- 655 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Bahzadeler
Halayık son tabağı da masaya koyunca Necib Efendi ellerini kavuşturdu ve dua etmeye başladı: “Bizi ve verdiğin nimetleri kutsa Tanrım, biz ki…”
Duayı avlunun kapısındaki çıngırağın sesi kesti. Herkes birbirine şaşkınlıkla bakarken kendini ilk toparlayan Necib Efendi oldu. Halayığa “Koş, bak bakalım” dedi ve duasına kaldığı yerden devam etti. Masadakiler de ona katıldı ama aklıllar kapının çalınmasıydı.
Halayık koşarak içeri geldi:
“Yeniçeriler gelmiş beyim, sizi saraydan istiyorlar.”
Artık masadaki yüzlerde meraktan çok korku vardı. Necib Efendi yavaşça yerinden kalktı, halayığa “Söyle, hemen geliyorum.” dedi ve yemek odasından ayrıldı. Çok geçmeden tekrar göründüğünde sarığı ve kaftanı üzerindeydi.
Yeniçeriler ve başlarındaki çavuş Necib Efendiiye gayet nazik davrandılar. Ama öte yandan da saraya niye çağırıldığını söylemediler. Yol boyunca hangi sebepten dolayı apar topar evinden alındığı Necib Efendiinin içini kemirdi. Sarayın dış kapısına geldiklerinde hala şaşkın ve cevapsızdı.
Huzura alınmadan önce bir süre bekletildi. Sonra bir saray görevlisi çavuşa sadrazamın kendilerini görmeye hazır olduğunu söyledi. Sadrazamın adını duyunca Necib Efendi iyiden iyiye gerildi. İki kişi koluna girip onu içeri itelediklerinde bacaklarında daha fazla güç kalmamıştı; sadrazamın karşısında yere kapaklanıverdi.
“Kalk Necib Efendi, kalk. Yüzünü görelim.”
Önce titreyek başını kaldırdı; sonra yavaşça doğruldu. Ancak sadrazamın göğüs hizasına kadar bakabiliyor, bu yüzden onun ifadesinden durumun ne olduğunu anlayamıyordu.
“De bakalım, sen Bahzadelerdensin, değil mi?”
“Buyurduğunuz gibidir devletlim.”
“Bir takım söylentiler işitiriz. Derler ki Bahzadeler eski itikadlarından vazgeçmemişler; İsa peygamberi ilah kabul edip tapınırmışsınız.”
“Haşa devletlim, ne demek! Biz Hakkın yoluna başkoymuş kimseleriz. Kuşaklardır bu böyle süregider. Kulağınıza gelen lakırdıları kim ediyorsa hasetinden ediyordur.”
“Demek öyle. Peki Galata kilisesi için ilahi yazmışsın. Ona ne demeli?”
“Yalan söylemişler. Devletlim, izah edebilirim: Kiliseye bir ilahi bağışladığım doğrudur. Ama bunu ben yazmadım. Dedem Yuhannainın gençlik yıllarından kalmadır. Evde tozlanıyordu. Bilirsiniz, biz musikiyle geçinen bir aileyiz. Dedemin yadigarının da seslendirilmemesine içim elvermedi; onu kiliseye bağışlayıverdim. Kusurum olduysa affola.”
Sadrazam Halil Paşa yerinden kalktı, Necib Efendinin iki yanındakilere uzaklaşmalarını işaret etti. Sonra
“Gel Necib Efendi,” dedi, “yürüyelim biraz.”
Geniş avluda yürümeye başladılar. Bestekar sadrazamın sağ yanında ve bir adım gerisindeydi.
“Öncelikle bilmeni isterim” diye söze başladı Halil Paşa, “neye itikat ettiğiniz, nereye bağış yaptığınız esasında beni alakadar etmiyor. Ama lakırdılar çoğalınca duymamazlıktan gelemedim. Yine de dikkat edin derim, her zaman sizi huzuruna kabul eden ben olmam.”
Sadrazam alçak sesle konuşuyor, onu sadece Necib Efendi duyabiliyordu. Geriden gelen korumalar ve görevliler olup bitenden habersiz, ikiliyi takip ediyorlardı.
“Ceddiniz hakkında söylenenler doğru mu? Diyorlar ki, dedenizin ailesi Viyana sarayında bestekarlık yaparmış.”
“Haşa devletlim; bunlar asılsız söylentiden ibaret.”
“Necib Efendi, artık makamımda değiliz, çekinmene gerek yok.”
“Doğruyu söylüyorum devletlim. Dedem Yuhanna Bah’ın ailesi Saksonyalıydı. Onlar da musiki ile iştigal eder, beylere, derebeylerine ve kiliseye besteler yaparlardı. Ama hiç bir vakit Viyana sarayının emrinde olmadılar. Saray ve şehir devlet-i şahanenin iradesine geçtikten sonra iç taraflara yapılan akınlar sırasında esir alınmışlar. Dönemin paşası onların kim olduğunu farkedince doğru saraya göndermiş. Konstantiniye’de dedem salipten yüz çevirince sultan da onları saray bestekarları arasına katmış. O gün, bugündür sarayın hizmetindeyiz.”
