- 900 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Solcu Kız
—Geç kaldım, özür dilerim.
—Geç kalmasaydın gelmezdin zaten.
Solcu kız. Aklımın ucundan çıkmayan yar/a.
Çağrısız bir yürüyüşü kucaklar gibiyim. Çıkmaz sokaklara varıyor adımlarım. Leş yiyici ölmüş bir hayvanın kokusundan kaçarak duvar diplerine saklanıyorum. Etekleri çamur şizofrenyamın. Peşinen yenilgi diyorum kaçıp kurtulmalarıma. Yalnızlığın akil olmaz ve akıl almaz duygusuyla sarmalandığımı (var) sayarken kötürüm yalnızlığın pençesine düşüyorum aslında. Salıncakta sallanırken şen kahkahalar atan çocuk hüviyetine bürünemeyişim poyrazlı sabahlara uyandırıyor beni ansızın. Zamanın (gide gide) daraldığını hissediyorum. Nefesim yoruluyor. Hayatın kesin öğretileri neme lazım? Saçmalık. Aptal uyuşukluğuyla hayatın bahşedilmiş huzurundan dem vuruyor insanlar. Her şeyin pür siyah olduğu gerçekken huzur masalına nasıl inanılır solcu kız? Uzaktan göz kırpan ama asla yaklaşılmayan ışığa benziyor hayat bence. Uzak, soğuk, yaban ve var olmayan ümit… Kıskacında kıvrandığım yenilgi hayvansı dürtüyle sarmalıyor benliğimi. Elimde Kızılderili mızrağıyla kendimi beyazlara karşı savunuyorum sanki. Ölüm beş karış sol asfaltta. Omurgasız heyecanlar, ayaklar altına alınmaya amade beklentiler… Kızgın kumlar üzerine yatırılan gövdeme yapışıyor terimin kokusu. Mide gürültülü açlığın nefesini koklarken aşk niyetine lağıma düşmüş hayatların yüzlerini görüyorum. Aklın evveli kendini belli etmiyor evvele. Ruh, habis otel bekçilerinin karamsarlığında fahişe kusmuğu... Yoruldu kalbim sere serpe eşiğine eğilmekten solcu kız!
Gözlerinin su rengine vuran kanın iliklerime düşüşünün anlamını kayba yükle. Dil azar, ses kurur, şehir yanar. Öyle cesur bakabilmenin hesapsız tangosu damarlarımı yırtar. Aşk herkesin dileği. Yahut dileği aşkın şart kipiyle çekilmiş olanın kalbi var olmanın kendisi. Dur ve düşün! Aklın hesabı aşka vurulunca parmaklarım tutulur geceleyin. Ölsem müntehirim, yaşasam kirlidir beklemelerin. Ama biliyorum sen benim ölmemiş olma ihtimalimi sevmedin. İbriklerden dökülen su ile yıkanan sesinin mübarek saçlarından azade duruşuna sövüp durmak beyhude belki de. Aşk keremin fazlı. Aşk sebebin bir lâ ekiyle okunması. Dilinin altında pas. Uykum geliyor senden düşen adımlarımı yola her çizişimde. Yüksek topuklu ayrılığın ruh doğurtucuları beynimde geziniyorlar kırmızı pelerinleriyle. İçimdeki ayrılık seğirmesi adından. Ki seninle her an baş eğmesi, dil sürçmesi, palavra provaları makbul. Oysa seninle yağmurda ıslanmadık ki biz; dudağının ıslaklığını öpsün saçlarım. Bir kez daha gel ve ne olur yağmur suyu bas incinmişliğime bu kez.
