- 1089 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞIYORUM
Yolların tozlu çamurlu olduğu baharda yeşillenip kırların boyandığı temiz toprakların koktuğu bir yerdi. Yazı ayrı bir güzel kışı ayrı bir güzeldi. Kışı temiz bir gelini andırır yazı ise güzel bir evladın kokusunu verirdi. Doğası insanları ayrı bir sevecen ve insana istemeden güzel değerlerini sunan saf ve arılığından hiçbir şey kaybetmemiş topraklarda yetişmişti.
Karşılıksız almış olduğu sevgileri oda karşılıksız vermeyi düşünüyor ve bu şekilde büyüyordu. İnsanın vatanı herkese göre değişiyor ama kendisi bir başka yetişiyordu. Sevilmese bile sevecek Allaha mahsusu olanı yapmaya çalışacaktı hâşâ ama almadan vermeye çalışacaktı. Bu diyarı baştanbaşa dolaşsa aynı düşüncelerle yürüyecekti.
Bazılarına göre bu bir isyandı. Ama değil karşılıksız verme olacaktı bu isyan etmiyordu. Kendinden ödün vermeyecek zamanın keskin dişli çarklarında dolaşsa da bildiğini korkusuzca söyleyecekti. Sevgilerin en yücesini yaşadı. İnsanların en iyisini ve en kötüsünü gördü. Güzel topraklar burnunda tütüyor o hoş kokulu tabiat yerini yavaş, yavaş küflü bir yaşam havasının içine sokuyordu.
Birkaç oda iki katlı bir ev tahta perdelerle bölünmüş yatak odaları işte bazılarının yaşantısıydı burası. Pansiyon de otel de ne derseniz deyin yaşanan bir yer.
Seviyor seviliyordu ama davranış ormanı andırıyor her fırsatta bir birini tanımayan insanlar kötülük yapmak için zamanı ve küf kokulu o alaca karanlığı bekliyordu. Değerlerin bittiği çıkarların olduğu ufacık bir maddiyat için birbirini yiyen insanlarla dolu bir bina. Sanki iyileri yok mu onlarda korku ve bilinmeyen nedenlerle memleketinden kaçan kişilerdi. Birileri onları kolluyor birileri ise onları kovalıyordu. Onlarında memleketi hoş kokulu ve rüyaları ayrı bir renkliydi. Görmek için gözlere bakmak yeterliydi. Sağır dilsiz olsan dudaklardaki titreşim o insanı anlayamaya yeterliydi. Yeter ki titreyen ve sana konuşmak isteyen dudakları ve gözleri görmendi.
İşte o kişi yine meydanda böyle bir toplumda yer almış ve yaşantısının bazı kesitlerini bu kişilerle paylaşmıştı. Bir dostu gece çalışıyor bir dostu gündüz çalışıyordu. Hepsinin gayesi amacı farklıydı. Kader mi desem alın yazısı mı buda bilinmez. Bir rüzgâr atmıştı hepsini buraya. Bir yırtık bir solgun birazda yıpranmış resimler vardı yastık altlarında. Her gece ilerleyen saatlerde anıları canlanıyor sanki dünya koca şehir bir hapishane havasına bürünmüş bu insanları yutuyordu. Yaşamak denirse bu hayatta yaşıyorlardı işte.
Hayaller kimisine göre bir şişe içki bulmak kimisine göre eğlenmek bazısı ise zengin olmak düşüncesi sarıyordu. O kişi yine onların bu gizemli esrarlı dünyalarını açmaya anlamaya çalışıyor. Ama kendiside bu yaşamın içinde muhakkak yer alıyordu. Hepsinde bir gerçek vardı. Birbirlerine kendini ispat etmeye çalışmak yaşam tarzlarını değiştirmekti. O da öyle yaptı. Arkadaşının çocukları olduğunu öğrendi. O sarımtırak fotoğraflardan. Ne umutlarla gelmişti neler götürmeye çalışıyordu. Hayat dişlileri onu da ezecek belki yok edecekti.
Azimli olmasını o hoş kokulu kırlarına dönmesini bir gün o çiçekler kadar güzel çocuklarının yanına gidip bakın ben geldim bu kadar ayrılık oldu ya değdi diyebilecek miydi?
