- 1061 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
TOPLUMCU GERÇEKÇİLİĞİ TARTIŞMAK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
18 Mayıs 2010 Birgün Gazetesi
Gerçekleşenlerin ötesinde bir güç
Kültür-Sanat Haber
www.birgun.net
ALİ RIZA KARS [email protected]
Her şeyin alışkanlık haline getirildiği, hayret etme yeteneğinin tembelleştirildiği, soruların bile istenen ölçülere göre sorulduğu bir zaman diliminde Osman Çakmakçı’nın; “Aslında kimin nasıl şiir yazdığı çok da umurumda değil. Ben kendi işime bakarım” düşüncesini; “Ama eğer bir şiir belli bir iddiayı taşıyıp o iddiayı yaygınlaştırmaya çalışıyor, toplumu ve şiiri yanlış yönlendirmeye yelteniyorsa burada devreye sorumluluk duygusu girer” diyerek geri plana itip toplumsal sorumluluğunu öne geçirmesini, kendi işini bir yana bırakıp toplumcu gerçekçilik üzerinden yeni bir tartışma başlatmasını önemsiyorum.
YENİ BİR BİLİNÇ
Egemenlik yarışında olan kültürlerin toplumlarda oluşturdukları etkiler, toplumlar tarafından kabul gördükçe, bu kabulleniş toplumsal bilince/bilinçsizliğe dönüşmekte ve toplumlar da bu bilinçlerine yeni uygulama alanı aramaktalar. Tüketim bilincini benimseyen bir toplumun sürekli tüketimi gibi; anlamsızlığı benimseyen şairler de sürekli niceliksel bir çoğalmayı beslemektedirler.
Şiir, derin sanılsın diye bulandırılmakta; dibi görünmesin diye üzeri sığ ve durgun göllerdeki gibi toz, çamur ve humuslardan oluşan o ince kaymak tabakasıyla kapatılmakta; pervasızlık ve özensizlik içinde yapılan eğretilemelerle, nedeni ve hedefi belirsiz göndermelerle; dil, içerik ve biçim yönünden tekdüzeliğe düşmüş bir şiirin silik kopyaları hâline getirilmektedir.
İşte böyle bir dönemde; Osman Çakmakçı’nın şiirle başlayan serüvenini şiir üzerine yazılarıyla sürdürmesinin önemine inanıyor, çoğu konularda iyi ki yazıyorsun Osman Çakmakçı diye düşünüyor, benim için önemli olduğu kadar da şiir, şair, okur ve herkes için yararlı olmasını umuyorum.
ŞİİRDE YAŞAM İZİ
Osman Çakmakçı; “Ahmet Telli şiirini başından beri sevmedim. Bu şiir bende samimiyetine ilişkin daima bir kuşku uyandırdı. O yüzden de son kitabına kadar bazı kitaplarını okumadım bile. İnsan hep aynı şeyi okuyunca canı sıkılıyor elbette.” diyen duygulanış fikirleriyle başlattığı yazısını; “Şimdi gelelim ‘Nidâ’ya. Bu kitaptaki bütün şiirler toplumculuğa aykırı bir şekilde formalist ve her bir şiir kendine, kendi biçimine ve içeriğine mahkûm. Ayrıca şiirlerde yaşantı/yaşam izi yok. Sanki bütün imgeler kitabî, yaşamdan değil de daha önce yazılmış şiirlerden, dizelerden yola çıkıyor. Şiir toplumculuğa aykırı bir biçimde kendini gönderiyor da yaşama nüfuz etmiyor, yaşama açılmıyor” diyerek, izlenimsel eleştiri boyutuna taşıyor.
İçerik - biçim tartışması, tavuk yumurta hikâyesine dönüştürülse de, yazılan şeyin şiir düzeyine eriştiği yerde, biçim ile içerik arasındaki etkileşim kendini her zaman gerçekleştirmiştir. Metodoloji bakımından içerikten biçime düşünülse de karşılıklı etkileşim içinde gerçekleştikleri düşüncesi bana daha yakın geliyor. Zaten Çakmakçı’nın yazılarını okuyan biri olarak biçim konusundaki görüşlerini paylaşıyorum.
İmgelerin nasıl yaşamsal olup olmadığına değinmeden önce, duygulanış fikirleri ve izlenimsel eleştiriyle ilgili benimsediğim görüşleri paylaşmak istiyorum.
