- 3063 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
CAHİT KÜLEBİ
Onur BİLGE
Günlerin en kısa, gecelerin en uzun olduğu zamanlarda doğmuş; gecelerin en kısa, gündüzlerin en uzun olduğu zamanlarda aramızdan ayrılmış. Aralığın yirmisinde doğmuş, haziranın yirmisinde ölmüş. 1917 ile 1997 yılları arasında sürekli hareket halinde yaşanan, şiirlerle süslenen, Tokat’ta başlayıp, Ankara’da biten, dolu dolu bir hayat…
Sanayi Devrimi sonrası… Makineleşme devri… Atlardan eşeklerden, kağnılardan arabalardan motorlu taşıtlara geçiş dönemi… O zamanın insanlarına nazaran daha fazla seyahat etmek zorunda kaldığı için olsa gerek, yollardan çok etkilenmiş. Şiirlerinde yollardan, yolculuklardan, taşıtlardan sıkça bahsediyor. En çok da yük taşıyan araçlardan… Kağnılardan, kamyonlardan, trenlerden, gemilerden… Bildiğim kadarıyla, onun kadar taşıtlardan bahseden, başka bir şair yok! Asıl mesleği şoförlük olan bir şair dahi onun kadar yollardan sokaklardan, caddelerden; sürekli bir yerlere gitmekten gelmekten söz etmemiştir. Şiirlerinde de seyahat etmekte veya bu arzuyla yanmakta… Caddeler, sokaklar, yollar… Havadan, karadan, denizden gidiş gelişler… Yolculuklar, yolculuklar… Hep ayrılıklar, uzak ve mahrum kalmalar ve hep uzaklarda, özlenmekte olan kişiler… Ulaşılmak istenen birileri, imkânsızlıklar…
Hayatın gerisinde kalanları hatırlayışlar, hasret kalınanlara yapılan çağrılar, ulaşılamayanlara gidiş tasarıları, kavuşmalara dair hayaller, hemen hemen hepsi sevilenlere yazılan şiirler… Maceraperest bir ruh… Aşk için her şeyi göze alabilen bir genç… Sevgiliye yakın olabilmek için parasız pulsuz yollara düşen, trenle ta İzmir’e giden, eza cefa çekme pahasına orada bir süre kalan, kopamayan…
Hemen hemen zamanının ulaşım araçlarının tamamını şiirlerine sokmuş olmasının sebepleri belki de uzun süre gurbette kalması, hareketli geçen teftiş hayatı, sevilenlere veya sılaya kavuşma arzusunun şiddetindendir.
“Açık”, “Sevda Peşinde”, “Cebeci Köprüsü” ve “Çürüyen Otlar” isimli şiirlerinde trenlerden bahseder.
O zamanlar, uçağa binebilen az sayıda insan vardır ve o, şanslı kişilerdendir. Uçmanın tadını almış, tesirinde kalmış, doyamamış olmalı ki “Uçak Yolculuğu” isimli şiirinde bir uçağa sahip olma hayali kurmuş ve uçma arzusunu dile getirmiş.
“Kuşun Hikâyesi” isimli şiirinde gemi, “Dişi” ve “İstanbul’daki”nde gemiler, “Mustafa Kemal”de de gemi ile birlikte kayık, taka sözcükleri vardır.
“Alacakaranlık”ta taksiler, troleybüsler; “Evvel Zaman”da tramvaylar, kamyonlar yer almaktadır. “Dostlara Türkü”, “İstanbul” ve “Yurdum”da kamyonlar; “Sivas Yolları”da kamyonlarla beraber, arabalar, kağnılar… “Uyusun da Büyüsün”de arabacık, “Özlem”de at, “Tokada Doğru”adlı şiirinde de at ve tekerler…
Kurtuluş Savaşı… Yokluk kıtlık devri… Atlar, arabalar… Kağnılar cephane taşımaktadır. Tekerlekler dönmekte, taşlı tozlu yollarda paralel izler bırakmaktadır. Gıcır gıcır gıcırdamaktadır tekerlekler. Sokakta oynarken, arada sırada yanlarından geçen bir kağnı, bir araba, o zamanın çocuğu için ne kadar ilginçtir!
