- 1579 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
PİR SULTAN ABDAL
ÇOĞALARAK YAŞAYAN BİR OZAN
PİR SULTAN ABDAL
Mustafa CEYLAN
***********************
O, öldükten sonra da yaşayanlardan… Tarihin belirli bir zaman diliminden başladığı yolculuğu sonsuzlara doğru çoğala çoğala devam ettiren bir yolcu. Bizde gelenektir zaten, sağlığında elimizden geleni ardımıza koymayız, ne kadar zulüm, işkence, eziyet, kıyım ve sürgün varsa ışık adamlarımıza, düşünce adamlarımıza, başta ozanlarımıza uygularız. Kaçını zindanlara attık, kaçını sürdük ilden ile ve kaçını ipde sallandırdık? Derisini yüzdüklerimiz bile var, öyle değil mi? Biz, onları sağlığında değil, öldükten sonra kahraman yapmakta pek maharetliyiz. Sağlığında değerini bilmeyiz. Sağlığında biz onlara hiçbir şey vermediğimiz gibi elinde ne varsa onları da almaya çalışırız. Onları, yeri geldiğinde sosyal güvenceden bile yoksul bırakırız ki, çoluk çocuğu ve kendisi hasta olduğunda ilâç bile alamasın. Biz böyleyiz işte. İçimizdeki pırlantanın ışığından istifade etmeyiz de, farkına bile varmayız da, yadın-yabanın mumunu güneş sanırız.
Evet,
Pir Sultan Abdal, halkın içinden, halk için çıkmış bir sonsuzluk yolcusu. İdam edilmesinin üzerinden 400 küsur yıl geçmiş olmasına rağmen halkın belleğinde, dilinde, yüreğinde halâ canlı ve diri. Hem etkisini de gün geçtikçe arttırmaya devam etmektedir.
Pir Sultan, sade bir ozan olsaydı, belki etkisi bu kadar uzun sürmez veya sadece edebiyatın efsunkâr bahçesinde kalırdı. Ama, o, başkaldırının, yeter, ne hakkın var deyip isyânın ve derin tasavvufî düşünceleriyle bütün ezilen ve inananların yol göstericisidir. Anadolu’yu yoğuran ve Anadolu’ yu nice yüzyıllar ötesine taşıyan ışık adamlarından birisi olması nedeniyle, edebiyat dışındaki diğer alanlarda; özellikle toplumsal direnç ve baş kaldırı alanlarında da oldukça etkindir.
Güç karşısında eğilip, bayrağı teslim etmeyen; doğru bildiğini, sevdiği ve inandığını idam sehpasında bile söyleyen bir korkusuz ozandır.
Göz radarlarımızı mâzinin söz sultanlarına, ışık kervanlarına çevirecek olursak; iki türlü hareket görürüz… Birisi “aşağıdan yukarıya” doğru yapılan hareket, ötekisi de “yukarıdan aşağı” doğru” yapılan hareket. Aşağıdan yukarı doğru hareket, halktan-tabandan tavana doğru yürür. Halkın dili, gözü, kulağı, eli, yüreği olan bir harekettir. Yukarıdan aşağı hareket se, sarayın, otağın, yönetenlerin kontrol ve güdümündeki hareket olup; çeşmeye yakın olması nedeniyle bir eli yağda olan ve tabandakiler hüküm-emir ve kararlar altında tutabilmek için, yukarıyı öven, aşağıya emir veren bir harekettir. Yukarıdan aşağıya hareketin dili ve yapısı saraylıdır, onu tabandakiler pek anlamaz; anlasalar da sevmediklerinden es geçerler, kayda değer bulmazlar.
Bizim Pir Sultan aşağıdan yukarıya hareketin korkusuz bir ozanı ve lideridir.
Yaşadığı 1500’lü yıllardan günümüze 345 deyişi kalmışsa da, halkın gücü onu menkıbelere dönüştürmüş, onu mukaddes yapmış, onu yüreğinde dilediğince şekillendirmiştir.
Zaten halkın gücü böyledir. Halk özlerse kahramanını, aradan geçen yüzyılları bir çırpıda siler de kahramanını diriltiverir. Sıkıntıya düştüğünde, ufkunu kaplayan kara zindan geceleri, gökleri dolduran kara bulutları, dirilttiği o kahramanının mânevî ışığı ile siler süpürür. Güneşe, ışığa ve esenliğe getirir ulusu, toplumu, memleketi.
