- 1450 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aşk Sızıyor Suskumun Dallarından
Uzak düşünüşlerin satır aralarında buldum seni, merhaban oldu aşka gülüşün
Dilinde anlam bulan masallar yazdım sana, mutluluğun hıçkırık odasında öpüşün
Mor dağların yamaçlarında ara beni, bir serçe kanadında olsa da sevdama gelişin
Sol yanımdaki gümbürtüye daya kulağını yar, aşkın rüzgârları isterse bizi üşütsün
Mor bir gecede adresini arayan gül coşkuları gibiydi ellerimdeki ıslak sürgün. Bayram sevinçleriyle mutluluk iksiri dolduruyordu bir kadın boşalmış kadehlere. Seviler evreni kucaklayan bir renk halatı, sen mahzun dünlerin ütopyasını denizlere atan bir sevdaydın.
Hangi ağacın altı daha serindi hiç düşünmedik ve rüzgâr hangi yönden daha hırçın esiyordu kestiremedik. Uzandık bir surun altına sonra, dizi oldu ilmek ilmek sana dizilişlerim. O mor dağların zirvesinde, o içime eğildikçe hışırdayan ulu ağaçların gövdesinde seninle kapandım kendime ve seninle içmiştim ölümsüzlük iksirlerini bir dikişte.
Gövdemin aşkı arayan dallarında tünemiştin yolunu kaybetmiş bir serçe gibi. En soylu hıçkırıkları getirmiştin belki de bana gelirken ve ben önce kanatlarını okşadım, ardından terini sildim sevdalı ellerimle. Zarif bir mutluluk hıçkırığı döküldü dilinden, masallar içindeki devlerle öpüşmeyi sevmezdi, ancak biz mülteci bir alevin kuyularında evliya sarılışlarla buluşturmuştuk ıslaklığımızı, kül rengi bir geceden geçerek bulmuştuk aşkın hicranlı artığını.
Sert bir rüzgâra dayadım ardından sırtımı, sana yasladım aklımı ve kırıntı ararken serçeler ben hep seni düşündüm. Aşkı arıyordu sevgililer avuç çizgilerinde ve aşkın dudağını istiyorlardı rüzgâr geçişleriyle bedenlerine. Ben seni özlüyordum uzak şehirlerde. Sol yanımda gümbürdeyen şarkıya ekmek atar iken âşıklar, kadehte arzu, masada sen ve kapıda gölgen duruyordu. Sevdanın şarkısı çalıyordu sahnede, aşkın kırık dansı vardı gölgeyle. Seni dinliyordum bir duvar gölgesinde, seni yudumlara bölüyordum ve özlemin ateşiyle bir sana sarılıyordum yar, o yüreğimi üşüten rüzgârın hiddetiyle.
Apansız kaçışların göz kristallerini avuçlarında biriktirirdin sen, ben anların sarı eteklerini sallar iken. Doğrularla yanlışların kahır mektuplarını gömerdik toprağa, bahçemizin saçaklarına cemreleri bekler iken. Gitmeyi çalardı şarkılar, sen hüznün yaralarına aşkın tuzlarını serper iken. Gün kısalırdı öfkemin hiddetiyle, ölümsüz güzelliğinin dalgalarıyla sen benden gider iken.
Günün yangını dökülürdü seni düşündükçe saçlarıma. Birikmiş acılar acıtırdı ruhumu, ben yağmur olup ülkene yağar ve aşk gibi saçlarından damlardım. Uzak yollar kanardı topuklarımda, yoksul umutlarla sensizlik olur sana akardım. Mor düşlerimin gövdesine saklanırdın ben seni istedikçe, gün tamam olurdu böylesi anlarda, gönlüm harman olur gül bakışlı gövdenin kentlerinde ben hep seninle yürürdüm.
