yasaklı yürekler 2/3
O geceden sonra Oğuz’un üzerine bir durgunluk gelmiş, düşünceli tavırları gözden kaçmaz olmuştu. Bu hali ilk fark eden Özlem’di.Önce gözleri sorgulamış, bu sorgulama kelimelerde dökülünce Oğuz olanları anlatıvermişti bir çırpıda.
“Anlıyorum babamı Özlem. Belki annemle beraberken de yalnızdı. Belki sözünü ettiği yalnızlık iki aylık görülen yalnızlık değil, senelerin yalnızlığıydı” gözlerini Özlem’in gözlerine çevirdi. Hiçbir duygu kıvılcımı parlamayan bu donuk gözlere rağmen içindeki karmaşa hissediliyordu.
“Senelerin yalnızlığı da olsa annemin yerine başka bir kadını koymak istemesi, incitici değil mi sence de” Avuçlarının arasında Oğuz’un eli, gözlerinde Oğuz’un tasalı bakışları ile Özlem de ne söylemesi gerektiğini bilemiyordu.
“Hemen karar verme Oğuz, bunu ifade etti mi sana?”
“Kelimelerle değil ama…” Sinirli hareketlerle kalkıp pencereye yürüdü. Düşüncelerindeki karmaşa davranışlarına da yansımış, tutarsız ritimsiz adımlar, farklı düşüncelerinin zihnindeki çekişmelerinin gölgeleri gibi zerrelerinden sızıyordu.
“Kelimelerle değil Özlem. Ama bakışı, durup dururken yalnızlıktan söz edişi …” içindeki volkan hızla kabarıyordu sanki.
“Ona yük olacak hiç bir şey bırakılmıyor. Her türlü ihtiyacıyla yengelerim, ağabeylerim ilgileniyor. ‘Yalnızım’ sözü başka ne demek olabilir ki, başka nasıl bir açıklaması olabilir bunun!” bütün düşünceleri uçurumdan yuvarlanır gibi dudaklarından dökülüyordu artık;
“Söyle Özlem, annemi,n varlığına saygısı olmadı, ama hatırası da böyle kaldırılıp atılmalı mı?” bir taraftan konuşuyor, bir taraftan kabaran öfkesine ayak uydurarak odada hızlı adımlarla dolaşıp duruyordu. Bir girdaba sürüklenmişçesine çırpınıyor, beynini tırmalayan düşünceleri boşaltacak bir göl, bir deniz arıyor, Özlem’in sessizliğine içini boşaltıyor, boşalttıkça tekrar doluyordu.
Gündüzlerin yanında, geceleri de bu düşüncelerin yorgunluğu üzerine çöküyor, tek kelime konuşmayan dili, yorgunlukla sessiz kalıyordu. ağabeylerine konuyu açıp açmamakta karar veremiyor, her soruya ‘şimdilik iyiyiz, bir problem yok’ nakaratıyla cevap verirken dudakları, boğazında biriken kelimeleri yüreğinin zindanlarına hapsediyordu.
Akşamları babasının üzerinde bir gardiyan gibi gezinen gözleri, sorgularla babasını bunaltıyordu. Yaşananlar babasını da rahatsız etmiş söylemek istediklerini ifade edememenin sıkıntısı Oğuz’un ruh halini kendi ruhuna bulaştırmıştı. Artık zihinlerinin kaldıramadığı bu düşünceler, bir yük olarak omuzlarına binmişti. O akşama kadar…
Oğuz o akşam her zamankinden erken eve gelmiş, her zamanki gibi gözlerini babasına dikerek yemek yedikten sonra, zihninden geçen soruları ortaya sürebilmek için uygun bir anı beklemeye başlamıştı. Bu akşam babası da gözleri Oğuz’un üzerinde, iki şövalye gibi birbirlerini kollayarak ilk atağı birbirlerine bahşetmekteydiler.
