- 425 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 98
98] Daha önceki bölümde belirtildiği üzere bu tehdit Potsdam kararları üzerine, daha bir güvenceli ve fütursuzca oldu. O günkü Sovyetler; Postdam’daki değinilen görüşme taslaklarını, önceden beri olan boğazlar üzerindeki hayali egemenlik amaçlarını gerçekleştirmenin bir aracı olarak gördüler. Rusya bu görüşmelerden cesaretle, tehdit ve talep yaptı.
Çünkü ABD ve Birleşik krallık bu görüşmelerde Rusya’nın boğazlarda serbest geçişini desteklemişlerdi. Bu konuda Türkiye’ye görüş bildirme kararı aldılar. ABD 2 Kasım 1945’de buna değin notasını verdi. Ve Britanya Krallığı da 21 Kasım 1945’de bu doğrultuda Türkiye’ye nota verişle görüşünü bildirdi. Rusya ise 1 yıl sonra 7 ağustos 1946’da tehditkâr olmanın mağrurluğu ile güya bu bildiriyi yaptı.
İki tehdit durum ve iki durum karşısında geliştirilecek LİDERLİK tavrının anlaşılması bağlamında, Birincisi herkesçe biliniyor. Ama ikinci pek bilinir değildir. Bunun için burada Kurtuluş savaşı öncesinin tehdit ve fili işgali ile 1945-46’ların bana göre yüzeysel ama çok ciddi tehdidini, karşılaştırabilmek için şu tespitleri belirtmekte yarar vardır.
1- Rusya’nın tehdidi, Potsdam görüşmesi olan ve sonra da Atom bombasını kullanmanın güncelliği ile dağılan, güya bir uluslararası görüşmenin meşruiyet ligi havasında, gibi başlamıştır. 2-Benzer tehdit aynı anlaşmanın meşruiyet ligi ile ABD ve İngiltere’den de gelmiştir. Ama bu kadar kaygı yaratmamıştı nedense(!) Bir alicengiz oyununu bana düşündürtmekte. 3-Bu durumun dallanıp çatallanan kaosuna karşın, ABD ve İngiltere bizden (sureti haktan görünüp) yana siyasi politika koymuşlardır(!) bu ABD ve Birleşik Krallığın taraftar girişmelerine değin bundan sonrası gelişmeleri, çok vahimdir.
4- Yani tehdit Rusya’nın göze alabileceği bir risk olmaktan böylece çıkmıştı. 5- Rusya’nın 24 Eylül 1946 notası sonrası İngiltere ve ABD; ’Potsdam görüşmelerine göre herkesin bir kez yazışabileceği (meşru olanın bu olduğunu), cevaplaşmak sureti ile sorunların tartışılamayacağını’ belirten desteklerini ortaya açıkça koymuşlardı. Ve Sovyetlere nota vermişlerdi. 6- Türkiye’nin o konjonktürde iyi kötü, tehdide karşı koyacak hazır da bir ordusu da vardır.
Bir yönetici davranışı, güne değin alkış ve günün teveccühünü alabilir. Bu davranışlara kendisinden sonra, çok değil, 5 -10 bilemedin 30 yıl içinde bakıldığında, lider davranışları belli olur. Söz gelimi ikinci cihan savaşına girmeyişimiz, büyük bir liderlik vasıflı tavır, tutum ve gerçekleşme olmuştur. Ama bu anlamda da ikili anlaşmalar o denli tehlikeli ve ülke geleceğini, ipotekçi kılacaktı.
Kendisinden sonraki girişmelerin hem mazereti olmakla, hem de kısır döngülü görüşü olmuştur. Ve 1946 sonrası süreçte böylesi verimsiz ve rehin alıcı, daha temeli geleceğin (ki gelecekteki siyasilerde bu rahatlığın üzerine yatmışlardır) siyasetlerine kendi başına davranamaz olmanın, belirleyici kısıtlılığını giriştirmiştir. Bütün girdaplınmışlar, buradan türeyecekti. Savaşa girmez oluşumuzu dahi, bir nimet olarak göremeyecektik.
Savaşa girmemişsek de, savaş sonrasının koşullarda; savaşa girmiş gibi olmanın sürer olacak tüm olumsuz sonuçları, üzerimizdeydi! Liderler işte bunu görememişti. Oysa bir savaşta oluşun icabı hali olan ölüm yakma ve yıkması, geleceğe taşınmazdı. Yeni inşalarla düzeltilirdi. Geleceğe taşınacak olanlar, bambaşka idi. İşte bu türden elinizi kolunuzu bağlayan emperyalist alicengiz oyunlarıydı!
