- 1664 Okunma
- 27 Yorum
- 0 Beğeni
KIRKYAMA III
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Başka bir lisanla anlaşırdı onlar. Bir tek kendilerinin bildiği, mimiklerden ibaret bir lisan.
Yasaklanmış bir dildi kadının bakışları. Titrek, saklı, lanetli. Asgarisi belli. Yarım bir dudak, baygın bir göz, kederli bir ressamın tablosundan çıkmışçasına korkak ve hüzünlü kaşlar.
Gürdü adamın bakışları…Dudakları olduğundan daha büyük, gözleri şahin, kaşları korunaklı bir mevzi…Bir de bıyıkları vardı, her hafta berber eliyle hizaya sokulan, adamsı ve hükümran…Annesi kız gibi görünmesin diye kirpiklerini kestiğinden beri, her şey batar olmuş gözüne. Kulaklarından sarkan ve istemediğini duymamaya yarayan geçit vermez kıllar heybetine bin heybet katardı…Ak düşmüş saçlarında bile ayrı bir rüzgar vardı ki; üşürdü yamaçlarından yolculeyin geçenler dahi…
Ama anlaşırlardı ikisi.
Üçüncü kişilerden gizli…
***
Güneş tarafından geldi. Sırtım dönüktü ona, ama ben gölgesini gördüm. Saliha’yla ben, annemin verdiği baklavaları yiyorduk kaldırıma oturmuş. Her dilimde bir gül figürü çıkıyordu baklavanın altından. Saliha’yla ikimiz gülleri bölüşüyorduk. Arada dudağımızdan sızan balı siliyorduk eski etek uçlarımıza. Her eteğimizi kaldırışımızda rengi kaçmış pabuçlarımıza gülüyorduk bir de. Ayaklarımızı sallıyorduk.
Üç gülü vardı Saliha’nın. Ben daha birinci güldeydim.
Geldi, konuşmadı. Tam arkamızda durdu. Belki baktı elimizdekine, belki bize bile bakmadı. Son bal damlarken dudağımdan, eteğimin ucu elimde kaldı. Yetişemedim damlaya…Düştü.
İki taşın arasına damlayan bala üşüştü karıncalar. Onlara baktım. Onlar da bana. Tanıdık bir şey diyecekler sandım da dinledim onları. Ama sustular. Sonra balı emdiler.
Saliha tabağı elime verip kaçtı. Koştu avluyu süpüren annesinin eteklerine saklandı. Etekleri de güllüydü annesinin. Bir de kocaman güller sarkıyordu yazmasından. Şimdi benden daha çok gülü vardı Saliha’nın.
Tam ayaza durmuşken sırtım, bir bulut geldi de kayboldu arkamdaki gölge. Allah severmiş çocukları…
Kör olasıca! Ne kaldırıyorsun eteklerini sokağa karşı, dedi görünmez gölge. O sırada tam ortasındaydı başparmağım bir gülün. İşte iki, dedim içimden. İki gülüm var benim.
***
Bak Zehra, gördün mü bu gülleri?
Gördüm.
Gergefini bırakıp ocağın altını kapattı. Ben yağmurda yıkanan güllere bakıyordum. Bir de pencere kanarlarına sıkıştırılan çarşaftan sızan ince nehirlere. Kulağımda, tavandaki ince çatlaktan yerdeki bakır leğene damlayan suyun sesi.
Tıp…Tıp…Zehra tıp…Saat tıp, yağmur tıp…Gelecek şimdi, sus Zehra, haydi tıp!
Kalaylı sahanları dizdi sofraya, soğan kırdı bir de. Sonra bardak kırdı tezgahın kenarında.
“Düştü kırılmadı” dedi. “Kırılsın ki, gitsin musibet.”
Ben bilmiyordum musibeti. Onu az sonra geleceğe benzettim. Her çocuğun kırılmasını dilediği biri vardı elbet.
***
Gölge büyüdü yeniden. Bulut kaçtı. En büyük acılar bile üç gün sürer, demişti babaannem. En kötü fırtınalar gibi…
Ağzımdaki son tatlı şeyi de yutmuştum. Ama korkmadım yine de. Dudağımın kenarındaki yapışkan his öptü beni. Bal damlayan yer tatlı olur, dedim içimden. Hala tatlı bir şeyi olanın korkacak hiçbir şeyi olmamalı…
Eğildi, tuttu örgülerimden.
