- 366 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 93
93] Atatürk’ten sonra, proje koyamayanlar, hızlı bir proje düşmanı olacaktılar. Çünkü yapacakları köktenci yüklenimlerin ağırlıklarını sanki üslenemez oluşun, yapılanlara değin dedikodusu içinde idiler. Başkaca lider oluşmalarına ilişkin, hiçbir üretici projeleri yoktur. Politikasızlığın adı politika olacaktı. Politikasız politikalarla da politikacı olacaktı. Yani genel yararlıkla, verimli, üretken, gönenci bölüştürür, ilerici ufuklar ortaya koymalar yerine; yapay oluşturulan, palyatifçe, günlük tüketilme ağırlıklı tercihlerden yana olan politikalar ortaya konacaktı.
Bu tür politikalar, siyaseten; sıradan, herkesin kolaylıkla, lider olmadan yapabileceği rutinlerdir. Artık vizyoncu (geniş görüşlülükle uzak görüşlülükler) olamadan, kişileri allama pullamayla, vizyoncu yapmanın sergilenmesi, gözbağcılığı sırasıdır. Kalabalık yurt gezileri ile bu gezilere dek gezi tantanaları yapılacaktır. Lider olamama, yönetememe zaaflarının kapatılabilmesi için de, şov gereklidir! Eğer bu gezinin müdavimlerinden iseniz, bu gezileri anlatmakla bitiremeyeceğiniz! Hayat dolu anıları, bir pehlivan tefrikası gibi döndüre döndüre, anlatacaksınızdır!
Ama artan işsizlik, patlayan pahalılık ve bölüşülemeyen refahın, uçuruma giden eğitim politikalarınızın oluşu, gittikçe uçurum yaratacak olan sefalet eşmeleri, değer duygularının sarsılması aslında, vizyon kalitesi olacaktı. Bu geziler, hem pratikte, hem uzun vadede; ülkemizin pek pek yararına, hayrına olmayacak seyahatlerdi. Bu yetersiz politikacıların ağızlarından çıkan her sözü, kılı kırk yararcasına, tefsir edilir olacaktı.
Yorumlar, söyleyenin dahi aklında geçmeyen, söyleyenin ufkunda bile olmayan, kavramsal anlamlaştırmalara götürülürdü. Yani müritleri (işbirlikçileri) şeyhi uçururdu. Sözleri, ballandırıla ballandırıla anlatılır. Böylelikle hiç olmayan hayali giydirilmiş, sanal bilinç ve kişilikler yaratılırdı. Orta terde dişe dokunur bir şeyin olmadığı ve yalan talan gözükür olduğunda da şak şakçılar, hızlarını alamazlardı da kişi soylarını, peygamber soylarına dayandırırlardı. Ki öyle olsa ne yazardı?
Kurtuluş Savaşı azimle, kararlıca, hünerli ellerin diyalektiğiyle, rotasının varlığı ve ufkunun yöneyle şeşi ile kazanılmıştı. Ama asıl savaş şimdi ve daha bir meşakkatli olarak içte başlayacaktı. Bu savaş hem bir aydınlanış olacaktı. Hem de temeldeki kazanım ve tutumların, kazanılmış hakların müesses ilerlemeci mevzilerin, savunulmasını sağlayacak bilinçlenme olacaktı.
Hem ekonomik alanda olacaktı. Hem yepyeni geçerli durumla bağıntılı dış ilişkiler olacaktı. Bu türden atılımlara değin şer güçleri, karanlıkçı yarasa güçleri, az aşağıda ifade olunacaktır. Anadolu’nun susuzluğa hasret isyanlarının, Anadolu’nun ihtiyaçtan bağır yırtan yangınları, sevgili Gazi’nin azim ve kararlılığı ile yeniden ele alınıp, meşale edilecekti.
Ve bu süreç, dikkatlice kollanacaktı. Var olan durum bir iyi algılanıp, en çağdaş ve en akılcı şekilde; Anadolu şartlarındaki, Anadolu konjonktür selliğine denk düşen cevabın oluşturulması için Gazi’nin direktifiyle ve kolektif çabayla projelenecekti. O yolu değil de neden bu yolun tuttuğu hissiyatla değil de, mevcudun okunmasına, mevcutlar içinde, en denk düşer olanları süreçleşecekti. Ülkenin ekonomik yapılanışını ve kurumlanışlarını sağlar olmak Gazi’nin, temel girişmesiydi. Cehaletle savaş öngörülüp, aydınlanma projeksiyonları oldurtulup, yine kararlı bir azimle, meydana koyacaktı.
