- 868 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İFTİRA DEĞİLDİ
Ülkemizin dağ köylerinden birinde bir babadan çoğalma küçük bir mahalle vardı. Ahmet, iki yaşında öksüz kalmış, orta boylu, yakışıklı bir gençti. Sempatik olduğundan herkes onu çok seviyordu. Askere özürü olduğundan gitmeyen Ahmet’in aşk hayatı renkliydi. Masum ve efendiliğinden yararlanmak isteyen Zehra ne yapıp, yapıp Ahmet’in kafasını çeldi. Onu görüp birkaç kelime konuşabilmek için her türlü bahaneyi uydurup, onunla görüşüyordu. Gün geçirmezdi. Günümüzdeki gibi cep telefonu falan olsa günde kaç kez arardı bilmem. Her halde saat başı ya da on dakikaya bir arardı.
Ahmet’i sevenler Zehra’nın asaletli biri olmadığını, babasının “babalığının katili olduğunu” ve onunla kesinlikle evlenmemesi için gerekli uyarıyı yaptılar. Ahmet’i halasının oğlu Veysel’de çok uyarmıştı. Çünkü aynı zokayı kendiside geçmişte yuttuğundan ve boğazından bir türlü çıkaramadığından, başkasının da yutmasını istemiyordu, baştan uyarıyordu. Gerçi Ahmet’te biliyordu bu konuları. Ama kancayı beynine taktıran Ahmet yakayı bir türlü kurtaramıyordu. Aklı başına geldiğinde, “almayacağım, ben vazgeçtim” dediğinde annesi ve arada kepçelik yapan Zehra’nın babasının arkadaşı devreye girdi.
Nihayet nalet halkası Ahmet’in boynuna çelik halkayla takıldı. Artık Ahmet’i istediği gibi yönlendiriyordu Zehra. Babasını dahi Ahmet’e besletiyordu. Ahmet’in paraları bir daha geri dönmeyecek ırmak suyu gibi akıyordu dipsiz boğaza. Ahmet koyundan da uysaldı. İlk çocuğu oğlu Hayri çok zeki idi. İkinci çocuğu da kız oldu adını Nazlı koydular.
Kazım adında birinci dereceden beş yıldızlı namussuz birisi kardeşi Adil ile bir dönüm bahçeyi bölüşemiyordu. Bir gün kardeşi Adil’e “Bizim oğlan benim karıya sözüm geçmiyo” dedi. Aslında “çok efendi, hele as kere gitmeden önce bir karıncayı dahi incitemeyecek kadar” efendi olan Adil yinede iyi niyetliydi. Adil kavgacı bir sülaleden olan karısına kavga etmemesi için baskı yaptı. Adil’in karısı kavga edip sitres atamayınca bağırsaklarından rahatsızlandı. Gerekli tedavisini yaptırdılar. İnsanların haklı olduğu zamanda susturulmaması gerekirdi
Adil karısının rahatsızlığı döneminde kanında olan zinakârlık genini çalıştırmıştı. Aynı gen ana ve baba tarafından geldiğinden, ağabeyi Kazım’da da zuhur etmişti. Bunu gizlemek için herkesin yanında “kalbinin ağrıdığını” söylüyordu. Ama “doktora götürelim” deyince de bir bahane uydurup laf değiştiriyordu. Hatta bir kere- sinde teyze oğlu Veysel’de teklif etti. “Sağlık karnesi olmadığını” bahane etti, “ilacını da alırım” deyince laf karıştırdı. Yani kalp ağrısı maddi değil, manevi imiş ama, Veysel’de bunu anlayacak zeka nerde.
Bir gün Adil teyze oğlu Veysel ile mahalle kuyusunun başında karşılaştı. “Veysel’e ne iyi yapıyorsun, teyze oğlu, ilçeden gelip, işini yapıp, dönüp gidiyorsun, kimseye karıştığın yok” dediğinde Veysel, “ilçenin kenar mahallesinden ona da bir kiralık ev tutabileceklerini, isterse onunda kendisi gibi yapabileceğini” önerdi. Fakat Adil kafaya koymuş bir kere “ben gittim mi il dışı gitmem lazım teyze oğlu” dedi. Sebebini soran Veysel’e de annesini örnek gösterip “bizim mahallenin büyükleri toprakta yatamaz teyze oğlu” dedi. Fakat biraz saf olan Veysel hiçbir şey anlamadı ve kuyu başından ayrıldılar.
