- 449 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 95
95] Dünya’nın, Dünyadaki günün bilim ve teknolojisine dek, bilgi birikimi ile geliştirilen, bir araştırma ve geliştirmelerine değin giriştirilen ekonomik politik süreçleri vardı. Kapitalizm, sosyalizm, komünizm, liberalizmi ve daha niceleri gibi pek çok sistemsel süreçlerin her biri, zorunlu olaraktan, ayrı ayrı disiplinleri ön görür olan bu kabil anlayışlardı.
Bunlar, bir okur olmanın ve güncel olmanın tutumuylan değil de; geleneklere, göreneklere, inanaçlara değin at gözlüğü ile irdeleniyordu! Okur güncel düzey ve düzlem birikimleri yok sayılıp inanç boyutuna indirilip süzgeç ediliyordu! Böylesi ucube kritizeler eşliğinde kör dövüşü ortaya çıkıyordu.
Bir ekonomik sistemin karşısına, başka bir ekonomik sistemin girişir akıl gücünü çıkartmak yerine, dini çıkartıp, haldeki ekonomik sistemin ve düzenin muhatapları; peygamber, Allah, din, iman gibi sanal söylemler oluyorlardı! Tüm tartışmalar toplumsal bilinç olmak yerine, sonuçta hiçbir şey çıkmayacak olan sosyal gelenekçi kültürün tartışılması oluyordu.
Haldeki sistemi tartışmak yerine, karşısına dini koyup mücadele eder olmak, kimin işine yarıyor ise, bu ülkeye o yapılmıştır ve hala yapılmaktadır da. Bu ülkenin en büyük güçlüğü budur. Bu alanda boy boy ana ve yavru partiler, hep mezattadır. Sırasında tutulmaktalar.
Her durumdu oluşma ve gelişmenin karşısına daima dini kriterler çıkarılmaktadır! Bigbeng gibi akılcı kavrayışlı, izan sarf eder teoriler geliştirilemiyorsa da yobaz, nakillerini ballandıra ballandıra söylüyorlardı softalar! Havanın sıcaklığı, sanki zorunlu bir gereklilikten değil de, din öyle dediği için ölçülmekteydi! Bu bilmezliğin dinsel, nakli altyapıları söylenmekteydi! Uçağı dahi, din ile kaldırıp indirmedeler, çünkü bunlar da, ruhsatını dinden alırdı!
Peygamber dahi miraca, uçmayı temsil eder bir ’atıfla’, gitmiştir! Sizler bu ruhsat ve atfın temsilcisi olmayacak mıydınız? Elbette olacaklardı da, bunlar da akılcı bilimsel çalışmalar istiyordu. Bu da bunlarda yoktu! Hâlbuki ki bizde bol bol, işe yaramazından, nakıllar vardı. Hatta uçağın her inip kalkmasında şükretmenin kurbanlarını kesmeyi de akıl edip, dualarını dahi seremonice etmekteydiler.
Cern (sörn) deneylerine, dinle bakmaktaydılar. Koca koca akılsız (!) adamlar, milyarlarca dolar harcayıp sörn deneyleriyle iddiaların kanıtlıyorlardı! Vay sefihler vay(!) Gelseler de, biz de; en çok ve en kolayda bulunur olan, din bilirlerden sorsalardı; işin aslını şıp diye öğreneceklerdi! Vay kafasızlar vay! Ne olacaktı canım; İşte kefere inadıydı! Haset, sapık gavurlardı(!) Bizim anlı şanlı ulemamız evrim yok diyordu. Ama elin sapık gavuru, kıskanç adam oğlu adamlar; meczup domuz eti yeyiciler; ’mikroplar ilaçlara karşı direnç edip evrim geçirdiler’, diyerekten harıl harıl çalışıyorlardı! Vay zındıklar vay!
Bizim televizyonları izleseler, tarafsız sunucuların hassasiyetlikleri ile böylesi, evrim diye bir şeyin olamayacağını, eni konu öğreni verirdiler ya hadi neyse! Dahası bu deneylere (Cern Deneylerine) karşı kehanet yapıp, ’Dünya’nın; sörn deneyiyle oluşacak bir kara delik yüzünden yok olacağını’ söyleyecek kadar akildiler (bilmez cahil yobazdılar. Bilmeye karşı oluşlarla, bu deneyleri yasaklatmaya da giriştiler)!
Antibiyotiklere karşı direnç geliştirerek, evrim ortaya koyan mikroplarlan insanlığın, baş edebilmeleri için giriştikleri, yeni antibiyotikler geliştirir olmalarını bile, göremez denli anlamaz körleşmiş yobaz bilgisizlikler, evrimi dahi dinle açıklamaktalar! Bunca patırtı kütürtü arasında; çişlerini bile yaparken, uzuvlarının, sağ eliyle mi, yoksa sol eliylen mi tutulması gerektiğinin tartışmasını dahi özgürce yapmaktaydılar! Eşler bile birbiri ile peygamber sünnetine göre ve dine göre sevişmekteydirler!