Bilindiği gibi, sevmek veya sevmemek bir duygudur ve duygulanış fikirleri etkileyen ben’in doğasından çok etkilenen ben’in doğasıyla ilgilidir.
Bir kişi; “Dünya hep karanlık,” derse, bir duygulanış fikrinden söz etmiş olur ama bu dünyanın gerçekten hep karanlık olduğunu değil, o kişide böyle bir duyguya yol açtığını gösterir.
Bu bilgi, ne etkileyenin, ne etkilenenin doğasını ne de etkinin nedenlerini açıklar. Bulanıktır. Nedenlerin değil etkilerin, yani sonuçların bilgisine dayalıdır. Bilgilenme türü olarak en alt düzeydedir ve insanı yaşam karşısında edilgin kılar.
Bu duygulanış, nedensellik bağıntısı üzerinden kavranılarak kavramsal fikirler düzeyine taşınabilseydi, insanın yaşam karşısında, nedenlerin bilgisiyle donanmasına, etkinleşmesine ve eyleme gücünü artırmasına katkıda bulanabilirdi.
Kaldı ki şiirin gücü gerçekleşenlerin hepsinin ötesindedir. Ancak sezgisel bilgilenimle sonsuzluğa yönelebilir…
İmgelerin yaşamsal olup olmadığına gelince…
Ben, Ahmet Telli’nin -değil kitaplarını okumadan yazmak- bütün şiirlerini okudum. Zaten bütün şiirlerini okumadığım şair hakkında toptan bir yargıya varamayacağımı da bilirim.
Ahmet Telli’nin şiirine ‘yaşamın dışında’ diyebilmek pek olası değil gibi geliyor bana.
Bir şairin imgelerinin dışsal bir cisme ait olmadığını, söyleyebilmek için bunu örneklendirebilmek gerekir. Eğer şair olmayan bir şeyi, gerçekte var olmadığını bilmiyor ve varmış gibi alımlıyorsa bu onun yanılgısıdır ve imgeleme ile ilgili değildir. Dolayısıyla şairin bir şeyi, gerçekte var olmadığını bildiği halde, varmış gibi alımlayabilmesi/imgeleyebilmesi yanılgı değil, özgün bir gücüdür.
Zaten dışsal şeyin var oluşu dışlanamıyorsa nedeni bulunamayan olarak yapılan imgeler olduğundan daha güçlüdür.
Burada bilinen bir konunun altını çizmek istiyorum; ‘Dışsal bir nesnenin gerçekte var olmadığı halde açıkça varmış gibi algılanması, varsanı (hallucinatin)dır. İçsel (ruhsal) olan, yanılgı ile dışsal kaynaklı addedilir.’
TELLİ, HÂLÂ EZİLENLERİN SINIFINDADIR
Osman Çakmakçı betimleyici cümlelerden, kural ve/veya sonuç belirten cümlelere geçmenin sakıncalarını bilmez mi ki!? “… Eğer şiir başarısızsa ortada söz konusu edilebilecek bir şey de kalmaz. Yani salt toplumcu gerçekçi içeriğe sahip diye yazılan başarısız bir şiir kendiliğinden önem kazanmaz…” şeklinde görüşlerini açıklarken; “Bu çerçevede ele alındığında Telli’nin şiiri sınıfta kalıyor” diyerek sonuç bildiren bir cümleye geçiyor, hemen ardından da yeniden toplumcu gerçekçi şiir konusunda düşüncelerini açıklayan cümlelere…
Ya bir gün biri de çıkar, “Eğer roman başarısızsa ortada söz konusu edilebilecek bir şey de kalmaz. Yani salt toplumcu gerçekçi içeriğe sahip diye yazılan başarısız bir roman kendiliğinden önem kazanmaz... Bu çerçevede ele alındığında Yaşar Kemal’in romanı sınıfta kalıyor” derse!?
Ahmet Telli şiirinin hangi öğretmen tarafından ve kaç üzerinden kaç puan verilerek hangi sınıfta bırakıldığını bilmiyorum. Zaten nota dayalı eğitim sisteminin ne olduğu da ortada. Ama bildiğim kadarıyla Ahmet Telli hâlâ ezilenlerin sınıfındadır ve şiiri de, Kızılırmak’tan, Yeşilırmak’tan buharlanıp o sularda akarken, Barbar ve Şehlâ ile birlikte başlayan Dicle’den, Fırat’tan buharlanıp Dicle ve Fırat’ın sularında akışını Nidâ ile sürdürmektedir.
