- 404 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 94
94] 2-Aydınlanış azminin ikinci adımı olan enstitüler, birincisi kadar elzem ve dikkate şayan bir atılımdı ve ilericilikti. Alan tabanlı, ’İş içinde eğitim’; ’Çoklu akıl eğitimi’ yani; öğrenci-proje-eylemdi. Önce; somut- eylem- sonra soyut eylem; sonradan da: soyut- eylem-somut; bazlı üçlü etkileşimli giriştirilen, alan girişimli bir eğitimdi. 1935’lerde taslakla şıp, 1937’lerde pratiğe konan çok modern ve çağının ufkunun bile, hemen önünde olan, bir strateji idi.
Olacakların sonuçları kestirilmiş, sosyal, halksal fizibiliter yerleşimsel ön tedbirin uyumlaştırılmasının şimdiden projelendirmelerinin önlemleri alınıyordu. Görevi yangın söndürmek olan bir işlevin, yangın alanına gelişte; ’tuh araç içine su doldurmayı unutmuşuz’ diyen sorumsuzluk ve öngörüsüzlük aymalığı değilidi. Ama softalıklar ve işbirlikçilikler eliyle, durumdan ziyan kıyılacaktı! Gazi, giydiği gömleğin ateş oluşunu, söylemle değil ; yaptıklarıyla, projeleriyle önemser oluşuyla, çevresindeki kimi çokça mantar gibi olan tutumlara gamlanması, Gazi’in bu işteki vehameti ve mahşeri vicdan yakıcılığını görüyor ona göre davranıyor olmasındandı.
Bu projeye, doksanlı yılların sonuna doğru gelindiğinde ve iki binli yıllarda, adeta; Dünya yeniden ve sanki yeni keşfedilircesine; sanki yeni buluşçusu olunuşmuş gibiymişçesine, tekrardan sar ılınacaktı. Bu kez inançla, övüne övüne sarılı nacaktık. Eğitimdeki bu tür güzellikleri, tüm siyasi gerici politikalar, el birliği ile önce; tu kaka edip, kapatırlar. Sonrada, sıkıştıklarında tüm yaptıklarını unutulmuş olurlar. Yitiğini bulmuş yoksun tavrına düşerlerdi.
Yıktıklarını tekrardan görüp, yeni projeymiş gibisinden sar ılınıp; neredeyse demode olmuş zamanı geçmiş zamanıyla tu kaka edilen öngörüleri, aynı anlayışlar bu kez de bu tu kaka edilen eski projeleri kurtarıcı bularak baş tacı ederler. Bu tür oyalamalarla, 70 yıllık eğitimde yaptıkları yıkıcı kendi bilmez olumsuz oluşların; anlayış devamı olmalarının çelişmelerini bangır bangır bağırarak sahiplenirler! Adeta eğitememenin suçlusunu bulmuşlar gibi aynı mantalitenin tu kaka etmiş olduklarına; diz çöküşle, 70 yıl sonra tekrardan sarılırlar. Tabi zamanı ve genelce fonksiyonları değişmiş bir projeyi, yani; ’işbaşında eğitim, projeli eğitim ve alan etkili çok sal dinamikle eğitim’ biçiminde olan eski projeyi, örgün ve yaygın eğitimin, içine almak gereğini duyarlar.
Tabi bu eski projelerin, başlangıçtaki sesleniş içeriğine karşı bayrak açanların, projeye değin kök işlev çağrıştırıcılarına karşı karalama bağırmaları da ortada olmadığından, bu sahipleniş yeni bir iman tazelenmesi gibi ’projeli eğitim’ filan gibisinden aynı isimlerle projelersiniz. Bu da yetersizliklerin devamcı siyasetlerle olan özrünün, ilericilikle lanse edilişi idi. Oysa bu da çağın gerisinde kalan bir proje ve geçmişte kalmakta olan bir uygulamadır, şu sibernetik çağda.
3- Eğitim alanındaki yapılanmasıyla, köy enstitülerinde hedeflenen yararcı ve dinamik adımlı olan atılımlarının bir önemi de, şuydu. Eğitim ve aydınlanma, parası olanın; eğitim ve ışık aldığı bir hak ve olanak olmaktan çıkartılıp, aksine; parası olmayışta, parası olmadığı için eğitime, ışığa; en muhtaç olan yerden, eğitimi ve aydınlanmayı en temel yerden, başlatır olmasıdır. Bu tarihimizin toplumsal dönüşümlü en devrimci devrimi idi. Sayılması gereken Atatürk devrimlerinden ikinciside budur.
Herkese parasız eğitim, türünün belki de ilk örneği olan projedir. Çünkü eğitime en muhtacı olunan yerde, eğitim için en yaygın olunması gereken köy genel kümesinin içinde ve köy odağında, başlatılan bir bereketti. Bu proje kapsamında olacak genel okuma yazma seferberliklerinin acil şekilde hızla oluşturulması dahi, değil o günlerin; bugünün bile sulandırılmış bir acilliğidir. 2009 da hala 7,5 milyon insanımız hiç okuma yazma bilememektedirler. Ve halkın böylesi okuma yazma bilmez oluşlarını göz önüne alan politikalar; halk okuma yazma bilmezliğinin cehalet kılınmasına: "halka hizmeti, hakka hizmet" diyerekten, duygusunu yaratıp, alkış alabiliyorlar. Allah aşkın bu politikaların lideri olur mu?