Sadrazam bir şey söylemeden yürümeye devam etti. Sonra durdu ve Necib Efendiye döndü:
“Ben de rahmetli validem için bir ağıt düşünüyorum. Sizin hanenin bir köşesinde unutulmuş bir tane daha var mı?”
Bahzade Necib Efendi ilk defa sadrazamın yüzüne baktı. Onun ifadesini görünce bestekarın gözleri parıldadı.
“Var devletlim” dedi, “Ceddimin kalemi çok bereketliydi. Valideniz için de bir tane var. Kendisinin ismi neydi?”
YORUMLAR
Güzel bir anlaşma olmuş ikisi için de.İfade diyor ki: biliyorum gerçeği ,ama yazın lütfen.Bestekar diyor ki: bildiğinizi anladım ,teşekkürler ve yapacağım.Çok zekice yazılmış bir hikaye.Tebrik ederim.
İlhan Kemal
Sanırım akşam kaçırmışım bu güzel öyküyü, şimdi okudum ve tabı ki yorumlarıda
Yine benden tebrikler...
Keyifle severek okudum, sevgilerimle...
İlhan Kemal
canandemirel
Sevgilerimle...
İlhan Kemal
canandemirel
Ben her şartta okurum, sevgilerimle...
İlhan Kemal
canandemirel
Hesap yanlış mı oldu?
İlhan Kemal
Özetle erken kalkan öykü yazar.
Onca zekama rağmen(öhmöhm) niyeyse, hiç bir tuzağı önceden fark edemem :D
Kimseye güvenemeyecek miyiz şu koskoca dünyada diye nara atasım geldi,
Hayır benim hikayemle ne alaka diyeceksiniz :)
Tuzaklara çok iyi düşen biri olarak ben bunun da bir tuzak olduğunu düşünmemiştim açıkcası:)
Yazar yemini bozar mı acaba ...
Yani açıklar mı bilinmez, ama tuzak olmasın behey sadrazam nadanlık etme!:D
İlhan Kemal
O qué
Bir kere ben,
Osmanlının dini inançlar konusunda böyle baskıcı olduğunu düşünmüyorum. Ne düzeyde bilgiye sahipsiniz derseniz öyle aman aman bir bilgim yok , ama osmanlıcılık başkalarına zorla din dayamak değildi bence.
Osmanlı zamanı dikkate alınarak incelendiğinde, yani şartlarına göre en özgürlükçü devletlerden:)
Elbette devamlı aynı cizgide olmamıştır, belki kılık kıyafet konusunda şimdiki düzeyde özgürlükçü de değildir ama bence yine de zamanın en iyilerindendir
Buraya nerden mi geldim? Ben de bilmiyorum :D
İlhan Kemal
Yine de ister istemez dikkatinizi öyküdeki bir detaya çekmek durumundayım. Necib Efendi İslamiyeti kabul etmiş bir ailenin üçüncü kuşağı. Buna karşın günlük hayatının detaylarına baktığımızda bu kabulün sözde kaldığını görüyoruz: Yemek öncesi katolik duasının okunması, masada yemek yenmesi, kilise için ilahi yazması. Sadrazama ulaşan şikayetler buradan, göstermelik müslüman oluşundan kaynaklanıyor.
İyi tuzak...Necib Efendi faka bastı sanırım.
Mükemmel diyeceğim izninizle. Bazı yerlerde dikkatimi çekti. Diyalogları ikiye bölmüşsünüz. "Gel Necib Efendi,’’ dedi, ‘’yürüyelim biraz.’’
Bunu yaptığınıza şahit olduğumu hatırlamıyorum daha önce. "Dedi"lerle arası hoş olmayan yazarlardansınız, ama benim pek hoşuma gitti bu durum. Zira severim ben bölünerek çoğaltılan diyalogları.
Kutluyorum. Saygılar.
İlhan Kemal
Bu sefer öyküyle ilgili hiç konuşmayacağım; okuyucuyu metinle tamamen başbaşa bırakmayı hedefliyorum.
Özenli okuma ve yorum için teşekkür ederim.
Aynur Engindeniz
"Dediler" hiç pürüz yaratmadı dedi, Engindeniz.
Selamlar yazarım.
İlhan Kemal
'Emin misiniz? Beni saatlerce sağa sola gizlediğiniz ipuclarını bulmak için uğraştırmayın. Bulsam bile başım göğe ermeyecek, hatta ihmal ettiğim masalardan bahşiş gelmeyecek.''
Yazar geriye dönüp kafeye baktı. Tek müşteri kendisiydi. Yüzünü tekrar Ebony'e çevirdiğinde ise garson kızın sırtını dönüp tezgaha yürüdüğünü gördü. Bir hışımla fincanına uzandı, fincanı boştu. Tezgahtan Ebony'nin seslendiğini duydu:
'Dikkatli bakarsanız hala kahveniz olduğunu görürsünüz!'
