- 507 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Evleri Açıkta mı?
Şirk, insanda, imanı samimi olmadığında gelişen bir hastalık. İmanda kuşku varsa kişinin şirk batağına saplanması kaçınılmaz; sağlam, samimi, gerçek imanda şirk olmaz. Rabb’inden derin bir saygıyla korkan, O’na aşkla bağlı olan insan şirke girmez. Birçok insan ise genellikle ailesiyle ilgili konularda şirk yaşar. Kur’an’ın Peygamberimiz (s.a.v.) zamanına dair verdiği bir örnek şu an da aynen yaşanmaktadır:
Onlardan bir grup da hani şöyle demişti: "Ey Yesrib (Medine) halkı, artık sizin için (burada) kalacak yer yok, şu halde dönün." Onlardan bir topluluk da: "Gerçekten evlerimiz açıktır" diye Peygamberden izin istiyordu; oysa onlar(ın evleri) açık değildi. Onlar yalnızca kaçmak istiyorlardı. (Ahzab Suresi, 13)
Yukarıdaki ayetlerde bazı kişilerin, "evlerimiz açıktır" diyerek Peygamberimiz(sav)’den izin istedikleri bildirilir. Bu kimseler, “annem, babam, kardeşlerim, eşim, çocuklarım var, onları bırakamam; onların yanında olmam gerekli" diyerek mazerette bulunurlar. Evleri açık olmadığı halde bahaneler üretmelerinden amaçları gerçekte, Peygamberimiz(sav) ile birlikte küfre karşı mücadele eden Müslümanların mücadelesine katılmaktan kaçmaktır.
Bu durumu, birçok insan o döneme ve o dönemde yaşayan kişilere ait bir özellik gibi görür. Oysa aynı durum bugün de aynen yaşanmaktadır. Fitne kalmayıncaya kadar fikri mücadele edilmesi buyruğunu birçok kişi göz ardı etmektedir. Mazeret de aynıdır; ailelerinin onlara ihtiyacı vardır. Söz konusu Kur’an ayetlerini bildiği halde kişi, öncelik olarak zayıf bırakılmış Müslümanları değil, yalnızca kendi yakınlarını gözetmeyi kutsal bir amaç ve saygı duyulacak bir durummuş gibi anlatır. Ayette söz edilen kişilerin özelliklerini taşır ancak kendisinin farklı olduğunu zanneder. Oysa bu kişinin yaşadığı durum, ayette söz edilenle tam olarak örtüşür.
Allah’a bir ucundan ibadet eden kişi, Kur’an’ı yalnızca çıkarına uygun gördüğü ölçüde yaşar. Örneğin Kur’an Müslümanlara, zayıf bırakılan insanlar için mücadele etmeyi farz kılarken, o görmezden gelir; "yakınlarınızı ateşten koruyun” emri gereği yalnızca kendi yakınlarını korur. Kur’an’da “mal edinmek ve ticaret var, o halde ticaret yapar, mal edinirim" der ancak "ihtiyaçtan artakalanı verin" buyruğunu yok sayar. Ya da “içinizden bekarları evlendirin” ayetine uyarak evlilik yapar ama Allah yolunda mücadele emrinden, "ailem, evim, çocuklarım" gibi bahanelerle yüz çevirir. Dahası, “elimden bu kadarı geliyor, ancak bu kadarını yapabiliyorum; ben evliya değilim" gibi sözlerle dini kıyısından köşesinden yaşamaya devam eder.
Belirli bazı ibadetlerini yaptığı için kendini yeterli gören bu insan, aslında hayatını doya doya yaşamanın derdindedir. Toplumdaki, "desinler" mantığı kıstasıdır ve özellikle varlıklı biriyse kendince önemli gördüğü herşeyi insanların gözü önünde ve abartılı olarak yaşar.
Örneğin çocuğunu evlendirecekse, anlı şanlı, ortalığı "yıkacak" bir düğün yapmayı düşünür. İslam aleminin perişan durumunu aklına bile getirmeden, yalnızca insanların "ne muhteşem düğün yaptı" demeleri için parasını adeta "akıtır". Baskı ve zulümden kurtulmak için camiye sığınan Müslümanlara sıkılan kurşunları görmezden gelir, şaşaalı düğününde havaya kurşun sıkarak yeri göğü inletir.
Oysa insan Allah’ın rızasının en fazlasını aramakla sorumludur. Örneğin, söz konusu kişi bir anda kendisini cehennemin kenarında bulsa. Ve önünde, parasını ya insanların beğenisini ya da Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla kullanmak gibi iki seçenek olsa... Hangisini tercih eder dersiniz?
Nefsani çoğalma yarışı ve tutkusu, birçok insanı dünyaya yöneltir. İnsanlar Allah yolunda "hayırda yarış" yerine dünya hayatındaki "çoğalma" yarışını seçerek oyalanırlar. Ardından da Lokman Hekim’in şu sözü gerçekleşir: "Mide dolunca fikir uyur, hikmet ölür ve azalar durur."
İnsan, mal ve mülkü Allah’a yakınlaşma yolunda araç olarak kullanma yerine, hepsini amaç edinip sırtına yüklenir. Ve ne olur? Ağırlığı altında ezilir.
İnsan sonsuza kadar yaşamayı arzu eder; yaşayacaktır da. Ancak samimi inanan insan sonsuz yaşamın dünyada değil ahirette gerçekleşeceğini bilir. Ölümü ve ahireti düşünmeyip, çekici kılınmış dünyevi mal ve mülke tutkuyla bağlanan, çevresinin, anne babasının, eşi ve çocuklarının rızası için yaşayan kişi için ise sonsuz hayat azapla doludur. Evinin açıkta olduğu mazeretine sığınmıştır; şimdi ise barınma yurdunun kapıları sonsuza dek üzerine kilitlenmiştir.