“Beni aleme rezil mi edeceksin sen?”
Anneler öpermiş kızlarının saçlarından. Bin bismillahla tarar da, Allah’a emanet örermiş onları. Sonra biri alırmış örgüleri kara avuçlarının içine, raftaki telli tarak düşüp, orta yerinden kırılırmış. Hayırdır dermiş, yine analar. Pek azı şer düşünürmüş…
Karıncalar söyledi bana.
Çok konuşmazdı benim annem. Ve susardı örerken saçlarımı.
***
İlk mahsul taze bezelyeleri doldurdu sahanlara. Çatlaklardan sızdı haşlanmış bezelye kokusu. Ellerim azdı benim. Oysa ne çok çatlak vardı duvarlarda. Kapatabilseydim bütün delikleri, gitmeseydi o mübarek koku şer burunlara, gelmeseydi musibet.
Döndüm yeniden baktım ağırlaşan güllere. Pencereden yere değen nehirlere, dolmasına az kalmış bakır leğene.
Göğsümün seyirtişiyle dalgalandı leğendeki su. Her akşam bu vakitte, biri çözerdi içimdeki atları. Öyle koştururlardı çılgınca. Biri görecek diye hırkamın eksik düğmelerini ilikler, iki kolumu bağlardım göğsümün üzerine. Yine de rahat edemez, annemin tavus kuşu motifli kırlentine sarılırdım.
Nebahat Yengem, örneğini çıkartmak için kırlenti ödünç aldığından beri atlarım daha bir huysuz oldu…Yapamaz onu, dedi annem. O kadar renkli ip yok bu mahallede. Hem gözleri de görmez.
Her çocuğun yedek bir sığınağı vardı elbet. Ben de kimsenin örneğini çıkartmak istemeyeceği bir şey buldum. Kör gözlü kara kediye sarıldım akşam vakitleri. O da şaşırdı ilk başta. Alışkın değildi ve alerjisi vardı insan kucağına.
***
Sokaktan geçenler bize bakarken dünya dönmüyordu. Ne vakit canı acısa bir çocuğun, eksen kilitler kendini. Tersine döner her şey. Örümcekler duvarlardaki tükürüklerini toplar mesela, Yelkovan geri geri döner. Toprak eser, rüzgar yeşerir. Kuzeye göç eder sıcak iklim kuşları. Doğmak üzere olan bebekler topuklarını tıkar faniliğe çıkışın ağzına. Ve solist tersten okur şarkısını masadakiler rakılarını gömlek ceplerine dökerken:
“Aynüd nalay!”
Kimse bir şey anlamaz canı yanan çocuktan başka.
İtilmek dövülmekten beterdi daima. Bunu yüzü koyun yattığım yerde, burnumun ucunu kaldırmak için koştuklarını sandığım karıncalara da söyledim. Dinlediler beni ama, sustular yine. Meğer dudağımın kenarındaki yapışkan hisse koşmuşlar.
Sonra kaldırdım beş parçaya bölünmüş gözlerimi yerden, ters dönmüş güllü baklava tabağına baktım. Bir de karıncaların sırtında giden iki dilim baklavaya. Bir grup baklavaları taşıyor, bir grup arkalarında bıraktıkları şerbeti temizliyordu.
Tabağı temizleyenler daha büyük karıncalardı. Silip süpürdüler her şeyi. Geriye bir tek örgümün dibindeki sızı, bir de dudağımdan damlayan kan kaldı.
Uygun adım geçtiler gözlerimin önünden. “Kime niyet kime kısmet” dedi ihtiyar bir adam baklavalara bakarak.
Kalktım. Hiçbir yerim unutulmaz derecede acımıyordu. Her şey normal görünüyordu bir de, belki de ondan kolay atlatıyordum her düşüş sonrasını. Kuşlar ötüyor, insanlar gidiyor, egzoz yine aynı güzellikte kokuyor.