Bir aslanın arkasında muhakkak bir sırtlan, bir çakal, bir akbaba dolaşırmış meğer. O günkü kazancını ihtiyacım var aynı memleketteniz yardım et diye yaklaşan birileri o kişinin daha sonra kazancının tamamını hiç etmişlerdi. Dolandırılmıştı. Bunu gururuna yediremiyordu. Kazancı yetmiyordu evine o baharlar kadar temiz çocuklarına bir şey gönderemiyordu.
Kanun ve yasalar şahitsiz olması sebebiyle leş yiyen asalak geçinen bazı şahıslara delil yetersizliğinden hiçbir şey yapamıyordu. Onun hep başarısızlığını onaylıyordu. Artık deneyecek ve başarıya koşacak takati kalmamıştı. İnsanların acımasızlığı o kadar çok ve katıydı ki hiç balta girmemiş ormanda bile görülmezdi.
Öz kızını satanlar, Pisliğin en alasını yapanlar para gelsin de nerden nasıl olursa olsun gelsin diyenler fazlaydı. Böyle kişilerin arasında İşte böyle puslu bir akşamda odada sesi çınlıyor ona anlatıyordu. Ben bittim ne ümitlerle geldim ne ümitlerle evime dönebilirim, nasıl evde ve çevremdeki kişilerin yüzüne bakarım diyordu. İnce hastalığa tutulmuşçasına kuru havasız ve soğuk odada öksürüyordu. Yorganını üstüne yavaşça çekiyor ve sessiz gözyaşları yastığını ıslatıyordu. İşte bir yiğit gurbette ve pes etmeye ramak kalmıştı. Buda yenilgiyi kabul mü edecekti.
Bu odadan kimler geldi kimler geç tiki ne başarılar ne başarısızlıklar olmuştu. Dışarıda yağmur camları sanki çalarcasına vuruyor o bulutların arasından sevdiğinin nefesini getirdim diyordu. Nefesler daralmış cam buğulanmıştı. Bir ses yükseldi ondan ne olur şu camı açında istediğim kokuyu hissedebilecek miyim duyabilecek miyim diyebildi. Oda zaten soğuk üst katlar akıyor birde pencere açılsa ne olurdu. Ama gönlü razı olmadı. Diğerleri belki rahatsız olurdu. Kapının önüne çıktı beş basamaklı merdivenden inerken son basamağa oturdu yarı ıslanıyor ve o özlediği havayı soluyordu. O toprak kokusu olan havayı bulamamıştı ve geri döndü yavaş, yavaş geldi yatağına yattı.
Sabah kalktı yorgun ve bitik bir durumda kızlar hanı tabir edilen yere gelmişti. Son kuruşuna birkaç bozukluğuna anca çay parasına yetecek bozukluklarına bir çay söyledi. Arkadaşlarından biri yanına geldi ona da kendi çayını verdi. Soğukta onun içişini seyrediyor ve düşüncelere dalıyordu. İşte yine kendisi karşılık görmeden bir şeylerini verdiğini belki cebinde onun çay parasının olmadığını düşünüyordu. Ecel orada yakalamıştı. Verilen bir emaneti almaya gelmişti. Oda alacaklıydı. Boğazı düğümlendi. Yapacağı çok şey vardı ne olurdu biraz daha diyebilseydi. Diyemedi yine bir müddet bir istek yapamadı kendisi orada yığıldı kaldı.
Gözleri açık bir şeyler söylemek istiyordu. Odasından temiz bir çarşaf getirip sardılar yolun ortasında artık bekletiliyordu. Birileri gelecek ve karar verecekti. Elinde sımsıkı tuttuğu bir şey vardı. Sıkı sıkıya tutuyordu. Elini açtılar sararmış bir resim.
İnsanlığa geride kalanlara bir şey fısıldıyordu sanki …………….!
Ben sizlere bir şey veremedim yalnızca sevgimi verebildim.Ben karşılık beklemeden verdim ne zaman hoş kokulu toprakları ne zaman yağmurdan sonra kokan yaprakları burnunuzun ucunda duyarsanız burnunuz sızlamasın gözleriniz dolmasın ben sizin o kokuyu duyduğunuz yerdeyim hiç merak etmeyin o güzel yerde YAŞIYORUM…YAŞIYORUM..’ diyordu.
MEHMET ACET
Yazım Tarihi 1978
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.