Aydınlanma kıvılcımının eğitimdeki en belirgin yapılaşması; tabii ki tevhidi tedrisat kanunu ile sürecin taçlandırılması idi. Devamındaki süreçlerde, oldukça verimli ve prodüktiviteler abidesi olabilecek olan, projeler ortaya kondu. Ve bu projeler, sonradan da kıyıma uğrayacak olan ’köy enstitüleri’ uygulaması ile proje doruğa çıkacaktı. Bu bağlamda köy Enstitülerini; birkaç özellikler bakımdan vurgulamak, olası idi.
1-Birincisi, Anadolu yaşamı günün konjonktüründe % 70-80 Aralığında köyde yaşıyordu. Realite ve gerçeklik buydu. Öyle ise aydınlanma ve cehaletle savaş, burada; köylerde başlayacaktı. Köyler yeni dinamizmle, sanayi, yatırım, proje, ticaret gibi olguların içinde, onlarla uyumlaşan bir azimle var oluşun içine sosyal toplumsal işlevselliğe yaklaştırılıyordu. Bu çok temel, çok samimi, gerçekçi ve görülecekti ki çok çetin bir proje idi. Proje çetinliği, ülke egemen sınıfının çıkarına ters düşmesidir. Ülkenin yararı olan aydınlanma, egemen çevrelerin çıkarı olan sürmekte olan bilmezlikler politikasıyla çelişiyordu.
Bu tip projeleri göremeyişte sığ olanlar, önder olabilirler miydi? Üstelik günün meselelerine sıradan bir kişinin bakması gibi ve sıradan genelin , egemen çevrelerin anlayışı ile ülke politikalarına bakan kişiler, lider olabilirler miydi? Anadolu köylüsünün durumuna: ’Bunlar yüzyıllardır böyledir. Böyle gelmişler bunlar böyle giderler’ diyerekten hilafet ve saltanatın faziletlerine yönelen kişiler, önder olabilirler miydi? Geri kalmış sosyal zamanı, geri kalmış öznellikleri ve geri kalmış nesnel zamanı, verimlilikle ve hızla oluşturup, topluma kazandırıp, sürecin ileri akışını sağlamaktı.
Bunun osilasyon merkezleri, köyler ve köy enstitüleri olacaktı. Henüz şehirleriniz sanayi donanımlı olmadığından işin eğitimi daha temel yerden ele alınıp, sanayi yatırımlarıyla birlikte devreye konmalıydı. Gazi, biliyordu ki; gelecekte sanayi yaşamın odak merkezi olacaktı. Buna değin olası anlayış ve uyumsal geçiş dönemi sorunsalları, kırsalın öznel değerleme tutumları içine sokulmalıydı. Ki ilerideki sanayi toplumunun göç olguları ve adaptasyon girişmeleri yavaş sancılarla olmalıydı. Halka deksarsıntılar şimdiden gözetilmeliydi. Önünde sanayi toplumları örneği vardı. Osilasyonlar deprem yaratacaktı.
Güya bu gibi senalar düzülen, olmayan vizyonlarıyla, sanal yüklenen ler; lider olacaktı denen kişiler pratikte başarılıdırlar! Kendilerine; ’Atatürk olurdular!’ diye balon edilen silik kişiler, o günkü konumlarından öte bir vasıf kazanabilir miydi sizce? Bu etkili yetkililer, bu değişmenin farkında bile olamazlardı. Affedersiniz, Vahdettin’in deyimi ile ’kendilerini sürüye çoban olabilir denli özellikte görür’, ufuk ve çapta, sıradan bir tutumluluktular. ’Sürü ve çoban’ lafzı bizatihi Padişah Vahdettin’indir.
Bu kör anlayışlarıyladırlar ki hep yönetime taliptiler. Değilse lider olurlunun sorumluluğundaki bilincin sorumluluk duyar ağırlığı ile ezilir olmanın mizaçlarını taşıyabilir donanımlı, değildiler. Bir toplumun böylesine karmaşık ilişkilerini, ’sürü- çoban boyutunda’ görebilen anlayıştan, ne kadar önder çıka bilirse bunlardan da o kadar önder çıkacaktı.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.