Zaman geçmek bilmiyor, ikisi de harekete geçecek cesareti kendilerinde bulamadan dudakları titrek, gözleri sabit, sinirler gerili bekliyorlardı.
“Günün nasıl geçti oğlum?” cümlesi bu sessiz kavganın ortasına düşünce, Oğuz da sohbeti başlatabilmek için ilk atağı karşıladı.
“iyiydi baba, senin”
“Sağol oğlum, benim de her zaman ki gibiydi işte…” Bu kısa cümlelerle küçük bir sohbet kıvılcımı parlayıp sönmek üzereyken, Oğuz odaya yeniden sessizlik çökmesin diye konuya girmeye karar verdi.
“O gece baba… yalnızım derken… öyle mi hissediyorsun gerçekten?” Baba oğlun gözleri birden kenetleniverdi, iki gözbebeği arasında ne alışverişler oldu, kendileri bile hissetmeden.
“Olur mu oğlum?” dedi babası, hafif bir şaşkınlığı sesine katarak, “ her zamankinden de daha rahatım üstelik.” Oğuz yerinden kalkıp babasına arkasını döndü; içindeki fırtınaları babası bilmesin, düşünceleri sezilmesin diye sesine hafif bir durgunluk ekleyerek;
“Geçen gece öyle demiştin ya…” babasının dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. O gün tamamlayamadığı cümleyi bugün tamamlayabilmek için bir fırsat çıkmıştı işte.
“Hayır oğlum, ben sadece ‘ yalnızlık zor’ dedim, ‘ben yalnızım’ demedim” hafifçe döndü Oğuz. Soran gözleri yeniden babasının üzerine akmıştı. Necdet bey;
“ilahi çocuk” diye geçirdi içinden. “Oğlum” diye tamamladı cümlesini, “ben senin yalnızlığını konuşmak istemiştim” Oğuz’un yüzü aydınlanmış, üstüne bir hafiflik gelmişti. Babası annesinden vazgeçmemişti. Yine de zihninde bir sis bulutu, arkasında bir şeyleri saklıyordu.
“Benim yalnızlığım mı?”
“Evet oğlum, kaç sene oldu boşanalı. Bak, evde kadın olmayınca hayatımız hep eksik, şöyle sana yakışan, seni çekip çeviren, hanım hanımcık bir gelinim olsa. Senin herşeyinle ilgilenir, hayatını düzene koyar” belirsiz bir ısrarla dolu bakışları, oğlunun yüzünde gezindi. Babalık hakkıyla, oğlunun red cevabını duymak istemeyen, yine de ‘duyabilirim’ korkusuyla durması gereken anı belirlemeye çalışan bir tavır, Oğuz’un gözlerinden kaçmamıştı. Hatta bu baskın olmayan ürkek bakışı eğlenceli bile bulmuştu. Duyduğu keyif önce yüzüne, sonra sesine yayıldı;
“Ya… peki kimmiş bana uygun gördüğün hanım hanımcık gelin?” yükü omuzlarından atma sırası babasına gelmişti. Bir müddettir aklına takılmış düşünce artık gün yüzüne çıkacaktı.
“Melike”
YORUMLAR
Kahramanımızın işi zor görünüyor...Okuyup göreceğiz. Melike mi Özlem mi? Kafamda bir cevap var ama bana kalsın değil mi?
Böyle devam Reyya...Böyle düzgün ve ara vermeden yazmaya devam.
Kutluyorum. Sevgiler.
Aynur Engindeniz tarafından 6/10/2011 7:35:45 PM zamanında düzenlenmiştir.
reyya
inan ki bunu duymak nasıl mutlu ediyor beni:)))))))))))))
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Öykünüzü nasıl atladıysam yeni başladım, fırsat buldukça geriye dönük okumaya çalışacağım.
Eşini kaybeden kişilerin hayatındaki değişiklikleri anlatımınız güzel .
Roman tadında arkası devam eden yazıları severim, başarılar, saygılar.