“Sanat bahsinde sekterlik [yobazlık] en büyük düşmanımızdır. Sekterlik nihilistliğin [yadsımacılık] bir çeşididir. Sekter, bir şeyden, kendi zevkinden başka her şeyi, bütün görüşleri inkâr eder. (…)
İNSANA HAS OLAN ŞİİRDE DE OLSUN
Ben şimdi bütün şekillerden faydalanıyorum. Halk edebiyatı vezniyle de yazıyorum, kafiyeli de yazıyorum. Tersini de yapıyorum. En basit konuşma diliyle, kafiyesiz, vezinsiz de şiir yazıyorum. Sevdadan da, barıştan da, inkılaptan da, hayattan da, ölümden de, sevinçten de, kederden de, umuttan da, umutsuzluktan da söz açıyorum, insana has olan her şey şiirime de has olsun istiyorum. İstiyorum ki okurum bende yahut bizde, bütün duyguların ifadesini bulabilsin. 1 Mayıs Bayramı’na dair şiir okumak istediği zaman da bizi okusun, karşılıksız sevdasına dair şiir okumak istediği vakit de bizim kitaplarımızı arasın” der Nazım. (Babayef, ’Nâzım Hikmet Kendi şiirini Anlatıyor’, Konuşmalar, ss. 180-186)
Toplumcu gerçekçiliğin unutturulmaya, gerçekçiliğin ötelenmeye çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Osman Çakmakçı bir yazısında; “80 şiiri yapay bir şiirdir… O dönemin şairlerinin referansı hayat değil, şiirdir” diyerek çok önemli bir vurgu yapıyordu. Bazı şairlerimizi bu düşüncenin dışında tuttuğumuzda, gerçekten de kendini toplumcu gerçekçi ve dahası gerçekçi addeden çoğu şairlerin bile bu etkinin güdümüne girdiğini görmezlikten gelemeyiz.
Ne var ki, toplumcu gerçekçiliğin unutturulup gerçekçiliğin (hatta toplumsalcılığın bile) ötelenmeye çalışıldığı bu süreçte bireysellik, ulaşılması gereken bir hedef gibi gösterilmektedir. Oysa var olan bir şeyin bir başka şeyden tam olarak soyutlanamayacağını kaydeden diyalektik düşünce, bireyin hallerini de çok iyi bilir ve hayattan bireyi soyutlamaz. Tarihsel birey olabilmiş bireyi önemser, dogmatizmin katılığından, mistisizmin bulanıklığından korur. Sanatın ereğinin sanatın kendisi olduğunun altını çizerken sanatsal edimin hayatın dışında olmadığına vurgu yapar.
Ahmet Telli şiiri, belli bir kültür düzeyi olan insanlar arasında alımlanır durumdadır. Hayatta dolaşıma girmiş bir şiirdir. Bu bir gerçeklikken Ahmet Telli şiiri için “yaşamın dışında” yargısına varmak oldukça düşündürücüdür…
Sevdiğim ve şiirlerini, yazılarını keyifle ve gelecek açısından umutla okuduğum güzel insanlar! İyi ki varsınız ve yazıyorsunuz. Birbiri için canını veren bir geçmişten, birbirini boğazlayan bugüne geldik. Kalemlerinizin karanlığı aydınlatması ve geleceğin güzel ufkunu çizmesi dileklerimle…
YORUMLAR
Böyle bir yazıya bu kadar az yorum almak!
Kimsenin söyleyeceği birşeyi mi yok? Yoksa; söyleyebileceği fikri mi yok düşüncesini uyandırdı.
Bakın elelştirinin güzeliği ortaya çıktı!
İnsanlar eleştirilmekten korkuyorlar çünkü güven sorunu yaşıyorlar. Muhteşemlik kula münhasır bir durum olmadığını anlayamıyorlar. Dolayısıyla eleştirilmenin güzeliğini yaşarken ve yaşanılmasına olanak tanırken kazanılacak bilgi ve erdemliliğin farkına varsalar ve bilseler kimbilir kimler neler kazanır.
Tabi ki, eleştiriye saygısızlık eylemini eklememek ve yapıcı elelştirilerde bulunmak; bu işin eleştiren tarafından, İnsanlara sunulan kazanç durumunun da, farkında olmayı; bilmesidir güzel olan.
