- 1376 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ORDA BİR KÖY VAR UZAKTA
"Ellerimiz kara sobanın cansız alevlerine muhtaç.İs’ten kararmış küllerin üzerine tenekeden gazyağı döküyoruz.Yan patlamalı,homurtulu bir sesle birkaç dakika yanıp,aldatıcı bir sıcaklıkla içimizi ferahlatıyor.
Dışarıda kar insan boyu Akşam ayazı gecenin içler titreten soğuğunu aratmıyor. Battaniyelere sarılmış bir halde sobayı kucaklıyoruz Aklıma hep Güney Kutbunun uçsuz bucaksız buz denizlerini keşfe çıkan İngiliz Scott ve arkadaşları geliyor. Ben ve arkadaşım Anadolu’nun bu ırak köyünde nelerin peşindeyiz acaba? Hangi ülkenin topraklarını keşfe çıktı bu on dokuz yaşlarındaki iki genç?
Tevfik Fikret, ulusun kurtuluş ümidini gençlerin dirençli, atak ve ileriye dönük savaşımlarında görürdü. İsterdi ki,eski çağ efsanelerindeki Tanrıların yaratıcılık ve önderlik güçleri ruhlarında canlansın. Sayısızca isimsiz kahramanın çalışmalarıyla ulusumuz yücelip mutlu olsun.
"Promete" şiirinde gençlere örnek olarak ilk çağ Yarı Tanrısı Prometheus’u göstermişti. Prometheus İnsanların hizmetine veren Yarı Tanrıydı. Hiçbir çıkarı yoktu bu işten. Aksine en büyük Tanrı Zeus’un hışmına uğrayıp dayanılmayacak işkencelere de katlanmıştı.
Tevfik Fikret’e göre önemli olan ülkeye ve ulusa hizmet etmekti. Hizmet ise isim ve ün için yapılamazdı. işte öylesine bir çabanın içinde görmek isterdi genci.
"Balıkçılar şiirinde düşlediği genç, deneyimsiz ama ataktı.
" Hayır, sular ne kadar coşkun olsa ben giderim
Diyordu, oğlu, yarın sen ninemle otur;"
Buna karşılık yine aynı şiirde baba: "Ninen, baban iki miskin,biz artık ölmeliyiz."
Genç oğlun korkusuz ataklığına karşın, babanın yenilgiye boyun eğen tavrı... Demek ki gençliğin önünde bitmeyecek yol, aşılmayacak deniz ve ulaşılamayacak yükseklikler yoktu.
Yukarıdaki satırlar gençlik döneminin yaşamımdaki bitmeyen anılardır. On dokuz yaşlarındaydım Erzurum’un Çat ilçesine tayinim çıktığında.Şehir çocuğuydum. Ana dizinde, baba güvencesinde geçen, sorumluluktan uzak on dokuz yıl.
"Orada bir köy var uzakta,
O köy bizim köyümüzdür.
Gitmesek de görmesek de
O köy bizim köyümüzdür."
İşte hayallerini kurduğu m,puslu perdeler ardından görebildiğim Türk köyü. Ben, bu şiirlerden Anadolu’yu tanımıştım sadece. Ne üşütüyordu,ne yoruyordu.Ne açlığı,ne ne susuzluğu vardı.Dedim ya,sözleri acı da olsa,bir tadımlık yaşam zevki verir İnsana. Duygular ağır bastıkça da söylediği gerçeklerden sıyırıp uzaklaştırıverir sizi Ana dizi dibinde işte böylesine tatlı şiirlerle tanımıştım köyü. On katlı apartmanların, kalorifer dumanlarının ve asfalt yolların yanında, gerçek yaşamdan ırak,düşsel öğelerdi onlar.
Çocukluk arkadaşımla gelmiştik Çat’a. Aman Tanrım bir kilometre uzaktan bile seçilemeyen bir ilçe. Bilmeyen toprağın çatlaklarından göğe doğru dumanlar savruluyor sanırdı.Yer altına sokulmuş,üstü toprakla örtülmüş bir kaç delik de pencere niyetine bırakılmış evler.Uydurma birkaç dükkan ve kahvehane...Betonarme bina olarak, hükümet konağı, Jandarma Komutanlığı binası, barakalar ve nihayet ilkokul. İlköğretim Müdürlüğü de bu ilkokulun içindeymiş.
Aralık ayının ortası. Kar, kış. Tipi esip savurmakta. Her yanı dökülmüş, yorgun, öksürüklü otobüsümüzden indiğimizde bizim de ondan farkımız kalmamıştı. Güneşli bir sahil kentinden beyaz bir cehennem içine düşmüştük. Buz gibiydi her yer. Ayaklanma acemiydi. Ne kadar dikkat etsek sırt üstü gitmekten kurtulamıyorduk.insan zamanla her şeyi nasıl da Öğreniyormuş. Daha sonraları buz üzerinde kolay yürümenin becerisini de kazanmıştık.
