DAYIMIN ÇİFTLİĞİ-2
Babamın senelerce beklettikten sonra götürdüğü dayımın köyü ve çiftliği beni öylesine etkilemişti ki her gittiğim yerde ondan bahseder olmuştum, anneannem beni çok sevdiği ve şımarttığı için tatil günlerimin çoğunu onlarda geçirirdim. Benim de onu sevmemin birçok sebepler vardı, oturdukları ev okuluma yakın olduğundan hemen hemen her gün, bazen bir , bazen iki defa teneffüs saatlerinde okula gelir,mevsimine göre taze veya kuru yemiş dolu bir çıkını arkadaşlarımla yememiz için bırakırdı, o zamanlar şimdiki gibi parklar,çocuk bahçeleri olmadığından akşamları ve tatil günleri sokaklarda top oynar,komşulardan devamlı azar işitirdik ama anneanneml erin mahallesinde Ahırardı denilen çok müsait bir çayır vardı,burada her türlü oyun oynayabildiğim gibi harman mevsiminde düven sürmek olanağı vardı,bazı aylarda Anadolu’yu dolaşan ip cambazları burada gösteri yaptıkları için onları seyretme şansına da sahiptim.
Ayrıca, hafta sonlarında gittikleri mesireler ve tanıdıklarının meyve bahçeleri bana cazip gelirdi, tabii her gidişimde dayımın çiftliğinden bahis açardım, yine böyle bir sohbet esnasında özel idarede memur olan dedem , görevli olarak dayımın köyüne gideceğini açıklayınca beni de götürmesi için yalvarmağa başladım, anneannemin desteği ile dedemi razı ettik ama babamdan izin almak çok zordu,karnemi beğendiği bir gün onu da ikna edince sorun halledildi.
O senelerde , evcil hayvanlardan “Hayvan Sayım Vergisi “ adı ile bir vergi alınmakta idi ve beyan esasına göre tahakkuk ettirilerek tahsil olunurdu, her muhtar köyündeki hayvan sayısını beyan eder, görevli bir memur köye gelerek sondaj usulü sayım yapar, eğer muhtarın beyanı doğru ise bir miktar ikramiye ile ödüllendirilirdi, dedem de sayım memuru olarak görevlendirilmişti.
Köye geldiğimizde çiftlik yerine, köyde bir başka eve misafir olunca sebebini sordum, dedem dayım muhtar olduğu ve onu kontrol edeceği için onlarda kalmamızın doğru olmayacağını belirtti, kaldığımız ev Mustan Ağa isminde birine aitti, o da akrabamız imiş.
Ertesi sabah dedem köy odasına giderken Mustan Ağanın oğulları : - evde sıkılma seni balığa götürelim! dediler, peşlerine takıldım, değirmene uğrayıp oradan takriben 1.5 metre boyunda haç şeklinde çakılmış iki sopaya takılı, oldukça seyrek bir ağla 4-5 metre uzunluğunda bir sopa alarak köy girişindeki derenin kenarına geldik , onların evde besledikleri munis bir köpek olan Karabaş da bizi bırakmamıştı. İkisi de soyundular, üzerlerinde sadece külotları kalmıştı 50 -60 metre ara ile suya girdiler su seviyesi omuzlarına yaklaşıyordu,derenin geliş istikametinde olanı elindeki uzun sırıkla her iki tarafı karıştırarak diğerine doğru yürürken öteki de arasıra ağı daldırıp yukarı çekiyordu,her çekişinde 0,5- 1 kg.lık birkaç balık yakalanıyordu,onları alıp tekrar daldırdığı ağda yine birkaç balık çıkıyordu,böylece epey balık yakalayıp giyindiler:-biz ağı değirmene bırakıp balıkların bir kısmını tanıdıklara dağıtalım,sen eve git! dediler, onlardan ayrıldım, fakat Karabaş beni bırakmadı, peşimden geliyordu, sokağımıza yaklaşırken birkaç azgın köpek bana saldırdı, çok korktum ama ancak birkaç taş atabildim,Karabaş en çok yaklaşanı ısırıp ötekine geçiyor,beni koruyordu,sesleri duyan Mustan Ağanın eşi gelinceye kadar köpeklerle boğuşan Karabaş epey yara almış ama beni kurtarmıştı,günlerce tedaviden sonra kendisine gelebilmiş.
Balıkçılar yakaladıkları balıkların çoğunu dağıtarak birkaç balıkla eve döndüler, anneleri Fatma teyze mutfağa girince ben de peşinden gittim, izlemeye başladım, balıkları temizledikten sonra büyük bir toprak gövece koyan Fatma teyze tuzlayıp, birkaç diş sarımsak ve biraz tereyağı, çok az su ilave edip kapağını kapadı, biraz hamur hazırlayarak kapaktan buhar çıkmaması için hamuru çepeçevre sıvadı, o dönemlerde düdüklü tencere yoktu ve sanırım mucidi bizim köylü teyzelerdi, zira Kütahya dönüşü anlattığımda anneannem yıllardır bu usulle yemek yapıldığını ve kendi suyu ile piştiğinden çok lezzetli olduğunu söyledi.Hakikaten akşam yemeğinde o güne kadar yemediğim nefasette bir balık yedim.
Ertesi gün , yapılan son sayımlarda beyanın doğruluğu kanıtlanacağı sırada İbir’lerin evinde sayım dışı bir merkep olduğu yolunda bir ihbar alan dedem korucu ve azalarla bahsedilen eve gider,samanlığa kadar aradıkları halde bulamazlar,fakat aralarında tarla meselesinden dolayı eski bir husumet bulunan muhbir israr edince tekrar gidip her yeri yeniden ve daha dikkatli ararlarsa da bulamazlar, tam çıkacakları sırada bir anırma sesi işitince dar ve çürük olan merdivenlerden sesin geldiği birinci kata çıkarlar ki misafir odasında kocaman bir eşek, tabii vergi cezalı olarak alınır ve muhtar da ödülden mahrum kalır.
Gerek bu vergi, gerekse yol parası adı altında alınan, tahsili mümkün olmazsa borcu karşılığında yol inşaatında çalıştırılmak suret iyle mükellefe ödetilen vergiler bilâhare kaldırılmıştır.
Dar ve çürük merdivenden eşeğin üst kata nasıl çıkarıldığı, sadece köyde konu edilmekle kalmayıp Kütahya’ya döndüğümüzde, aile arasında günlerce, gülme vesilesi olduğu gibi Karabaşın kendisini tehlikeye atarak gösterdiği vefa ve fedakârlık da takdirle karşılanmıştı.
YORUMLAR
Yazınızı okumak isteği ile sayfanıza geldim.
Yaznız da okunacak cinsten; ancak, virgüllerden sonra bir boşluk olmaması, beni sıktı.
Bir de parağraflarçok uzun.
Kısaca, okuyucu olarak kendimi, dar bir odada hissederek yazınızdan ayrıldım.
Samîmiyetimle bildirir; Sağlık dileklerimi ve Selâmımı gönderirim.
K.Y.