Önce tekerlekler dikkatini çeker. Çember çevirir yaşıtlarıyla. Arabaların arkasından koşar. Telden arabalar yapar. Atlara biner büyüyünce. Koşturur, olabildiğince! Uçuşur atların yeleleri, şişer gömleği, yeleği… Yüzüne rüzgâr vurdukça kızarır yanakları. Alnında bir serinlik, rahatlık, içinde tarifsiz bir huzur… Özgürlük böyle bir şeydir, mutluluk bu olsa gerek.
Türkiye Cumhuriyeti yeni kurulmuştur. O, bir Cumhuriyet çocuğudur. Hürriyet sevdalısı… Kaçıp gitmek ister uzaklara, dağların ardına… Gitmek, gidebildiği kadar gitmek… Fakat okumalıdır, hayata hazırlanmalı… Daha sıkı çalışmalı, daha çok… Hayalleri ancak bu şekilde gerçekleşebilecektir.
Yolculuğu başlamıştır bile. Tokat sıla olmuştur. Artık Sivas Erkek Lisesi’nde okumaktadır. İlk şiirlerini o zaman yazmış ve okulunda çıkan Toplantı adlı dergide yayımlamıştır. 1935 yılı Mayıs ayında çıkan Yücel Dergisi’nde de ‘Sivas Erkek Lisesi-Ahmet’ imzasıyla bir şiiri vardır.
Sivas Erkek Lisesi’nden mezun olduktan sonra tahsilini tamamlamak amacıyla İstanbul’a gider. Yazım hayatının ilk yıllarında yazmış olduğu şiirlerden bazıları çeşitli dergilerde çıkmaya başlar. 1938’de Gençlik Dergisi’nde, Mahmut Cahit imzasıyla iki şiiri yayımlanır. İki şiiri de Nazmi Cahit imzasıyla yayımlanır. Sonra Cahit Erencan adıyla Sokak, Gençlik ve Varlık Dergisi’nde şiirleri çıkar. Babasının aile adı olan Gullebi’ye yakın bir isim bulur. Soyadı Kanunu çıkınca, Külebi ismini tescil ettirir.
Külebi, İkinci Dünya Savaşı sırasında gelişmekte olan şiir akımlarının tesiriyle yazmakta, farklı amaçlar güden çeşitli kaynaklardan beslenen; onlardan esinlenmekle beraber, halk edebiyatının ve serbest şiirin tekniklerinden yararlanarak özgün bir sentez yapmayı beceren bir şairdir. 1940 Edebiyat Hareketi içinde etkin olmadığı, hiçbir gruba katılmadığı ve hiçbir eğilime dâhil olmadığı halde kendisini kabul ettirmeyi başarır. Anlatımındaki rahatlık, samimiyet ve duyarlığıyla şiirimizin yenileşmesine katkı sağlar.
İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdikten sonra hayata atılır. Antalya lisesi’nde, Ankara Devlet Konservatuarı’nda ve Ankara Gazi Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yapar.
Bir taraftan şiirler yazmaktadır. Gurbetin eline esir düştüğü zamanlarda sıla hasreti vurunca, sevilenleri görme arzusu şiddetlenince, hissettiklerini kaydetmeye başlar. O eski sevdası, o uzaklara gitme arzusu depreştiği zamanlarda, hayallerine takılır gider. Özgür ruhu zincir tanımaz. Bırakır bedenini uçurtma misali, kuş misali uçar, dilediği yere gider gelir.
Düşlerine uzaklar girer, şiirlerine vasıtalar… Araçlardan bahsetmemişse, rüzgârlardan bahseder, uçmaktan… Kuşlardan, balondan, uçurtmadan…
Sık sık geçmişe, geride bıraktıklarına gider. Onları anar, birer birer. Bir sılaya bir gurbete gider, hep gider. Bazen de gelsinler ister.
Nostaljiden hoşlanan, vaktiyle yapmış olduğu bir hatayı anarken içini yakarak kendisini cezalandıran, çok hassas bir insandır. Duygusallığının yanı sıra ince bir ruh yapısına sahiptir. Sade, olduğu gibi, dümdüz söyler; süslemez, lafı dolandırmaz.