Siyasetçilerimizin olumsuz yaklaşımları, yakın (tehdide değin, karşı cazip teklifin) hoşlanmanın kısır avunma ve avutmasının içinde olmuşlardı. Tuzaklar ya görülememişti ya da görmezden gelinmişti. Her iki hal de, siyasetin liderden ve kadrodan yoksunluğu demektir. Savaşa girmemenin sonuçlarını ve avantajlarını, bütün siyasi politik diğer destekleri ile ileri aktaramayan basiretsizlikler olmuşturlar! Bu tür basiretsizlikler yüzünden, savaş içine girilmemiş olunmasına rağmen, bir savaşa girmiş olmanın verebileceği onca dokuncadan kat be kat fazlasıyla, savaş sonrasının koşulları bize daha ağırdı!
Gelecek bunlarla, bu tür sürdürülemeyen boş politik övünmelerin promili ile hiç ayıklamayışlarını, basiretsizliğin, ipotekçi yaklaşımlarla ödenmesine; projesiz ligin karşılıklı çıkarlar gözetilmeden ödeşilmesine ve dış güçlerce belirlenen konjonktür olacaklara, eli kolu bağlı olaraktan teslim olunmuştur. Yeşilli, ılımlı, İslamcı savruluşlarla; güya rol modelci olmanın hoşlanmalı, oynatılmasıydı. Ta ki cemaatçi bir yapıya gelişle toplum bütünlüğünü ayrılıkçı gözle, özgürlük içinde tartışır olacaktık!
Yani 1919’daki işgalcilerin karşılarında duracak, bize alenen destek çıkacak ve karşı tarafa tehdit olacak başka bir emperyalist güç, bölgemizde yoktu. Sovyetler bunun kısmi bir para ve moral desteği içinde idiler. Kurtuluş Savaşı durumdaki umutsuzlukta, mandacı görüşlerle ülkenin savunulması fikri, ortama ihale edilmiştir. Kendi yoksunluk ve çaresizliğiniz dışında, konjonktüre oynayacağınız pek bir coğrafya sal destek oluşum yoktur! Bu elim şart ve durumlarda, Gazi buna engel olan bir girişmedir.
Tüm Atatürk olurdu denen 5-6 kişi bu zamanda böylesi mandacı teslimiyetçi görüş içinde idiler. O günlerde dizginler bunların birinin elinde olsa idi, 1945-1946 Rus notamı karşısındaki devinişlerin bir benzerinin ve daha vahiminin, o günlerde de olacağından hiç şüpheniz olmamalı idi. O günlerde ordu ve silahınız olmadığından elbette ki durum daha vahim olacaktı. Çünkü 1918-1919 günün güncel, aktüel durumu içindeki, etkin kimi kişileri, üstelik şimdi daha bir tecrübeli ve 1920’ye göre daha bir varsıl olan toplum durumundaki konjonktür sel kadro olaraktan, 1945-1946 tehdidi karşısında bulunduklarında, benzetili aynı durumla karşı karşıya benzer kişilerdi.
1918-1919 olgusunda bu lider benzetili yöneticiler mandacılığa ve sadece padişahı kurtarmanın yollarına kiplenmişlerdi bunlar. Asla vatan sevgilerinden şüphe edilemez bu büyük insanların durumu sadece çaresizliğin bir ifadesindeki çıkış yolu görememelerindendir. Eğer vaki ise; Gazi’nin bunlara: ’hükümetimiz, padişahımız, serbest değildir. İlkin onları serbest kılacak girişimin içinde olalım’ gibisine asıl yolu, dolambaçlı şekilde onlara makul kılan, bir nefes aldırma ile kadrosunu şevke getirici yaklaşılmış olması da, çok çok akılcı olurdu.
Oysa 1945- 1946 tehdidi bir tek emperyalist ülkenin tehdidi idi. Diğer emperyalistler sırf çıkarları için, Dünya egemenlik paylaşımları için sizden desteklerini esirger olmayacağı da düşünülebilir birçok artı olan olası durumdur. Yani vahamet 1919-1920 koşullarındaki gibi hiç değildi. Onula kıyaslanamayacak denli kendimize güvenli, az çok hazırlıkları mukavemeti, cesurca olacak bir dönemdi.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.