Yazan eller var olsun ki, konuşan dillere hayat sunsun.Ve hayat erdemliliğin hükmüyle yaşam sürsün.
Selam ve saygılar.
KESKİNZAMAN
bu sitede birini eleştirdiğim için banlandım, ince kinayeli yaazmama
rağmen meğerki lobisi kuvetliymiş,hepsi şikayet etmiş
bence bir kez daha düşünün yazdıklarınızı ve gerçeklik payını
saygılar
hedef belli olmadan yapılan eleştirilere eleştiri denemez
eleştide kim ne için neden eleştirdiği belli olmalıdır,
sitede dediği şekilde çok eser var buyrun eleştirin
başınıza neler gelecek);
Nilgün Akçay
Dolayısıyla hayatın anlamına vakıf olmaktır gayemiz/niz.
Yineliyorum eleştirinin yapıcı ve yıkıcı boyutu göz önünde bulundurulumalıdır. Herkes eleştirilebilir ve eleştirir.
Selam ve saygılar.
insan köklerinden kopartılıyor,yalnızlaştırılıyor doğal sonucu köksüz,toplumsallıktan kopuk,bireysel
kendinden başkasını düşünmeyenlerin yarattığı bir sanat ,1980 den sonra apolitize olan yığınlar,
hayatlarında ne var kendisi medya ve dış destekli bu oldu hale dayatılıyor,bireyci ve apolitize kimseler övülüyor ve medyada
idol olarak gösteriliyor,idoller politikadan uzak direk bir duruş sergilese
gösterilmiyor ve eserleri mutlak butlana sokuluyor ve unutturularak diz çöktürülüyor ve böylece diğer idollarada göz dağı veriliyor ve burdandanda bütün topluma .
güzel bir yazı kutlarım
Çok başarılı akademik bir dil ve oldukça düzgün bir tarzla yapılmış bir kritik.
Bazen bu site beni çok şaşırtıyor. İnternet ortamında edebiyat kaygısını taşıyan başka bir site olduğunu zannetmiyorum.
Günlük basit dilden kurtulmuş ve basitliklerden sıyrılmış "Edebiyat" denilebilecek tarzda çalışmaların çıktığını görmek beni mutlu ediyor. Evet artık şu cümleyi kurabilirim bu sitede Elit bir Edebiyat gönüllüsü ve dertlisi grup var. Başarılarından dolayı sizin nezdinizde herkesi kutlamak isterim.
Günümüzde tartışılmasına en çok gereksinim duyduğumuz, ama çok da umursanmayan bir konunun kapağını kaldırmış Ali Rıza Kars. Umarım ki bu tartışma, alanında yetkin yazın ustalarınca sürdürülür; bizler de yararlanırız. Ali Rıza Kars'ı kutluyorum, güzel bir yazı okudum.
ali rıza kars
Eleştirinin ve konuşmaların olduğu yerlerde bilgi birikimleri olur.Yeter ki uslup ve seviyeleri güzel olsun.Ayrıca şair ozanların veya yazarların hayal dünyalarına bir sınır koymalarından yana değilim ben .Toplumsal sorunları yazan bir şair ,kaleminin birinde de gayet soyut ve sürrealist şeyler yazabilir,veya tam tersi olabilir.Bunlar insanı zenginleştiren şeylerdir.Güzel bir yazı ,bilgilendim teşekkürler.
Ahmet Telli ve Osman Çakmakçı ve diğerleri yazmaları ve tartışmaları ne kadar güzel.
Demek ki düşünen insanlar var ve itirazlar, yadsımalar bu daha da güzel .
Karşı tarafı ateşleyen ve daha güzele yönlendiren güç odaklı hareketlerdir bunlar.
Eğer yazılanlar okunuyor ve eleştiri alıyorsa kesinlikle kayda değerdir yapılan işler.
Edebiyat karnı geniş ama zamanın imbiğinden damıtılan edebi eserin azlığı aşikardır.
Herkes yazsın ister toplumcu gerçekçi olsun, ister aşkı isterse kendini anlatsın şair ama yazsın konuşandan çok düşünen ve yazan, üreten insanlara ihtiyacımız var.
Herkese yetecek kadar yer var bu edebiyat denilen dünyada.
Önemli ve düşündürücü yazınız için kutlarım.
saygıyla
_cânâ_ tarafından 6/18/2011 1:11:14 PM zamanında düzenlenmiştir.