Bu görüşmeden tam on beş gün sonraydı. Veysel bahçe sularken çok yorulmuş ve sıcaktan başı ağrıyordu. Ahmet’in annesinin evinin önüne yarı sersem gelerek oturdu. Bir bardak ayran verdiler içti, içerde Ahmet’in ailesi yemek yiyordu, sofrada Adil’de vardı, Veysel’e de teklif ettiler, yemek yiyecek hali yoktu, düşe kalka, elindeki küreği omzuna atacak gücü dahi yoktu. Küreği sürüyerek Veysel babasının evine varıp, hemen yattı. İki, üç saat sonra büyük bir gürültüyle uyandı Veysel. Şöyle bir çevreye kulak tuttu. O anda mahalleye gelen jandarmaları gördü. Oğluna “oğlum mahalleye niye jandarma geldi” diye sorunca oğlunun cevabıyla şok oldu. Oğlu “Ahmet evinde yokken, hanımı Zehra’nın yanına Adil girmiş, yakalamışlar, dövmüşler” dedi. O anda Adil’in eniştesi Ziya’da şaşırmış halde hızlı hızlı sanki kurşun yemiş gibi oradan geçiyordu. Veysel ’e “nasıl olur bu ya” dedi. Veysel de “olur, olur kanında var” dedi.
Veysel de olay yerine gidecek takat yoktu. Dayısı Süleyman “altı aydır onlar zina yapıyordu” diye yüksek sesle herkesin duyabileceği şekilde bağırarak söyleyince herkes gibi Veysel’de duydu.
Rahatsızlığı tam geçmemiş olan Veysel kendisi gidemediği için hanımını olay yerine gönderdi. Hanımı gerekli araştırmayı yapıp döndü. Getirdiği sözlerin çoğu dedi, koduydu ama yinede dinledi.
Hanımı şöyle anlattı. “Ahmet öğle yemeğinden sonra Adil’in annesi gibi devamlı tansiyonu yükselen an nesini köydeki sağlık ocağına götürmüş. Bunu fırsat bilen Adil, Ahmet’in evine gelip zile basmış. Az sonra evin arkasındaki pencereden Zehra camı açarak içeri almış. Önceden bazı şüpheleri olan Ahmet’in kardeşleri evin çevresini kuşatmış. O anda girdiği camdan geri çıkan Adil’in kafasına Ahmet’in kardeşi sopa vurmuş. O anda kardeşi Kazım gelip Adil’e sahip çıkmış. Zaten baskından önce Jandarmaya telefon edildiğinden olay büyümemiş, jandarma Adil ve Zehra’yı alıp doktora götürmüş.” Bu arada evdeki bazı parça hadiselerde bütünü tamamlar görünüyordu. Yok banyoda görülen “iki kova su”, yok “elektrik bozulmuşta” ondan çağırmış, falan, filan. Gürültüyü duyan mahalleli hep birikmiş, tabii çoğu kuru seyirci.
Ahmet sağlık ocağından dönmüş, olaya önce “inanmamış”, sonra “ikna” edilmiş. Ama herkes Müslüman olduğunu iddia ederken ve Allah zinada “dört şahit getiriniz” dediği halde ve bunların bir şahidi dahi yok- tu. Görülen bazı “nahoş” hareketleri gören var ama zamanında demedikleri ve o zaman tanıklık ettikleri için yanlıştı. Birde zinayı ispat edecek gözle görülür, elle tutulur bilgi ve belgeleri de yoktu. Mahallede çoğunluk zina olduğundan emindi.
Bu ülkede yuvalar hep falan filanlarla yıkılmıyor mu? Ama falan filancılarda hiç camiden geri kalmıyorlar. Faturayı ödeyen gençlerin suçu ne? Tomurcukken o güllerin hayalini yıkmaya kimin hakkı var?
Ahmet’in yakınları “zina yaptılar” dedi, Adil ve yakınları “zina yok, iftira ediyorlar” dedi. İki tarafta Ağustos böcekleri gibi aynı sözü mızıka çalar gibi ötüp durdular. İşin aslında da “zina yoktu” ama iftirada değildi. Ortada irili ufaklı birçok suçlar ve suçlular vardı. Ama “varsayımlarla” temiz kadınlar iftira atmamak gerekirdi. Artık ayrıntılı açıklamalar toprak altına kaldı. Adil’in dediği gibi “yatabilirler mi, yatamazlar mı” herkes kendi görecek. Hatta o zamanlarda Allah’ın “zinada dört şahit getirin” ayetine “olmaz öğle şey” diyenler bile vardı. Belki aynı düşünce ile ölenlerde oldu. Demek ki Adil çoklarımızın göremediğini kalp gözü ile görüyormuş? Çünkü o kişiler onun “hain” olduğu nu bildiği halde susuyorlardı.