Şimdiki yönetimler, çalışan kitlelere dahi hak ettiği refahın dağıtımını yapamayarak, çalışanlarını hakça ve insanca bir yaşamın içinde tutamamaktadırlar. Sonrada parası olan okusun, parası olan dershaneye gitsin, kaliteli hizmet alsın, diye caka satar olacaklardı. Eğitimdeki olası olanak eşitliğini , kapitalizmin kar mantığına dönüştüren olanaksızlıkların eşitliği haline getirmiştir. Buna da biz çok açık ve şeffafız diyeceklerdi. Bu; fakir ve bilmez olan geniş kitlelere de, aymazına aymazına; ’Bunlar bil ipte ne yapacaklar, biz halkın adına da biliyoruz ya, yetmez mi?’ diyeceklerdi!
Uyur iken, uyandırılan bir köylülük, o günceldeki feodalizmin ayyuka olduğu bir yerde istenir miydi? Hem de sömürülen ve sömürüye yatkınlaştırılmış halkı uyandırmak da neyin nesi idi? Ne güzel de yüz yılların terbiyesi ile cendere içinde tutulmuştu. Sadakaya alıştırılmıştı. Halk, sadaka kültürü ile ne de güzel tevekkül içinde bulunurdular! Nasıl olur da bunlara, siz kendi kendinizin efendisisiniz denirdi? Ümmetçi kılınmış, uyuşturulmuş, affedersiniz, sürü gözü ile görülmüş mantığa; ’siz efendisiniz, bizler sizlerin hizmetinde bir kamu görevlileriyiz’ denir miydi? Kitle en dik alasından ümmetçi durumunu bir iyi kanıksamış bir emekçi tabandı! Fakirliği de başına gelen de Allah’tandı, kime ne denebilirdiki?
Bu türden parasız ve anında görüntülü eğitim öğretim çabası, mevcut düzenin egemenliğini süren oligarşik yapının işine gelmeyecekti. Bu vatan millet işidir, eyvallah demeyeceklerdi. Hemen bir şer cephesi birleşmesi yapacaktılar. Tüm bu atılımlara karşı olan karanlık güçlerden birisi, feodal sürecin toprak ağalığıdır. Feodal beylerle ve aşiret reisleriyle, Şıh ve tarikat yöneticileri idi. Bunlar tarihin geri dönemlerinde, 15. Ve 16. Yüz yıllarında kalmıştı. Dünya’nın seyir tarihi, kendi süreci içinde bunlar; mezara gömdüğü hortlaklardı. Ama o güncelde, Anadolu’da hala hüküm süren bir yapı idi!
Enstitülerin baykuşça didikleyicileri olan; feodal düzenle uyumlu olan, gelenek, görenek ve bunların hamisi olan inançlar ve inançlarla nemalanır olan, sistemin bir inanç yayıcıları olan, zaman dışı olan bu hortlakları, boş dururlar mı? Köy Enstitüleri uygulamasının; ’bir komünistlik işi olduğunu’ şıp diye bilivercektiler! Ve daha önceden; vatan millet, din iman, diye belletilen; egemen sınıfların kendi amaçları doğrultusunda oluşturdukları halk bilinçlerine seslenmek kalmıştı!
Enstitüler kurtuluş yıllarının İmece usülü gibi yardımlaşa emeğin değer yaratan engin eşilmesi finansmanı ile yapılıyordu. Olanaksılıklar makul bir mantıkla olanağa çerilmişti. İmece usulü, toplumsal yapının ilk birikim araçlarından biridir. İmece usulü beraberinde, yatırımın finansesi gibi bir işlevi de oluştur. İmeceler, toplumsal birikimin, toplumsal değer yaratmasını sağlar olan bir yatırım işleşmesidir. Yani imece usulü yoksul bir toplumun, dış borçlanmayı geri iterekten, bir toplumun finanse ediliş biçimidir. Bu usul de kimlerin işine yaramazsa, onlar bu sürece olumsuz olaraktan devreye girecekti.
Bu alanda bir yığın yalan iftira kampanyaları ile halkın çekim alanı bilincine bir iyi hitap eder oldular. Zaten hazırda bekleyen halkçı öznel ortam uyandırıldı(!) Ortamı güya hazırlayıp gerdiler: ’Buralarda; dinsiz imansız, kişilerin yetiştirildiği veburalar da zinanın odağı olduğu’ gibi, ipe sapa gelmez, vahşi, barbar gerici, çıkarcı karalama ve tu kaka ediş süreçlerini başlatacaktılar. Zaten hortlaklar, bu halkçı bilinçlenmenin çekimleşme alanlarına değin yansıyan ayna görüntüsü idiler.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.