Siz bakmayın ve asla umutsuzluğa düşmeyiniz ki, bugün yaşananlar, bu anlaşılmaz hukuk,yönetim,asker,siyaset çemberinde meydana gelen olaylara. Halk neden sessiz diye şaşırmayınız da. Yeri ve zamanı geldiğinde, sinesinden nice ışık adamlar çıkarır bu halk. Zaten, günümüzde iftiralar ve düzmece sanıklarla idam sehpasına dipçikle yürütülmeye çalışılanlar da günümüzün Pir Sultanları değil mi?
Pir Sultan Hızır Paşa tarafından idam edildikten sonra, göğe mi uçtu, yere mi geçti bilinmez; ama, zulümden korkan halk, onun ipe çekilen bedenine sahip çıkamamış,
-Çok sayıda Pirsultan kabri yaratmış
-Çok sayıda yeni Pirsultanlar-ozanlar doğurmuş
-Kâh Horosan’da, Kâh Merzifon’da, kâh Erdebil’de, kâh Sivas’ da kanlı Pazar yanındaki tümülüste ona mekân yakıştırmaya çalışmış ve bunda da başarılı olmuştur.
Bugün, Pirsultan bir gelenek olmuştur.
Türkü olmuştur, deyiş olmuştur. Dilden dile, gönülden gönüle akan ırmak, gönül kalelerinde dalgalanan bayrak olmuştur. 16’ ncı yüzyıldan bugüne, her geçen gün biz, Pirsultan’ı yeniden keşfetmekteyiz.
Adil yargılama özlemimiz, hak arayan ve konuşan toplum yapısı arzumuz, inandığını ve sevdiğini söyleyen, yaşayan bireyler talebimiz, baskı, zulüm ve tepeden inmeciliğin sona ermesi isteğimiz; bütün bunların özünde, usaresinde Pirsultan hareketi vardır.
Bu özlemlerimizi taşıyan Pirsultan kimdir, esas adı nedir diye soracak olursanız, deyişlerinde:
“Pir Sultanım Haydar diye anıldı”, “İsmim Koca Haydar aslım Yemen’de”, “O ruh girdi bana Haydar dost dedi” gibi mısralarına baş vurmak zorundayız. Çünkü, Pir Sultan hakkında bugüne kadar detaylı bir bilgi-belge ve kaynak bulunamadığı gibi, araştırmacılar da Pir Sultan’a ulaşmak için, onu idam eden Hızır Paşa’ ya ulaşıp oradan Pir Sultan belgeleri elde etmeye çalışmışlar, gene de pek başarılı olamamışlardır.
Deyişlerinden asıl adının “Haydar” olduğu, “Koca Haydar” diye anıldığı anlaşılmaktadır. Yine bir deyişinde bu adı da ona Hacı Bektaş-ı Veli’ nin verdiğini söyler. Haydar, aslan yürekli, yiğit anlamına gelmekte olup; Hazreti Ali’ nin adlarından biridir de… Bir deyişinde: “Pir Sultan Abdalım destim damanda/İsmim Koca Haydar aslım Yemende” diyerek soyunu Yemen’e bağlamıştır. Söylentilere göre de Hz Ali’ nin torunlarından Zeynel Abidin soyundan gelen ağu içip ölmediği için “ağuçen” diye anılan Karadonlu Can Baba koluna mensuptur.
Der ki:
“Sultan Ağuçen serçeşme gözü
Elimde kalemim dilimde yazı”
Der ki:
“Benim aslım Horasan’dan Hoy’dandır.”
Horasan, İran’ın doğusunda Türklerin yoğun olarak yaşadığı bir bölge, Hoy ise İran Azerbaycanında br kasaba. Muhtemeldr ki, ataları Horasan’dan Hoy’a, oradan da Anadolu’ya geçip Sivas’a yerleşmişlerdir.
Pir Sultan’ın soy kökü, bana göre de Horasan’a dayanmaktadır. Anadolu erenlerinin çoğunluğunun kökü de Horosan’dır.
Horosan ve Hoy’dan Sivas Yıldızeli İlçesinin Banaz Köyü’ne uzanan ve
“Uzundu uzundu dedemin boyu/Yıldızdır yaylası Banazdır köyü” veya “Bize de Banaz’da Pir Sultan derler/Banaz’dan sürdüler bizi Sivas’a” diyerek adresini vermektedir…
Pir Sultan’ın halk söylentilerine göre 3 oğlu ve 1 kızı vardır. Oğullarından Seyit Ali Sultan’ın makamı köye 15-20 dakika mesafede Çamlık tepede bulunmaktadır. Pir Mehmet Tokat’ı Daduk Köyünde, Er Gayıp ise Dersim’ de yatmaktadır. Kızının adı Senem’dir. Kızı Senem, babasının idamı üzerine “Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da” diyen deyişini söylemiştir.