Vah bu dinden önceki sevişmiş olan insanların haline ki ne uyacakları bir sünnetleri vardı. Ne de bu konuda uycakları bir dinleri yoktu! Bir ulus daha nasıl çökertilir bilemiyorum.
Halkın gerilikler içinde tutulmasına ilişkin tam işin özeğinde kendileri oldukları halde, islam ülkelerinin geriliğinin çaresini de; ’dinlere hakkı ile riayet edilmediği için böyle olduğunu’ açıklıyorlardı. Reçete hazırdı. Size de, reçeteyi bir güzel, sindire sindire yutmak kalmıştı. Tabi yerseniz!
Tarihimizde, köy enstitüleri olayı, adeta ikinci bir ’vurun kahpeye!’ yaratır denli bir dönüm noktası olaydır. Gerici güçlerle ve hortlak çağ dışı egemen güçlerin, bir ulus siyaseti ve politikaları üzerindeki geleceğe yön verişlerinin, egemenliği idi. Bu hiç görülmedi. Günümüzde sürüp giden müdahaleci, olan dini istismarı, Osmanlıdan, geçmişten beri aramak beyhudedir.
Örneğin: bir AB süreci dahi, Hıristiyan kulübüdür denişle. Bir ulus süreci, din eksenli ve Müslüman kulüp ekseninde görülüp, ayyuka edilmektedir! Ve bu ancak cehalet süreci içinde başarılacak enikonu bir yobazlıktı! Bunlara bir de; basiretsiz, beceriksiz, siyasilerin: ’Ne yapayım, bunu halk istiyor, bu bir politikadır!’ demeleriyle, aklı ve bilimi yerlerde süründürmeleri vardır ki evlere şenliktir.
Tüm bunlar ülkemizin geleceğine tüy diken hareketler olacaktı. Düzen; siyasetler, gerici çevrelerle ve gerici feodal egemen çevrelerin, iş birlikleriyle, din iman eksenli azimle ve selametle yürüyecekti! Buna bir de, dış konjonktürdeki, Amerika faktörünün; 1945’lerden beri ’dine yönelin’ diyen icazeti, işi bir ödev mahiyeti gibi algılatıyordu!
Güya bu telkin müttefikçe, dostça, çağdaşça hür ve özgürce olan tavsiyeler de eklenince, iş tamamdı! Artık fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, nesiller yerine; aklı inanmış vicdanı inanmış, irfanı inanmış, düşüncesi bir inanır olamayacaktan, tırsmış; refahça ve güvenlik algı düzeyi olaraktan, bilmem dünyanın kaçıncı sırasında olmuş, imanı büyük nesiller boy gösterecekti!
İşte tam burada, işin burasında; ’Atatürk olmasa idi, bunlar da lider olacaktı; bunlar da, ata olacaktı’ denişlerdeki, öznel yargılara bir kez daha bakalım. Bu kişiler, bırakın lider olmayı; önemli yerde bulunuşlarının değerini bile gösteremeyecek denli, idiler. Vurgulamak istediğimiz; ister sağ, ister sol politikacılar ya da uygulanır politikalar olsun, söylemek istediğimiz siyasetin, kısır oluşudur. Bu günde dahi, onca yolsuzluklara hukuksuzluklara değin, bu tür kısır çekişmelerle, hala neyi savunduğumuzu bilemez oluşumuzdur.
Örneğin; ’Kurtuluş Savaşı şartlarında başkaları da, Atatürk olabilirdi’ diyen, bilmezlik yobazlarına verilecek cevaptan, denebileceklerden iki tanesini belirtmeliyim. Bu değerli şahsiyetlerden her biri de birbirine karşı tutumludurlar. Hele hele hemen hepsi de, Atatürk’ün tutumuna karşıdırlar. Bunlar da sürecin akışında, normaldir. Çünkü süzgeç böyle çalışacak, seçme ayıklama ilkesi böyle işleşecekti.
Anormal olan ise, süreçten 86 yıl sonra, olaylar ve gerçekler, tüm çıplaklığı ile yaşanmıştı. Olaylar görülmüştü. Liderliği belirleyen sürecin ne olduğu tartışılmayacak denli gün yüzüne çıkmıştı. Artık lider olacak başarının, o günlerde tutması gerekecek yol şartlarının ne olması gerektiği, bizler için bilinir kılan bu gün için ayan beyan bilinen bir vacibil vücut, durum olmuştur. Böyle iken dahi sizin; ’lider olurlardı’ dediğiniz kişilerin kendi şartları içinde, o günler için de karşı oldukları, karşı koydukları tutumlar, tarihin içinde süzeceği nesnelliklerdi. Yani liderliği ortaya çıkaran somut tutumlardı.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.