Bende bana tapan, beni tanrılaştıran bir ben varsa, bende benden içeriyi gören ve ünsiyetimde ayna kıran bir ben var aynı zamanda. Ben kimim bu hâlimle? Yalanla hakikat kadar içten çatışırken ve rüyanın aslını yorumlamadan uykuya yatamıyorken benliğim. Geldi geçti rüzgârın ılık yanı. Bana ıssız fırtınalar kaldı ruhumu enselerken sorular. Sana aşık hâlimden sıyrıl ve cevapla; ruhsatsız ömürler tutulurken köprü üstünde ben kimim kimliğimde? ‘’Yaşamak bir ortamın çaresiz tutsağı olmaktır. İnsan ancak burada ve şimdi yaşar.’’* Rüyanın anlatılmazlığını kabusla çeliştirmeden yaşlarım yanağımı sızlatıyorken hâlâ ve şimdi, çek beni her yanı çıkmaz boşluk sorularımdan.
Aşk iki kişiye yetmeyecek kadar yetisiz, bir kişiyi aşacak kadar çoklaşan çelişkili uyumsuzluğun tanımlan/ma/mış hâlidir. Doymanın idraksızlığıdır. Bana en çok yakışanı sundun; ayağını yüreğime sürüye sürüye gittin. Dilim dolaşıyor her şeyi pişman ayrılığın cümlelerine. Akan kan damarı paklamaz da gözbebekleri dağlanmış sükûta biraz kahır, biraz naz iliştiriyor sesim şimdilerde. Bulduğun yitirdiğindir aslında. Ölüme uy soluğumu kundakla. Çıkart gırtlağımdan sana yakılmamış ağıt senfonisinin nedametini. Kulağım sağır, ruhum ayna kırılganı. Bırak birazda böyle avunsun sitem.
Ne çare saç telin düşmeden iki satır arasına yol yürünmüyor ayrılık melodramasıyla. Hele birde Azrail’in dokunmadığı sancı var ya canımda… Ruhum çatlamanın eşiğine yaslanıp ağlayacak kadar yüzsüz değilse de, sözsüz uyuyacak kadar pür ateştir ömrüme. Deniz tutmuş olmalı gözlerini. Baksana ne çok uğurladın gemilerimi. Deniz tutmuş olmalı gözlerini; önce suyunu vurdun kendine. Seni tanımlamanın yaban telaşındayken farkındaydım tek tek harflerimi yitirdiğimin. Yaşamak ne çok anlamsız seni yaşarken. Yolun sonuna gel ama gelme diyor yüreğim. Şimdi şu sokaktan dönsem hangi düşsüzlüğe uyandırırım kirpiklerini? Bu gece erken gel, sakın geç kalma yağmurlarıma. Hangi acıyı sevsen üzgünlüğünle dolunay’ak sersemletir yüzümün kirli örtüsünü. Bu gece erken gel, sakın geç kalma. Uykuma sürecek uykun olsun bari.
Cevapsız soruların bildiği her şey kirpiğine düşen sisin şıkları silmesi. Öte yanı akrep tuzağı şehre bağdaş kurup otur gönlünce. Her yan zifiri düş. Kesik bileklerime sürdüğün zehri gözlerime sür bu kez. Bir de körlüğümle seyredeyim seni. Bakalım gözümün nurunu verecek mi eşyanın zatından uzak saf güzelliğin. Fişlenmiş şiirlerde rastladım geçen gün ellerine. Hâlâ dün gibi, hâlâ bembeyaz ve hâlâ sadıktı gitmişliğime. Şah damarından asılan öykünü gaz bidonlarında yakışına şahit ‘yazılmasaydım’ keşke. Kaçabilmenin bedeli özgürlüğün fiyaskosuydu. Bu yüzden çekip giderken uyduramadım seni yeniden. Hâlâ öl gibi, hâlâ akıl bozucuydu güzelliğin. Solcu kız! Diren gözbebeklerine yorgunluğu aşılayan hayata. Bırak koşar adım susalım. Hele gün dönsün, hele akşamın parke taşlara bıraktığı gölgeyi silelim şakaklarımızdan. Hele bir yağmur yağsın da sağanak sağanak.
‘’Güzel günler göreceğiz, güneşli günler!’’
Cengizhan KONUŞ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.