Kara Sevda
Yazdıkça demleniyor, denmek istenen
denmeyen, demi için bekleşiyor bağırda.
Deli rüzgâr mı yaşartıyordu böyle gözlerini. Ağlamak utanmanın yarısıymış erkekler için ya, ağlamamalıydı. O güne dek ona dikte edilen buydu. Erkek adam ağlamaz…
Çıkmaya başladıkları o sokakta, aynı simitçiden alınmış çatallara dokunup, aynı büfenin tahta taburelerinde içmeyi unuttuğu çaylarla dertleşip, dilediği kadar zırlama hakkı ona verilmemişti. Gözyaşlarını açıklamak zorunda kaldığı akasya gölgesinde, onlarca kişinin bakışları altında ezilip büzülerek geçen sabahlar şahit, içinin ezilişine.
Neden gitmişti sevgilisi; şiddetli geçimsizlik mi, şiddetin kendisi mi, uyumsuzluk mu, hiçbiri değil…
Genç kızlığından beri içini kemiren bir merak yüzünden: Siyahî adamla seks merakı uçurmuştu sevgilisini başka diyarlara.
Sırf bu yüzden kafasının içindeki Ku Klux Klan tarzı yaklaşımlarla boğuşmuştu epeyce bir süre. Hatta bu tip ırkçı yapılanmaların temelinde bir –kız- davası olduğu fikrine kapılmıştı. Nette gezinirken ‘bir haftada bilmem kaç santim büyütün’ ilanlarına daha sık rastlar olması, onda bir kompleks oluştuğunun göstergesiydi.
Aylar sonra ne olmuştu da buluşmak istemişti onunla. Bulmuş muydu aradığını, bıkmış mıydı veyahut.
Ne olursa olsun, bunca zaman sonra hem de her zamanki yerlerinde buluşacak olmak, onu epey heyecanlandırmış olmalıydı. Yoksa banyo terliğiyle evden çıkmasını açıklamak çok zor olurdu. Hoş buna iyi bir kulp bulmuş, ona hoşluk yapmak için çok sevdikleri o şarkıdaki* kompozisyonu çizmesinin; bilinçli bir şey olduğunu düşündürtmek gibi hain planlar içine girmişti.
Her zamankinin aksine randevusuna erken gitmişti. Kendini yenik, ezik hissediyordu. Ele avuca sığmayan sevgilisinin onu –terk ediş- nedeni de aynı uçuklukta olmuştu. İşin kötüsü bunu epeyce geniş bir çevre ayrıntılarıyla biliyordu. Bilinmesinin kendindeki tahribatı değiştiriyor olması yeterince can sıkıcıydı.
Hep uzak durduğu genel yargılar, içini zehirli bir sarmaşık gibi sarıyor muydu?
Hep dalga geçtiği statükoya mağlup olduğunu kabul etmek bu denli zor muydu?
Hep lanetlediği cinsiyet ayrımcılığına alet olmak mı acıtıyordu içini?
Hiç sıyrılamadığı erkek egemen değerlerle yüzleşmek için epeyce vakti olması mı kafasını bu kadar karıştırmıştı.
Bunun gibi nice soru ile yaşlandırdığı ilişkisine yeni bir biçim beğenmek için, bir fırsattı bu buluşma.
Değiştim diyecekti ona, çok değiştim.
Gururla kabarttığı göğsü yüzünden kalınlaşan ses tonundan etkilenen sevgilisini kendine çekip, öpmeden hemen önce; ona soracaktı.
—Beni hala seviyor musun?
Uzaktan geleceği yönü gören bir yere oturmuştu. Öyle de oldu. Önce saçlarını gördü, ömrüyle eşit uzunluktaki, yaşamı gibi karmaşık, kişiliği kadar koyu renkli saçları…
Süzülmesi aynıydı da, bir yavaşlık gelmişti hareketlerine sanki. Ağırbaşlılık onun için kullanılmaz bir deyimdi oysa. Bir doğum gününde onun ısrarıyla aldığı, sonradan çok sevdiği bluzunun turuncusu olmasa; yaşlandığını düşünecekti.
Konuşmadan, öpüşmeden, el sıkışmadan geldi yanına oturdu. Gözlerine baktı, sanki bilimsel bir test uygular edasıyla, süzdü baştan aşağıya. Terlikleri görünce tüm ciddiyetini kaybedip, eski günlerdeki gibi martı gülüşü ile kahkahayı patlattı.
O ise hiç gülemedi.
Sevgilisi hamileydi, nerdeyse doğuracak kadar da şişmişti karnı.
—beni bu halimle istiyorsan, akşam sana taşınacağım. Bu kâğıtta yeni telefonum yazılı beni bir saat sonra ara lütfen. Dedi ve oradan uzaklaştı.
Çaycı tazeleyeyim mi diye soracak oldu.
O ise ağlamaklı gözlerle ‘Terliklerimle gelsem sana’ diyebildi sadece…
07.06.11
Nadir
*www.youtube.com/watch?v=4-JvDyqKIyA