Gölgeye baktım ardı sıra. Yürüdü gitti kaldırım boyunca. Gittikçe cebine girdi gölgesi. Olur olmaz israf etmezdi kendisini o. Daha görecek çok günümüz vardı. Çakmakçıya, simitçiye ve satırını bileten kasap çırağına selam serdi. “Aleyküm esselam” dedi onlar da. Bacaklarını telefon kulübesinden sarkıtmış, buluttan defterine bir şeyler çiziktiren sokak meleği yüzünü buruşturdu.
Gürültüyle öksürüp, sokak küllüğünün kenarına tükürdü gölge. Çakmakçı, simitçi ve satırını bileten kasap çırağı “Allah belanı versin” dediler ardından. O ise, açtı berberin çıngıraklı kapısını, parmak izli, tozlu ve yer yer yağlı camdan bana baktı. Ben kirli ve bulanık gördüm onu. Annemle anlaştığı dilden bir kelime çaldı ve kaldırdı kaşlarını “git şuradan” manasında.
Daha bir şeyler diyecekti ama bıyık uçlarını kesti berber. Simetrisi kurtuldu adamlığının. Yere düşen artıkları, birer karınca yakalayıp, kurtuldukları için adak kestiler. Şerbet sızdı karıncaların ince boyunlarından, berberin kıl dolu akarına.
Saliha baktı sadece. Bir bana bir de güllerini terk ettiği tabağa. Ben de bir ona baktım, bir de hiç gülümün kalmadığı tabağa. Birkaç onuru kırık kelime döküldü dudaklarımdan:
“Düştü kırılmadı. Kırılsın ki gitsin musibet.”
Annemin tek Kütahya Porselenini atıp kırmaya kıyamadım.
***
Öksürüğü geldi ondan önce. Kara kedi divanın altına gizlendi ilk defa. Eğilip alamadım. Örümcek olurdu orada, bir de fare pislikleri. Annem hiç süpürmezdi divan altını. Hala bilmem niye. Kilimi kaldırıp avludaki çelik tele asar, aralıklı taban tahtalarını boydan boya süpürür divanın önüne geldiğinde gözleri dolardı. Üstünde, oturup kahve yudumladığı, geceler boyu pencereye karşı ağladığı, kandil geceleri Kur’an okuduğu, komşu ağırladığı, uyuyakaldığı divanın altı nedense gizli bir hatıra olarak kaldı.
İçeri girdi eşik üzerinden atlarken ‘bismillah’ diyerek. Havayı kokladı sonra. Anam avradım olsun, dedi, ta kahveye geldi mübareğin kokusu.
Anneme baktı. Annem de ona. Düştüm, dedi dizini ovuşturarak. Acımış gibi ağzını buruşturdu annem. “Hep bu aşüfte kızının yüzünden.”deyince, annem düzeltti dudaklarını, ne anlama geldiğini anlamadığım mahcup bir bakışla baktı. Dedim ya, bakışlardan müteşekkil bir lisandı onların ki…
Atlar fırlayıp çıktılar göğsümden. Yeleleri saçlarıma karıştı. Birlikte öyle hızlı koştuk ki, yere döküldü çarptığımız ne varsa. Sofra, kalaylı sahanlardaki bezelyeler, dörde bölünmüş soğan, üç kaşık…Bir de koca bir gölge…
Tezgahın kenarına vurdu düzeltilmiş bıyığıyla yüzü. Kan sızdı dudağından.
Keşke karıncalar olsaydı. Silip süpürseydiler ne var ne yok. Bezelyeleri ve iki tahtanın arasına sızan kanı…Annemin ardına kadar korku dolu bakışlarını…Kara kedinin kör gözünü.
“Ne yaptın sen Zehra.”
“Kırdım” dedim. “Düşmüş de kırılmamış. Kırılsın ki gitsin musibet.”
...ENGİNDENİZ...
YORUMLAR
Şiirlerinize olan aşkımı bu denemeniz karasevdaya dönüştürdü... Ne kabiliyetliymişsin sen kız... Ben, internet bağlatılması yasak bir mekanda uzunca bir tatile çıkıyorum,internete pek yazamayacağım (belki, bir flaş belleke yüklediğim yazım olursa kopyalarım edebiyat defterine), ama sırf seni okumak için haftada bir, bir internet cafeye mutlaka uğrayacağım...
