- 717 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KUMRU ile KEDİ!
KUMRU İLE KEDİ !
Sararmış bir yaprak, gözlerime vuran bir salınmayla çay bardağıma dalarak, içimde süren yolculuğuma dur diyor. Onca düşecek yer varken; çay bardağının bir krateri anımsatan ağzından içeri dalması beni gülümsetiyor.Hüzünlü bir gülümseme, kimi yaşanmışlıklardan gelen bir çığlık gibi.
Bir sarı yaprakçığın şakası ile yüzümde gezinen o gülümseme eşliğinde yaşadığım ana dönüyorum.Deniz hala dingin.İskele kalabalıklaşmış. Oltalarının uçunda beklentiye yatanların sayısında artış var.Oturmakta olduğum çay bahçesinde birkaç masa daha dolmuş. Ama yine de masaların üçte ikisi boş. Çay bahçesine gelenler, yazlıkçılardan geriye kalan son kırıntılar ya da yaz/kış burada kalanlar olmalı.
Bakışlarım her şeyin üzerinden hızla geçerken, karşı masadaki bir çocukla göz göze geliyorum.Bu beklenmedik kesişmemize aynı anda gülümsüyoruz.Fakat onun gülümsemesi bir anda silinip, ürküntülü bir şaşkınlığın resmi yüzüne yapışırken; parmağı ile arkamdaki bir yeri işaret ederek,
“ Aaaaa ! kedinin ağzında kuş var !”
Hızla o yana dönüyorum. Sarı /siyah renkleri kuşanmış bir kedinin ağzında; bir kuşun, yelpaze gibi açılmış kuyruk tüylerini görüyorum.Ağzındaki yemeğini tek başına yemenin telaşında uygun bir yer arayışında,
İsminin Ozan olduğunu daha sonra öğrendiğim çocukla yerimizden fırlayarak, kedinin peşinden koşmaya başlıyoruz.Bir yandan da kediyi korkutup kuşu bıraktırabilmek için,
“ Şiiit... Şiiitt... Şiiit “
sesini çıkarıyorum. Ozan , kedinin bizimle aynı dili konuştuğu yanılsaması içinde,
“ Bırak kuşu... Pis kedi.”
diye bağırıyor.Kedinin bize verdiği yanıt, daha hızlı koşmak oluyor.Peşini bırakmaya niyetimiz olmadığını kestirince, çay bahçesinin otuz metre kadar uzağındaki bir duvarın dibine istiflenmiş kalaslarla duvar arasında oluşan boşluğa giriyor. Oradan tek çıkışı ise girdiği yer. Birkaç adım sonrasında biz de oradayız. Onu, ağzındaki kuş ile o boşluğa sinmiş olarak görüyoruz. Bu görüş anında, kuşun kumru olduğunu da anlıyoruz. Kedinin ağzında çırpıntısız duruyor. Canlılığını ele veren, açık olan gözleri ile ağzının sessizce açılıp kapanması.Hemen bir şeyler yapmalıyız. Biraz sonra çok geç olabilir. Bir şeyler yapmalıyım. O sırada aklıma cebimdeki tespih geliyor. Tespihi hızla cebimden çıkarıp, kalasların arasından sallandırarak, kedinin kafasına vuruyorum.Bir, bir daha derken kedi can acısı ile panikleyince, kumruyu ağzından bırakıyor. O özel anı hemen değerlendiriyorum. Bir elim tespihi kedinin kafasına kafasına vurdurmayı sürdürürken, öteki elim hızla kumruya akıp, onu bir hamle de kapıyor.O kısacık süreçte, kedi, elime pençe atabilir ya da ısırabilirdi. Ama korktuğu, şaşırdığı ya da çok hızlı hareket etmiş olduğumdan dolayı hiçbir şey yapamıyor.