Deyişlerinden Pir Sultan’ın okuma-yazma bildiğini ve alevi-bektaşi eğitimi olan “yol eğitimi” aldığını bilmekteyiz. Onu yoğurup pişiren cem isimli “halk okulu” dur.
Diyor ki:
“Pir Sultan’ım okuyaban yazarım
Turab oldum ayaklarda tozarım”
Diyor k:
“Ben bend oldum şu meydana atıldım
İkrar verdim ikrarıma tutuldum.”
Diyor ki:
“Enel Hak dedik de çekildik dara
Adap erkan bize doğru yol oldu.”
Diyor ki:
“İrehber pişirir tâlibin çiğin
Ahiri bu imiş pişmeğe geldim.”
*
“Halk isterse ağustosta yağar kar”, “Halk isterse olmaz olur, Beydağları Palandöken’i kucaklar ve halk isterse taş kesilir düşmanlar, çiçekler dile gelir, bulutlar saçın çözüp yaşın yaşın ağlar.”
*
Halk, kendi söyleyeceğini Pir Sultan’a söyletir. O halde, Pir’imizin menkıbevi hayatını bir kenara bırakmadan, ondan istifade ederek hayata, olaylara, dünyaya, kurulu düzene, yönetene, yönetilenlere, paşalara, beylere bakışını anlatmaya ve şiirlerinin ruh köküne inerek, oradan çıkarabildiğimiz inci danelerini sunmaya çalışalım.
Hafik İlçesinin Sofular Köyünden Hızır adında bir gençin Banaz’a gelip Pir’imize talebe oluşuna ne diyelim? Yedi yıl boyunca o kapıda eğitim almasına ve sonra da “Sen herkese himmet veriyorsun, verdiklerin çeşitli makamlara yükseliyor. Ne olur bana da himmet eyle ben de bir makama yükseleyim” sözlerine karşılık, “Ben dua ederim Hızır. Ederim etmesine de ya duamız tutar, sen paşa olur gelir çekersen ipimizi? ”deyişine ne diyelim?
Ne diyelim, adalet dağıtacakken, adalet yerine zulüm dağıtan, haklıyı haksız, haksızı da haklı çıkaran, nice ocaklar söndüren Sarı Kadı’ya, Kara Kadı’ya? ... Haramı yemeyen köpeklerine, hattâ halkın anlatımında haksızlık yapanı, haram yiyeni köpekten aşağı dereceye düşüren menkıbeye ne diyelim?
“İyi köpek kötü kadıdan efdâldir” diyen Pir Sultanımız alır sazını ele ve der ki:
“Koca başlı koca kadı
Sen de hiç din iman var mı?
Haramı helâli yedi
Sende hiç din iman var mı?
Fetva verir yalan yulan
Domuz gibi dağı dolan
Sırtına vururum palan
Senin gibi hayvan var mı?
İman eder amel etmez
Hakkın buyruğuna gitmez
Kadılar yaş yere yatmaz
Hiç böyle kör şeytan var mı?
Pir Sultan’ım zatlarınız
Gerçektir şöhretleriniz
Haram yemez itlerimiz
Bu sözümde yalan var mı? ”
Kadılar böyledir de ya paşaların emir ve görüşlerine göre fetva veren müftüler nasıl? Sivas’a saraydan vali olarak dönen Hızır Paşa çağırır Kör Müftüyü yanına ve dikte ettirir fetvayı: “Şah adını anmak yasaktır. Her kim ki Şah adını anar, dili kesilip öldürüle…”
Susar mı ozan dili? Fetva değil, hangi emri verirlerse versinler, hangi kuralı koyarlarsa koysunlar susmaz elbet… Bildiğini, inandığını, sevdiğini “söyleme” diyecekler de o da “emredersiniz efendim, baş üstüne diyecek ha? ”
Demiş:
“Fetva vermiş koca başlı Kör Müftü
Şah diyen din keseyim deyü.
Satır yaptırmış, Allah’ın lâneti
Ali’yi seveni keseyim deyu
Şer kulların örükünü uzatmış
Müminlerin baharını güz etmiş
Onikiler bir arada söz etmiş
Aşıkların yayın yasayım deyu.