Artık şiirde epey yol almıştır, kitap çıkarma zamanıdır. ’Adamın Biri’ isimli ilk kitabı 1946’da, ikinci kitabı olan ’Rüzgâr’, 1949’da yayınlanır. Bu kitabında Orhan Veli şiirine yaklaştığı görülür. Fakat henüz adını duyuramamıştır. 1950-1954 yılları arasında Sokak, İnsan, Türk Dili, Yaratış, Kültür Dünyası gibi dergilerde şiirleri çıkmaya başlar. Yurdun dört bir tarafına yayılan bu dergilerdeki şiirleri çok beğenilir. Artık ünlü bir şairdir.
Bir yandan şiirde, öte yandan da mesleğinde ilerlemektedir. Öğretmenlikle başladığı çalışma hayatına, Milli Eğitim müfettişi olarak devam etmektedir.
1952 yılında çıkan ’Atatürk Kurtuluş Savaşı’nda” adlı eseri, Nevit Kodallı’nın ’Atatürk Oratoryosu’nun temelini teşkil eder.
1955’de “Yeşeren Otlar” ile Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülünü alır.
1965’de “Süt”, 1969’da “Şiirler” isimli şiir kitaplarını yayımlar. İsviçre’ye kültür ataşesi ve öğrenci müfettişi olarak atanır. Bu arada bazı çeviriler yayımlar. Yurda dönünce de Milli Eğitim Bakanlığı Başmüfettişliği ve Kültür Müsteşar Yardımcılığı yapıp, 1972’de emekliye ayrılır.
1973’de “Türk Mavisi”, 1977’de “Sıkıntı ve Umut” adlı şiir kitapları yayınlanır.
Durup dinlenmek bilmez, yapmış olduğu onca işten sonra, Türk Dil Kurumu’nda göreve başlar, 1976’dan 1983’e kadar Türk Dil Kurumu Genel Yazmanı olarak çalışır.
1981’de “Yangın” Yeditepe Şiir Armağanına layık görülür.
1982’de “Bütün Şiirleri”; 1985’de düz yazılarının yer aldığı “Şiir Her Zaman”, 1986’da “İçi Sevda Dolu Yolculuk” isimli anı ve 1991’de “Güz Türküleri” adlı şiir kitabı yayınlanır. Şiirleri, 1997’de de “Bütün Şiirleri” isimli bir kitapta toplanır.
Mesleği gereği Anadolu’nun pek çok yerinde bulunma şansını elde eder. Yurdumuzun doğal güzelliklerini seyreder, örf adet ve geleneklerini yaşayarak öğrenir, bunları şiirlerine en çarpıcı biçimde, yalın bir dille yansıtır. Anadolu insanının acılarına ortak olur, onları dillendirir.
Bakımsız yerleşim yerlerinden bahseder, şiirlerinde. Çorak ovalardan, verimsiz tarlalardan, soğuğundan, karından kışından söz eder. Keskin rüzgârlar estirir mısralarında. Dizelerinde tuz ve odun taşıyan kağnılar vardır. Güzel kızlar, eşkıyalar, seyyar satıcılar, çiftçiler, çobanlar, hamallar, balıkçılar... O kadar yumuşak, sevecen ve alçak bir sesle anlatır ki onları! Yaşantılarını, çilelerini, acılarını, kederlerini, sevgilerini, aşklarını, hâsılı tüm sızlayan taraflarını, inleyen yanlarını ve o saf, hile karışmamış hallerini, o el değmemiş yüzlerini, gönüllerimize nakşeder dize dize.
