiş kanepeler ya da bir yastık kılıfından bile fırlayıp yaralamaya müsait ömrün birikintileri. Otobüs yavaşlarken bunları da düşündü.
Ama bir mola yerine varıp
Ama bir ağaca bakıp
Ama bir sigara yakıp
sırılsıklam ağlamak şaire reva görülür hernedense. Geçmiş tüm izleriyle onda kayıtlıdır ve bir nüshasını deliler gibi taşır belleğinde
-İyiyim, dedi
…
Karanlıkları kızıl bayraklarla yırtan ülkeler biliyordu. Dünya böyle bir günde mi kurtulmuştu yalnızlığından? Tüm mühim binalar ele geçirilmiş, radyoda şarkılar yerine o destan düşü duyurulmuştu insanın. “Bugün, yüzyıllık esaretinden kurtuldu tabiat… Kitaplar, alet ve edevatı zevatın, çarklar, fabrikalar ve insanın kadim dostu toprak, cumhuriyet insanlarına sunulmuştur… Bugün, toprağa düştüğün tohum da senin yeşerttiğin başak da… Herkes kendi evinin ve ömrünün sahibidir… Bugün; geniş kalçalı kadınlar, bıyıkları sararmış erkekler, çocuklar da var tabi, kızıl bayraklar, flamalar… Bugün devrime çocuklar doğurdu İstanbul, yalnız değiliz vesselam… Bugün…”
Kalabalıkta bir el, tilki sofrasından tutup çeker gibi kendi payını, çekti dalgın kolundan.
Kalabalıkta bir el, masmavi bir deniz miydi anımsamıyor, tutup çeker gibi buluttan payını, çekti kolundan
-İyi misin Taranta Babu?
Dünyanın en kısa bakışımı. Gözleri kıskıvrak yakalanmış gibiydi. Daha fazla bakamadı. Eller, ah o beceriksiz titreyiş!
-İyiyim, dedi.
İrfan BALIK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.