Hakk’ı seven aşık geçmez mi candan?
Korkarım Hak’tan, korkum yok senden
Ferman almış Hızır Paşa sultandan
Pir Sultan Abdal’ı asayım deyu. ’
Evet;
Tarih güç olgusunu işlerken, tozlanmış sinesinde, halka rağmen halkı yönetim olayında, askerle-paşayla din adamını, müftü veya şeyhülislâmı hep yan yana sunmuştur. Omuzlarındaki rütbelerden güç alanların hâkimiyetlerini sürdürebilmek için, öncelikle dn-diyanet işlerine hükmettiklerini ve sonra oradan aldığı destek ile halkın tepesinde kılıç salladıklarını anlatmıştır. Hızır Paşa ve Kör Müftü.…. Olayımızın iki önemli kahramanı. Bir de bu ikisinin arasında kadılık kurumunu temsilen Sarı ve Kara kadılar… Ne zaman ki, br ülkede, yönetim, askeriye, hukuk ve diyanet tek elde toplanmıştır, o ülkede özgürlük ve özgür düşünceden bahsedilmesi mümkün değildir. Siyasi otorite askeriye, hukuk ve diyaneti çürütür, güçsüz kılar, artık elinde oyuncak gibi oynatmaya kalkışırsa, o ülkeyi karanlık çağlar bekliyor demektir. Yöneten, sırf kendi şahsi çıkarı için, kendi ve yandaşlarının menfaati için veya emir aldığı güç ve odakların çıkarları doğrultusunda hukuk-ordu ve diyaneti kullanmaya başladıysa yandınız demektir.
Pir Sultanımızın karşısında Vali Paşa, kadı-mahkeme ve kör müftü vardır. Sistemin dişli çarkları kurulmuş ve Pirimizin canından çok sevdiği Şah sözcüğünü deyinde söylememesi emrolunmuştur. Çağırılır huzura ve içinde Şah sözcüğü geçmeyen üç deyiş söylemesi emrolunur.
Anadolu Ozanı emir almaz. Anadolu ozanı emir de vermez. Gönüldür makamı bizim ozanlarımızın. Adaleti ehil hukukçuların, din ve diyaneti de ehil hoca ve aydın dedelerin yürütmesini ister. Hattâ dinle devlet işlerin, hukukla siyasetin, kışla ile particiliğin asla karıştırılmasını istemez.
Ama, Hızır Paşa istemiştir isteyeceğini. İçinde ŞAH sözcüğü geçmeyen üç deyiş. Pir Sultan sazının telleri arasına koyar yüreğini seslenir:
“Hızır Paşa biz berdar etmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Gönül çıkmak ister Şah’ın köşküne
Can boyunmak ister Ali müşküne
Piri, On iki imam aşkına
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Her nereye gitsem yolum dumandır
Bizi böyle kılan ahd ü amandır
Zincir boynum sıktı halim yamandır
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Yaz selleri gibi akar çağlarım
Hançer aldım ciğerciğim dağlarım
Garp kaldım şu arada ağlarım
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Ilgın ılgın eser seher yelleri
Yâre selâm eylen Urum erleri
Bize peyik geldi Şah bülbülleri
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Çıkarm bakarım kale başına
Mümin Müslümanlar gider işine
Bir ben mi düşmüşüm can telaşına?
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Pir Sultan’ım eydür, Mürvetli Şah’ım
Yaram baş verdi sızlar cigergâhım
Arşa direk direk olmuştur âhım
Açılın kapılar Şah’a gidelim.
Hızır Paşa şaşkındır. Zaman donup kalmış buz kalıbıdır sanki. Pir Sultan ikinci deyişine geçer:
“Kul olayım kalem tutan eline
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.
Şekerler ezeyim şirin dine
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.
Allah’ı seversen kâtip böyle yaz
Dün ü gün ol Şah’a eylerim niyaz
Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.
Sivas illerinde zilim çalınır
Çamlı beller bölük bölük bölünür
Ben dosttan ayrıldım bağrım delinir
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.
Münafıkın her dediği oluyor
Gül benzimiz sararuban soluyor
Gidi mervan şad oluban gülüyor
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.
Pir Sultan Abdal’ım ey Hızır Paşa
Gör ki neler gelir sağ olan başa
Hasret koydu bizi kavim kardaşa
Kâtip ahvalimi Şah’a böyle yaz.”