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ederim. Dediğiniz kadar değilim ama, yine de duymak iyi geliyor galiba...İnsanoğluyuz işte...Saygılar çokça.
Kemnur
"Başka bir lisanla anlaşırdı onlar. Bir tek kendilerinin bildiği, mimiklerden ibaret bir lisan.
Yasaklanmış bir dildi kadının bakışları. Titrek, saklı, lanetli. Asgarisi belli. Yarım bir dudak, baygın bir göz, kederli bir ressamın tablosundan çıkmışçasına korkak ve hüzünlü kaşlar.
Gürdü adamın bakışları…Dudakları olduğundan daha büyük, gözleri şahin, kaşları korunaklı bir mevzi…Bir de bıyıkları vardı, her hafta berber eliyle hizaya sokulan, adamsı ve hükümran…Annesi kız gibi görünmesin diye kirpiklerini kestiğinden beri, her şey batar olmuş gözüne. Kulaklarından sarkan ve istemediğini duymamaya yarayan geçit vermez kıllar heybetine bin heybet katardı…Ak düşmüş saçlarında bile ayrı bir rüzgar vardı ki; üşürdü yamaçlarından yolculeyin geçenler dahi… "
"Çarşambanın gelişi salıdan belli" derler..
GİRİŞ bölümü söze yer bırakmıyor... gerisi malum; buram buram kalite ...
kutlyorum ENginDENİZimi :)
Aynur Engindeniz
Seni gördüğüme sevindim İlyadam...Görmüşken soruvereyim; neden yazmıyoruz artık? Bıktırana kadar soracağım bu soruyu:))
Teşekkür ederim güzel sözlerin için. Eksik olma.
Sevgiler çokça..
Neva Ney
yazmalıyım kurtuluşum yok anladımm :))
iyi ki yok kurtuluşum:))
Aynur Engindeniz
Yok kaçarın...
Birinciye tercih edeceğim bir üçüncü olmuş. Eve dönüş bölümü imrendici güzellikte. Okuduktan sonra da tadı devam eden bir yazı. Üç noktalar ise nazar kovalamak için olmalı. Saygıyla eğiliyorum.
Aynur Engindeniz
Saygılar.
Yamaları böyle bitişmiştirmek ustalık işi,
Bunu en güzel yapar dişi,
İhtiyaç olduğunda kullanır er kişi.
Sevgiler Aynur kalemin haketmiş kırmızı kurdeleyi :)))))))))
Aynur Engindeniz
Şiir yazıyor muydunuz bilmem ama denemelisin sevgili Billur.
Çok teşekkür ederim.
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Şiirsel ve çok akıcı...
Renk renk dokumuşsun yine..
Tek tek inceleyerekten...
Az biraz soluklanayım...Benim annemde hiç konuşmazdı saçlarımı örerken..Burda çok donuktum.Burnumun direği sızladı..:(
Sevgimle sevgimle sevgimle ....güzelime..
Aynur Engindeniz
Soluklan, ama unutma anneler susarak da bir şeyler anlatıyordur değil mi?
Sevgiler.
Ülviye Yaldızlıı
Yazıyorsak okunsun diyedir.
Okunuyorsa beğenilmelidir.
Beğeniliyorsa bir iki satır yazılmalıdır.
Beklediğimiz bu değilmidir?
Benim bu mesela...
Birde şu var. Yazıyı yazdın. Devamlı takipdesin. Kimler okudu kimler ne yorumlar yaptı?
Gönlünden geçenler var.Şu... varya mutlaka okuyacak. Beğenecek. Yorumluyacak...
Ama o şu.... okuyup geçiyor.Yorum yazmıyor.Hatta hiç okumuyor.
Gönüllerde bir hüzün,bir gariplik, hatta ufaktan bir kırgınlık...
Bende bu oluyor mesela...
Aynur kardeşim!
Sen yazılarımı okuyup , yorumlamanı beklediklerimdensin.
Biliyorum. Bende senin beklediklerindenim.
