BOZUK DÜNYA
“Baba herhalde dünya bozulmuştur.” diye seslendi balkondan dışarıyı seyredenYiğit Karan… Akşam kızıllığına bürünen güneşe bakarak. Bir yandan gökyüzüne yansıyan mavi gözlerini kısıyor ve bir yandan da toprağa düşen ilk yağmur tadında konuşuyordu. Sesi ılık ve tatlı bir rüzgâr gibi içimizi dolduruyordu. “Yiğit Karan” dedim “Ne kadar güzel konuşuyorsun” “Ama baba” dedi mahcup ve bir o kadar içten içe gülümseyen üslubuyla…
Bahar yerini yaza bırakırken havada iğde kokuları sermest ediyordu içimizi… Güneş yitmek üzereydi son bir güçle etrafı aydınlatayım da öyle gideyim der gibiydi. Sarıdan kırmızıya dönen, morlaşan, lacivertleşen ve oradan da karanlığa gidecek olan bir renk cümbüşü vardı gökyüzünde…
“Neden öyle söylüyorsun Yiğit Karan? Dünya neden bozulmuş ki!” dedim iş olsun diye. “Güneş bir turuncu oluyor bir sarı oluyor bir kırmızı… Dünya bozulmuştur baba!” diye tekrarladı kendi kendine… Gökyüzüne bakıp güneşin batmak üzere olması hasebiyle ortaya çıkan rengârenk fon Yiğit’in ruhunda galiba dünya bozuluyor hissi uyandırmıştı.
Diyemedim dünya değil insanlar bozulmuştur Yiğit Karan, insanlar bozmuştur dünyayı, diyemedim. Su nasılsa bulanık akarsa, toprak nasıl balçık olursa, hava nasıl toz duman olursa insanlarda öyle bozulur. Bulanıklaşır, balçıklaşır, toz dumanlaşır.
Kabil Habil’i öldürdü ilk olarak sonrasında tutan olamadı Kabilleri… Habil olmak isteyenler azaldı Kabil olanlar arttı. Uçakları oldu Kabillerin, tankları, füzeleri, zehirli gazları, atomları, nükleerleri… Diyemedim ey zübdei âlem, ey beni âdem, ey sefil, ey biçare! Âlemi var edenden utanmaz mısın hiç? Canı verenden ar etmez misin asla?
Diyemedim Özdemir Asaf kelamıyla:
“Yüzümde hüzünden gölgeler varsa
O hüzün yüzündendir olsa olsa”
Diyemedim dalından koparan meyveyi insandır. Diyemedim kökünden söküp alan çiçeği insandır. Diyemedim ekmeği bozanlar da insanlardır, suyu bozanlar da…Gökyüzünü ağlatanlar da insanlardır, denizleri kabartanlar da… Dağları öfkelendirenler de insanlardır depremleri tetikleyenler de. Yanardağları kusturanlar da insanlardır, hayvanları katledenler de. Bir kez denge bozulmasın her şey birbirini tetikler, herkes birbirini etkiler.
“Baba herhalde dünya bozulmuştur.” diye seslendi balkondan dışarıyı seyredenYiğit Karan. Mevsim yazın kapısını çalmakta… İğdeler etrafı rayihalandırmakta!
Diyemedim ey oğul! Edebali gibi seslenemedim utancımdan. Dünya hoştur ama boştur idrak edemedim. Anlayamadık bire bin veren toprağın hikmetini… Fehmedemedik fışkıran suların membaını… Çözemedik asrın idrakini… Kişisel gelişimimize katkı sağlayacak, bizlere evreni anlatacak, olan ve biteni gösterecek, yolumuzu aydınlatacak, yanlışı ve doğruyu ayıracak, insanı sevmeyi öğütleyecek, aklı destekleyecek olan mucizeyi okuyamadık.
Tefsir edemedik, fehmedemedik, idrak edemedik. Saldım çayıra Mevlam kayıra anlayışı ile düştük ortalığa… Halimiz perperişan oysa!
Küfrü nimet bildik, nifakı güç bildik, hizbi marifet addettik, kizbi normal kabul ettik, haksızlığı reva gördük, yalanı meşru kıldık, iki yüzlüğü geçer akçe saydık, saygıyı sarakaya aldık, sevgiyi küçümsedik, makamı makineli tüfek bildik. Var olan onca olumsuzluğun ve kötülüğün ve haksızlığın kökünü kazıyacağımıza inadına suladık. Ellerimizle büyüttük bu kötülük ağacını ve acı mı acı meyvelerini yiyoruz şimdi insanlık olarak. Hormonlu tohumlar ile hormonlu insanlar çıktı ortaya. Ne idüğü belirsiz hıyarlar karıştı yaşamımıza… Ne dediği anlaşılmaz lügatler girdi kitaplarımıza…
Anlaşamadık, birleşemedik, yan yana gelemedik... Bu zenci dedik kimine, bu sarı, bu kırmızı dedik… Oysa gözyaşlarımız aynıydı, yürekten akardı. Bu kâfir dedik, bu zındık dedik, bu melun dedik kalbine inmeden. Oysa belki de bir işaret vardı onlarda hakka dair. Hep suçladık, hep yargıladık ve hep astık kendi mahkememizde… Ruzı mahşeri düşünmedik, mahkemeyi kübrayı akledemedik.
Diyemedim Can Baba gibi:
“Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengi” diyemedim.
Dünya bozulmuştur doğrudur Yiğit Karan. Sen zahire bakıp söylüyorsun ben batına bakıp ağlıyorum.Hakikat uluorta, ayan beyan, açık seçik, net, bariz, aşikâr bir halde karşımızda duruyor. Yine insanla düzelecek, yarınlara umutla bakacağız. Mavisinde yaşayacağız yine asumanın, deryasında yüzeceğiz tertemiz, karasında büyüyeceğiz hep birlikte…
Sudaki balıktan tutup semadaki serçeye değin, yerin en dibindeki böcekten tutup yeryüzünün en tepesindeki canlıya değin bir dünya kuracağız hak üzerine… İnşamız seninle olacak, harcını beraber atacağız mutluluğun. Özgürlüğün türküsü marşı olacak insanlığın, renginden dolayı kimse ayıplanmayacak, coğrafyasından dolayı kimse hakir görülmeyecek. Makamından dolayı kimse celallenmeyecek bir daha, hava basmayacak kimse statüsünden dolayı… Doğayı kirletmeyecek hayvanları katletmeyeceğiz bir daha… Savaşlar bitecek ve son bir defa huzur dolacak dünyamıza… Çocuklar ölmeyecek, kadınlar ağlamayacak asla!
Adli şöyle diyor bir beytinde…
“Kendi kendine ettiğin âdem
Bir yere gelse idemez âlem.” Kişi her ne yaparsa kendi kendisine yapar. Mezarını
Kendisi kazar, cennetini, cehennemini kendisi kurar. Dünyayı başına toplasanız onun kendisine yaptığını yapamaz.
Biz dünya ve ahiret cennetini inşa edeceğiz hep birlikte.
Dünya cehenneminden çıktığımız gün.