Sıra üçüncü deyişe gelmiştir. Dokunur sazına, yine Şah vardır telinde;
“Karşıdan görünen ne güzel yayla
Bir dem süremedim giderim böyle
Ala gözlü pirim sen himmet eyle
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.
Eğer göğerüben bostan olursam
Şu halkın dinle destan olursam
Kara toprak senden üstün olursam
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.
Bir bölük turnaya sökün dediler
Yürekteki derdi dökün dediler
Yayladan ötesi yakın dediler
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.
Dost elinden dolu içmiş deliyim
Üstün kan köpüklü meşe seliyim
Ben bir yol oğluyum, yol sefiliyim
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.
Alınmış abdestim aldırırlarsa
Kılınmış namazım kıldırırlarsa
Sizde Şah diyeni öldürürlerse
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.
Pir Sultan Abdal’ım dünya durulmaz
Gitti giden ömür, geri dönülmez
Gözlerim de Şah yolundan ayrılmaz
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.
Pir Sultan her deyişinde adeta meydan okur Hızır Paşa’ya. Her deyişinde şahtır geçen dilinden, telinden. Hızır’ın tüm uzlaşma umutları suya düşmüştür. Piri yolundan döndürme ikna etme hayalleri toz olmuştur. Kızgınlığı had safhaya varır. “Atın zindana” diye emir verir.
Başlar zindan günleri…Toprakkale zindanı Pirsultan’ın mekânıdır gayri. Davasından dönmesi, pişman olduğunu söylemesi istenir. Ama, inanan davasından vaz geçmez.
“Kadılar müftüler fetva yazarsa
İşte kement işte boynum asarsa
İşte hançer işte kellem keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.”
Dönmez yolundan. O sebeple ölülerin konulduğu mahzene atılır. Kale surlarından atacağız denir.
“Çıkardılar ağ bedenden atmaya
Şimdi indirdiler yine dahmaya
Kanrıldım çevrildim baktım zahmaya
Duysun canlar diye bizi asarlar.”
Kış, kar… Baskı, işkence… Kelepçe, zindan…
“Bizi böyle kılan ahd u zamandır
Zincir boynum sıktı halim yamandır.”
“Kalenin kapısı taştan demirden
Yanlarım çürüdü yaştan yağmurdan.”
Beklenen ferman nice zaman sonra gelmiştir Saraydan. İdama giderken zerre kadar ölümden korkmadığı, çekinmediği bir hakikattir. Dostlara, yoldaşlara, evdekilere, müsahip Ali Baba’ ya selamlar yollamaktadır. Üzülmemelerini, al çıkarıp kara giymemelerini, karalar bağlamamalarını, ele güne karşı ağlamamalarını söyler.
İdam edilirken ellerinin bağlanmamasını dilemekte, Ali Babadan da darağacında cesedinin eğlenmemesini istemektedir…
“Bize de Banaz’ da Pir Sultan derler
Bizi kem kişi bellemesinler.
Paşa hademine tembih eylesin
Kolum çekip elim bağlamasınlar.
Ala gözlüm zülfün kement eylesin
Döksün mâh yüzüne nikâb eylesin
Ali baba haktan dilek dilesin
BiBen de bu yayladan Şah’a giderim.
Ben de bu yayladan Şah’a giderim.
Bizi dâr dibinde eğlemesinler.
Ali baba eğer söze uyarsa
Emidır beyler kıyarsa
Ala gözlü yavrularım duyarsa
Al’ın çözüp kara bağlamasınlar”
Evet…
İdam sehpasına yürmekte Pir Sultan…
Hızır Paşa onun sehpada halk tarafından taşlanmasını ister. Emir serttir, kesindir. Pi taşlamayan öldürülecektir. Pir Sultan’ın müsahibi Ali Baba kalabaığın arasındadır. O da buyruğa uymak zorunda kalır. Ne var ki yol kardeşine taş atmaya eli varmaz. Tutup bir gül atar. Başına yağan taşlardan canı yağmaz da dostu, yol kardeşi Ali Baba’ nın gülü inciter Pirimizi.. Hemen oracıkta, dar ağacının dibinde;
Şu kanlı zalimin ettiği işler
Garip bulbul gibi zareler beni
Yağmur gibi yağar başıma taşlar
Dostun bir fiskesi yareler beni
Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz
Haktan emrolunmazsa irahmet yağmaz
Şu ellerin taşı hiç bana değmez
İlle dostun gülü yareler beni.
Mustafa Ceylan