Artık kumru avucumda. Telaşlı yürek atışları, bedeninin sıcaklığı ile birlikte parmak uçlarımdan içime akıyor. Görünürde göğsündeki bir kızartının dışında bir şeyciği yok.Kızartının olduğu yerdeki tüyleri dökülmüş.
Ozan ile kahraman olmuşçasına bir hava içindeyiz.Çay bahçesindekiler ise oturdukları yerden birer gölgece bakıyorlar.Ne ses ne de bir hareketleri var.O an onları çay bahçesinin birer eşyası gibi görüyorum. Bu çay bahçesinde Ozan, ben, kumru ve kedi varız.
Kumruyu heyecana bulanmış titrek bir el hareketi ile salıyorum. Kanat çırpıntılarında bir kez daha seviniyoruz.. Ozan, coşkun heyecanını içinde tutamayarak,
“ Uçuyor....Uçuyor...”
diye bağırırken, bir yandan da zıplıyor.Kumru otuz metre kadar uçup, oturan gölgelerin en koyu olduğu yere konuyor.Gölgelerde yine ne ses ne de bir hareket var.Ama bir başka şey hareketleniyor ve ikimiz birden ; şaşkınlığın ve olabileceğin korkusunun aynı yere bindirildiği uzayıp giden bir “ Aaaaa !” sesi çıkarıyoruz. Çünkü, kurtarmanın sarhoşluğu ile varlığını unuttuğumuz kedi, kıstırdığımız yerden hızla çıkıp bir panterin çevikliğinde avına doğru koşuyor.Gölgelerde, kumruyu kurtarmaya dair hiç bir hareket yok. Kumru, kediyi fark edince havalanıyor.Yerden yarım metreye yakın bir yüksekliğe çıkmışken ve biz kumru kurtuldu derken, kedi yerden uçarcasına zıplayarak, kumruyu hava kaptığı gibi hızla uzaklaşıyor.Öylece kala kalıyoruz. Donmuş gibi. Gölgelerde ise yine ne bir ses ne de bir hareket var.Biraz önceki sevincimizin duygu denizi bir anda içimizden ayrılıyor.Gözlerimize ise o bildik dalgalar vurmak üzere.
O akşam, balkonda rakı mı içip, onca insanın önlerinde gelişen ve sonuçlanan bu olaya tepkisiz kalmasını çözmeye çalışıyorum. Çünkü, isteselerdi bizi üzen sonuca engel bile olabilirlerdi.Düşünmemin bir yerinde, o nedeni, köşe bucak kaçmaya çalışan bir fareyi yakalarcasına buluyorum.
“ Her şey öylesi açıktı ki. Sonbaharla birlikte yazlıkçıların büyük bir bölümü İstanbul’a çekiliyordu. Kedi ve köpeklere düşen yemek artıkları da bu gidişlerle her gün biraz daha azalıyordu. Buna bir de kedi/köpek sayısındaki artışı eklersek, buradan doğacak olan sonuç; karşılaştığımız olay da olduğu gibi köpek ve kedilerin çok sayıda kuşu avlamalarıydı. Köpek ve kediler açlıklarını gidermek için birer terörist olup çıkıyorlardı. Çay bahçesinde oturanlar için bu durum, belki de her gün birkaç kez bu olayı yaşadıklarından dolayı olağan bir hale gelmişti. Ama farklı yerde duran ikimiz içinse olağanüstü ,derhal müdahale edilmesi gereken bir durumdu. Tam burada Bertolt Brecht’in bir şiirini anımsayarak, mırıldanıyorum.
Rica ederiz, “olağan” demeyin hemen
Her gün olup bitenlere !
Kargaşanın hüküm sürdüğü,
Kanın aktığı,
Düzensizliğin at oynattığı,
Keyfiliğin kanunlaştığı yerde
Demeyin sakın: Bunlar olağandır!..
..................................................
...................................................
olağan denilen şeylerden çekinin
kural içindeki kötüyü çıkarın ortaya
ve her görüldüğü yerde kötünün
arayın, çaresini de bulun !
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.