Çocukluk arkadaşım Sabahattin’in benimle beraber Çat’a düşmesi ne büyük mutluluktu. Benden daha gelişkindi. Ondan güç ve kuvvet alıyordum, ilköğretim Müdürlüğüne girdiğimizde ayrı köylere verildiğimizi öğrendik. Sebahattin’in yüzünü duvara dönüp ağladığını görünce hayal kırıklığına uğradım. Gözyaşlarımı tutamadım.
Köye gidebilmek de şans işiydi. Köylülerden ilçeye gelen varsa onlara uyup köye beraber dönecektik.
Sağ olsun Reşid Dayı. İlk tanıdığım köylüm oydu.Ama köye giderken bana ettiğini de ömrümce unutmayacağım.Ben her tepenin üzerine geldiğimizde: "Hani köy nerede ?" diye merakla sorardım. Reşid Dayı: "Aha, dehhe şu tepenin ardında Hoce!" Kaç tepe aştığımızı bilmem ama,öğle vakti çıktığımız yol, akşam gün dönerken bitiverdi.
Reşid Dayı: "Aha Kelle’ye gelmişik..." dedi. Kelle dediği son tepe idi galiba. "Köy nerede ?" diye sordum. "Aha tee surda l" Elini uzattığı yere baktım. Tepenin eteklerinde küçük bir ırmak dolanıp dolanıp aşağılara doğru gidiyordu. Derenin karşı yanındaki düzlükte kesif bir duman bulutu vardı. Evleri aradım, bulamadım. Dumanın arka yanında sıralı olarak dizili bir şeyler vardı." Evler şu sıralı olanlar mı?" dedim, güldü. "Hayır hoce, hayır. Onlar köyün otlukları." Canım sıkılmıştı." Peki, dedim köyün evleri nerede ? "Reşid dayı babacan bir tavırla:" Daha altta. Görmirsen dumanı tütir, işte o dumanların altında" Üstelemedim. Görmüşçesine onayladım sözlerini. Tepeyi yirmi dakikada inebildik. Buz tutan derenin sağlam yerlerinden dikkat ederek karşıya geçip köye girdik. İşte giriş o giriş ve tam dört yıl bu köyde öğretmen olarak hizmetim.
İlk yılım yakacaksız geçti. Kış çetindi. Tipisi sert, soğuğu adam keserdi. Paramızla bile yeterince tezek bulamıyorduk. Geri dönüp annemin, babamın yanına gitmek de işime gelmiyordu. Köylüden gelen bir kaç tezek ve gazyağının sönük gayretiyle koca bir yılı geçirmiştik. Yattığımız odada, kovadaki su hatırı sayılır kalınlıkta buz tutuyordu. Yumurtaların içi donduğu için önce çiğ çiğ soyup sonra da tavada pişirdik. Bitti işte.
Diyeceğim yazımın başında söylediklerim, gençlik dönemimin yaşamımda küllenmeyen anılandır. Bir savaşım vermiştim orada. Doğayla,cahillikle, açlıkla, susuzlukla, karla, tipiyle...Ama dört yılın bitiminde oradan ayrıldığımda beni yürekten kucaklayan tatlı anılarla İç içeydim artık. Orada kendimi bulmuştum. Bir İş başarmanın, bir hizmet vermenin, hiç yoktan kendi ulusuna olan borcunun bir bölümünü de olsa ödeyebilmenin mutlu huzurunu duymuştum orada.
Selam sana kara kış altında kalan sıcak yürekli Köseler Köyü’m. Selam bana kişiliğimi kazandıran,bana insan olmanın gururunu tattıran güzel öğrencilerim. Selam sana dost canlı, dost yürekli köylülerim.
"Hangi ülkenin topraklarını keşfe çıktı bu on dokuz yaşlarındaki iki genç?.."
Aslında yanıtı da sorusunun içinde gizliydi. Sahi biz Anadolu’nun neresini tam olarak bilebiliyorduk ? Uzanıp göremediğimiz, halını hatırını soramadığımız binlerce köydeki çocuklarımızı, insanlarımızı daha ne kadar zaman unutarak yaşayacaktık ?
Bizler öncü birer eğitim erleri gibiydik Bizden öncekiler de öyleydi. Bizden sonrakiler de öyle olacaklardı. Bizler gençtik, dinamiktik. En güzeli yüz yıllarca yılın unutulmuşluğunu silmeye gidenlerdendik. Devletin köye uzanan eli, varlığını hissettiren ve görünen ilk hizmetleriydik.
Ardımızdan başka gençler de gelecekti.Kimi yollarını yapacak, kimi köprülerini kuracaktı. Toprağı beraber işleyip mutlu yarınlara el ele beraber yürüyeceklerdi....
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.