Çok sevilir şiiri. Çünkü gerçektir, yalındır. Sevgi yazmaktadır. Aşk yazmaktadır. Arkadaşlık, dostluk, kardeşlik… Sevdirme çabası vardır, insanımızı insanımıza. Birleştirme gayreti… Kötülüklerin karşısındadır, barıştan yana…
Her okuyuşumda heyecanlandırıyor “Bebek”. Buram buram koku getiriyor Anadolu toprağından. Berrak bir güzellik… Sevecen bir yakınlık… Ellerini uzatıyor: “Senin dudakların pembe, ellerin beyaz… Al, tut ellerimi bebek, tut biraz…”
“Anlarsın” onu anlatıyor. Yorgun yalnızlığını, hasretini… Sanki okuru çağırıyor, sevgiliyi değil. Maviliklerde uçma arzusu hissettiriyor, durduk yerden. Soyutlamış kendisini, arkadaş seçmiş. Konuşmak istemiş, gecenin bir yerinde. Oysa halsiz, dermanı kesik, gözkapakları güçlükle aralanmakta, uyudu uyuyacak.
“Bir Halin Var Özlüyorum”, üç beş dizelik, küçücük bir şiir… Belli belirsiz bir portre çiziyor. Küçücük eller, sıcacık dudaklar, yıldızlı gözler ve inadına arsız bir burun… Çok genç… Sanki çocuk… Tut ki sevgili, tut ki eş… En çok aşk çiziyor, hasret, hasret… Burcu burcu…
“Bizim Dağlar”da geziyorum. Ararat Dağı, Yıldız Dağı… Sultan, Bingöl, Kaz, Keşiş, Kop Dağı… Kuş olup konuyorum birinden diğerine. Uzun Yayla’da güreş seyrediyorum, “Cebeci Köprüsü”nden denizi, dünyayı… Gurbet ele gidiyorum onunla. Bir çiçekle söyleşiyoruz. Yalnızlığı yaşıyoruz birlikte.
“Dostlara Türkü” söylüyoruz Ankara’da. Paslanmış kamyonlar gibiyiz. Bir bardak su, biraz ekmek… Yaşayıp gidiyoruz. Memleket hasretiyle yanıyoruz. “Gel Seninle Resim Yapalım” diyor. Küçük bir yüz çiziyoruz, nezleli bir burun ve kocaman yeşil gözler, zeytin gibi… Ve saçlar, bulutlar, türküler, masallar gibi… Bir de yürek, üstüne… Kocaman, sevgi dolu… Arkadaşlık, mutluluk… Tüm insanlar sığsın içine! “İsterse bütün şairler ölsün, ondan sonra!” diyor. “Hayır, ölmesin! Hiçbiri ölmesin! Sen, sen sakın ölme! E mi?” diyorum. Cevap vermiyor. “Neden?” diyorum. “Görmüyor musun? Şiir bitti!” diyor. El sallıyor, uzaklaşırken. Emir, Büyük Yer’den… Biliyorum. “Gitme!..” diyemiyorum.
***
Onur BİLGE
Allah şiir gibi bir cennet hayatı lûtfetsin, ona ve tüm Muhammed Ümmetine! ÂMİN!..
YORUMLAR
Değerli kalem,
Türk Edebiyatını adını ve şiirlerini altın harflerle yazdıran çok değerli şairimiz CAHİT KÜLEBİ'ye Allahtan rahmet dilerken;
O insanlar iyi ki eserleriyle varlar...
Sizler iyi ki varsınız...
Unutulmasın değerlerimiz.
Unutturmayanlara selam olsun...
Tebriklerimle
İbrahim ERZURUMLU tarafından 6/20/2011 5:19:17 PM zamanında düzenlenmiştir.
Emek dolu vefa dolu bir çalışmaydı...
Usta'nın bir şiirini de izninizle paylaşmak istedim...
Elbette kutladım...
Hikaye
Senin dudakların pembe
Ellerin beyaz,
Al tut ellerimi bebek
Tut biraz!
Benim doğduğum köylerde
Ceviz ağaçları yoktu,
Ben bu yüzden serinliğe hasretim
Okşa biraz!
Benim doğduğum köylerde
Buğday tarlaları yoktu,
Dağıt saçlarını bebek
Savur biraz!
Benim doğduğum köyleri
Akşamları eşkiyalar basardı.
Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem
Konuş biraz!
Benim doğduğum köylerde
Şimal rüzgarları eserdi,
Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır
Öp biraz!
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin!
Benim doğduğum köyler de güzeldi,
Sen de anlat doğduğun yerleri,
Anlat biraz!
Cahit Külebi