Aynur Engindeniz
Şahsen ben öykülerimden birden fazla anlam çıkartılmasını istemem. Anlatmak istediğim anlaşılsın yeter. Biraz bencilce ama öykünün mesajını kontrol altında tutmak için gerekli bir şey bence.
Peki ben size bir soru sorsam, desem ki; yazar ne kadar okuru düşünmelidir? Yazar okur kitlesini seçebilir mi?
İlhan Kemal
Öyküler yazdıktan sonra kontrolümüzden çıkıyorlar. Biz onları yazarken bir anlam yüklüyoruz ama okuyanlar her zaman bizim yüklediklerimizi tercih etmiyorlar. Bu da benim açımdan güzel bir süpriz olarak geri dönüyor: Bugünkü tuzak gibi. Birden fazla anlamı olandan çok birden fazla katmanı olan öyküleri/eserleri tercih ediyorum. Biraz açıklık getireyim.
Dün akşam, evdeki tartışma konusuydu: Bir sanat eserinin çeşitli düzeyde okumaları/algılanışları olması gerektiği. Sizin o eserle, sanatçıyla, dönemle ilgili bilginiz olmasa bile, eserdeki göndermeleri, sembolleri anlamamış olsanız dahi hala ondan zevk alabilmeniz esastır. Bunun üzerine daha göz alışkanlığı olanlar için detaylar ekleyebilirsiniz. Hatta konuyla çok haşır neşir olanlar için küçük defineler bırakabilirsiniz. Böylece farklı okuyucu grupları sizi zevkle takip edebilir.
İkinci sorudan başlayalım. Yazar okur kitlesini seçebilir mi? Sahip olmadığı bir kitleyi hedefleyebilir ama onları elde edebilir mi, bilinmez. Örneğin ben Eco, Borges ve Kafka okuyucularına hitap etmek istesem, bu o kadar kolay bir şey olmaz. Ama halihazırda olan okuyucular arasından ayıklama yapma şansına fazlasıyla sahibiz. Tarzınızda oynamalar yaparsınız, konuları ve karakterleri göndermek istediğiniz okuyucu kitlesine göre düzenlersiniz ve hop: bir kesim okuyucunuz artık yoktur.
Yazar okuru ne kadar düşünmeli? Okunabilirlik sağlamak için (Okuyucu sağlamak için değil) düşünmek zorundasınız. Sizin kafanızdaki hayali onun da görmesini istiyorsunuz. Belki o hayal onlarca yıldır aklınızda, tüm detaylarıyla kurmuşsunuz ama bunu ona, onu kaybetmeden aktarmak durumundasınız. O da sizin gördüğünüzü görmeyi deneyebilmeli. Ama o daha geriden gelecektir (Çünkü başkasının hayaline/adımlarına ayak uydurmaya çalışıyordur). Bu yüzden bilim kurgu aslında çok zor bir daldır. Kalabalık, ikiden fazla kişinin konuştuğu, dahası hareket ettiği sahneler çetrefillidir. Bu işin teknik yanı.
Bir üstteki platformda ise aynı sorunun başka bir cevabı vardır: Bir yazar okur kitlesine ne kadar yazdıklarını ayarlamalıdır? Size kalmış. Okurları ne kadar çevrenizde görmek istediğinize bağlı. İstediğinizi yazmakla, kendinizi geliştirmek ve onları kaybetmemek arasındaki üçlü bir dengedir bu. Cevabının kişiye özel olduğunu düşünüyorum.
Sayenizde yazım anasayfadan düşmeden bir tane daha yazmış oldum, teşekkür ederim.
Aynur Engindeniz
Tekrarlayamayacağım, malum annelerin yemek hazırlama vakti bu saat.
Ama özetleyeceğim.
İkilemde kaldığım nokta annemlere mi yazmalıyım, üniversitede hoca olan kuzenime mi? Bunun kararını veremediğim zaman kendin için yaz diyorum ve öyle yapıyorum.
Verdiğiniz iki cevaba da kesinlikle katılıyorum.
Zaman konusunu da yazmıştım. Baktım Canan Hanım da aynı şeyleri dile getirmiş hemen hemen. Zaten çok sık yazmıyorsunuz, bence Türkiye saatini göz önünde tutarak yazmalısınız ki daha çok kişi sizi okuma fırsatı bulabilsin. Kurdeladan alkıştan daha önemli bir şey vardır o da öykünüzün daha çok kişi tarafından okunması. Bunu da hak ediyor bu sayfa.
Selametle kalınız. saygılar.
İlhan Kemal
Karar veremediğinizde böyle bir öykü okumak isterdim diye yazabilirsiniz. Sonuçta o öyküyü okuyanlar sayfayı çevirecek ve siz onunla başbaşa kalacaksınız.