Unutulmaya yüz tutan hatıraların yokluk mevsimine erken inerdi kış, sargılı yüreğimizin yaralarını pişirmek için. Her umudun resmi bir gülüşün hikâyesi olurdu, bilinmez bekleyişlerin terkisinde biz denizleri izler iken. Unutulur bir gün yaşananlar ve tazelenmek istenir anılar, gün kaçağı gözlerin beni izler, dillerin adımı söyler ve işte o gün aydınlığımız olurdu sevişmelere soyunduğumuz geceler.
Kaygılı tutunuşlarımızın kaygan sırtında hüzün savan dalgalar arardık gövdemizdeki isyan sırrına ellerimizi uzattıkça. Durdurulamayan zamanların rutubetli mahzenlerinden bir şarkının sözleri hayata sızar ve işte o an kıymet biçilemez bir devrialeme dönüşür anılar. Düş vanalarından aşk damladıkça, ruhumuzun saçaklarına sevda sarıldıkça ve yangın yüreğimize gökyüzünden yağmur damladıkça bizi kollarına alacaktır hayat. Gül dalından aykırı, alev yürekten ırağı sevmez ve her aşk külünü denizlere serpmeden başka bir yüreğe girmez.
Kaşığımdaki lokmayla gelirdi kokun içimin kapalı odalarına, sevdanın koyu gölgesinde ben seni izlerken. Yamalı gemiler geçiyordu çok uzaklardan, ben özlemin nöbetleriyle bir sahilde içten içe titrerken. Dudakta tanımsız bir buluşma şöleniydi seni sarmak, terimin rüzgârı kuruyup ben aşkınla seni dilerken. Yosunlar biriktirmişsin yokluğumun dolaplarında yar, kilitli kapılar ardında sesimin özlemine ağlarken. Susup yokluğuna ah, kıymık sancılarla gözlerinden ben aşk olup akarken. Yanağına tuz düşürdüm bak yine, oradan süzülüp yüreğime sen bir deniz olup akar iken.
Yapışkan bir arzunun işkence odasından kaçarak gelirdin sözlerimin kıyısına. Sana biriktirilmiş coşkularıma göğsünü açar, işkence artığı bedenini soyardın yeniden gönlümün ferine. Durmaksızın sökülürdü içimiz birbirine ve eklenmeyi beklerdik ansız dönüşlerle aşkın günlüğüne. Dalda meyve üşür, gökte bulut yönünü şaşırır, umutlar dağınık yataklarda soluğumuzun isyanına karışırdı. Sensizlik sürerdim kuru ekmeğime, senli düşlerimin dağında ben kimsesizliğimin savruk dualarıyla dolaşırdım iç çekişlerimle.
Aşınmış merdivenler gibi sensiz bedenim. Yorgun bir günün altında sana gelen gemilerdeyim. Gövdemde usançlı bir içleniş, ben ruhumun parmaklarına tutunarak sana demleniyorum. Yosunlar geçiyor sulardan, tersine dönmüş bir aşkın penceresinde mevsimleri izliyorum. Güneşte aldanış çığlığı, bulut isyankâr ve ay kendine küskün gülüm, ben seni istedikçe hep kendimle sevişiyorum. Al ellerimi, kavra düşlerimi, kanat sevilerimi yar, ben seni sevdikçe bu kâinata aşk olup dökülüyorum.
Rotasız yolculukların köhne limanlarında bıraktım ben aşkı, yüreğimdeki satır aralarında ara bundan böyle mutluluğun şırasını. Çok hasatlar gördü bu yürek, Babil’in çığlıklarıyla sardı gecelerde sevdanın yarasını. Pusatsız ölümler gördü bu adam, öldüren ağıtlarla yaşama yüklendi ve her yenilgiden zaferlerle ayrıldı. Çok umutları elinin tersiyle itti bu yürek, şarkılarla dağlandı, sonsuz düşlerle yangınlara daldı, yıkılmadı, yanmadı ve hep kendi öyküsüne ağladı.
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.