Bir sürü dedikodu Adil ve Ahmet’in yuvasını yıktı. Adil evini bir kamyona yükleyip, teyze oğluna dediği gibi “il dışına, bacanağının yanına”, Ahmet’in hanımı Zehra’da babası evine gitti. Ahmet Zehra’yı boşadı. Ara biraz soğuyunca Veysel Ahmet’i ve Zehra’yı ayrı ayrı çağırıp görüştü. Zehra istenen her türlü yemini ediyordu ama Ahmet “gözüyle gördüğü bir şey olmadığından ve az buçuk dini bilgisi olduğundan” yemin edemiyordu. Veysel’i Zehra ilk cevabıyla şok etti. Doğru olup olmadığını gidip mahallede araştırdığı zaman Veysel, Zehra’nın haklı olduğunu gördü. Zehra ilk etapta götüremediği çocuklarından kızı Nazlı’yı bir acil operasyonla Ahmet’in yanından kaçırıp gitti. Bir daha da muhafazasından salmadı.
Adil’in yuvası dağılmadı, sadece yuvasını taşıdı. Ahmet ve eşi Zehra’da başkasıyla evlendiler. Ama faturanın en büyük bedelini çok zeki bir çocuk olan Hayri ve Nazlı ödediler. Müslüman olduğunu iddia eden insanların dedikodularla yuva yıkmaları, günahsız çocukların geleceklerini karartmaları hangi vicdanları rahatlatır bilmem! Hayri öğle bir üvey ana eline düştü ki filimler de gördüğümüze de pek benzemiyor. Ahmet’i yeni eşi Zehra’dan daha berbat. Sakalından tutup istediği yöne yönlendiriyor. Oğlu Hayri azarlanırken sadece seyrediyor. Bir karıncayı dahi incitemeyecek kadar duygusal olan Ahmet hâlâ aklını başına toplamadı. Çektiği sıkıntılara büyük insanların bile dayanamayacağı Hayri derslerinde de çok başarılı olamadı. Nazlı anasının yanında olduğu için üvey babasından ne çektiğini veya nasıl olduğunu bilen yok.
Aynı mahallede halen fikri değişen pek kimse yok. Herkes inadının peşin de. Allah rızası için hüküm ve ren yok gibi. Süleyman dediği sözleri araştırmacılara inkâr ediyormuş. Acaba Allah’ın huzurunda da inkâr edebilecek gücü bulabilecek miyki? “Altı aydır zinanın olduğunu” bağırarak iddia eden zamane hacısı birinin dayısı, birinin amcası olan Süleyman ne yapacak acaba?
Sinsi bir Yahudi plânıyla hareket eden Kazım hedefe tam ulaştı. Yarım dönüm değil, bir dönüm bahçenin sahibi oldu. Karısı ile birlikte utanmadan bahçelerine gelip gidiyorlar. Devamlı tansiyon hastası olan Ahmet ve Adil’in anneleri o günden sonra hiç aynı şikâyetle doktora gitmediler. Demek ki onların tansiyonunu bu olayların gelişme safhasındaki dedikodular yükseltiyormuş. Adil’in “bu mahallenin büyükleri toprakta yatamaz” sözü de şimdi gün ışığına çıkıyordu.
Kazım, adi hareketinden dolayı bir bayanın yaptığı “Allah sana hep kız, bana da hep oğlan versin, görmediğin kalmasın” bedduasına sahip olduğundan altı kız babası oldu. Ah sahibinin de üç oğlu var. Bakalım da ha ne ahlar çıkacak. Allah mutlaka adildir.
Aslında iki-üç kişi hariç o mahallede oturanların hepsi az çok o konuyla ilgili, gördükleri, duydukları bir şeyler var ama neden bildiklerini daha önce söylemediler? Ahmet düşündükçe kendiside bazı şüpheli ip uçlarına ulaşıyordu. Öfkesinden kafasını yumrukluyordu.
Bilinenler zamanında ona söylense belki yuvalar yıkılmazdı. Söylendiyse de duyanlar gerekeni yapsaydı. Şimdi o mahallede namusunuzu güvenebileceğiniz kaç kişi var acaba? Hayri ve Nazlı’nın günahı neydi?
ADRES: Dursun Yeşil
İstasyon Mah. 5.Sok.45/8 Eğirdir/Isparta