Fakat bazen olmayınca olmuyor işte...
Bazen havanda olmuyor siteye girmiyorsun.
Bazen dünya gailesi seni alıp götürüyor.
Bazen unutuyorsun.
Bazen okumak, yazmak içinden gelmiyor.
Bazen torunlar geliyor, onlarla oyuna dalıyorsun.
Bazen... Bazen... Bazen...
Kırk yamanın( Hatta diğer kırk yamaların) yorumuna gelince...
Diyenler denilmesi gerekeni demişler zaten...
Ben şu kadarını diyeceğim" Ben senin kalemine şapka çıkartanlardanım.Uğramamamın başka hiç bir nedeni yok"
Bazenlerden başka...
Selam ve Sevgilerimle kardeşim...
Aynur Engindeniz
Şapka çıkartma işine gelince, vallahi artık gerçekten gölgemin altında ezilip kalacağım sayenizde:)) Güzel batığınız için güzel örüyorsunuz herşeyi oysa...
Çok teşekkür ederim, emek vermiş kırkyamama bir ek de sen olmuşsun. Eksik olma. Elbette hayatını nette geçirecek halin yok. Torunlarını sev, çık dolaş, sahile git yaz bir şeyler...Ah ben de öyle özgür olsam:))
Saygılar, sevgiler sana...
Aynur Engindeniz
Tebrikler okurken sıkılmadan, cümlelerin arasında saklı olanı bulmayı sevdiğim bu güzel yürekli kaleme.
Sevdiğim yazı hakettiği kurdeleyle daha şık olmuş.
Sen yaz Aynur'cuğum bazen gününde yetişemesem de, siteye girebildiğim sürede, sayfasında yeni yazılarını aradığım arkadaşlarımdansın.Yazılarını ve seni seviyorum, selam ve sevgiler.
Aynur Engindeniz
Eksik olma. Çok teşekkür ederim. Sevgiler.
Anlatılmaz, okunur ve yaşanır cinstendi.
Müthişti yine.
Kutlarım.
Selam ve sevgimle.
Aynur Engindeniz
Saygılar.
hem kaçırdım....hemde geç kaldım...yaşlanıyoruz galiba...sitenin tescilli kalemi olduğu için övgüye gerek yok...her türlü yeniliğin içinde vardır...vede olacaktırda....saygılar usta...
Aynur Engindeniz
Çok teşekkür ederim. Sevgiler.
Anneler öpermiş kızlarının saçlarından. Bin bismillahla tarar da, Allah’a emanet örermiş onları. Sonra biri alırmış örgüleri kara avuçlarının içine, raftaki telli tarak düşüp, orta yerinden kırılırmış. Hayırdır dermiş, yine analar. Pek azı şer düşünürmüş…
Anneler kızlarının saçlarını örerken konuşmasalar da iç sesleri hiç susmaz Aynur, neler konuşur neler, kızlarına beden diliyle bir bir anlatır eğriyi doğruyu. Kızları annelerinin gözünden anlar ne dediğini analarının.
Her zamanki gibi kırkyamalı bir öykü... Hayatın içinden, bizden birileri...
Tebrikler......sevgimle...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum kırkyamama ek olduğun için. Sevgiler.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Sevgimle...
Davidoff
...nedense yorumları okumak başka keyif veriyor insana...
ama inanın," armudun dibine düşmesi" çok güzel bir betimlemeydi, düşünsenize bir armuttan kestane olur mu hiç ?
:)
teşekkürler her ikinize de.
Alıştığımız öykülerinizden farklı bir çalışma. Şiirsellik ve imgeler arkasındaki gizem oldukça yoğun. Engindeniz hayranlarını memnun etmiş gördüğüm. Beni en etkileyen paragrafı söktüm çalışmadan sizin için. Kızmayın.
"Öksürüğü geldi ondan önce. Kara kedi divanın altına gizlendi ilk defa. Eğilip alamadım. Örümcek olurdu orada, bir de fare pislikleri. Annem hiç süpürmezdi divan altını. Hala bilmem niye. Kilimi kaldırıp avludaki çelik tele asar, aralıklı taban tahtalarını boydan boya süpürür divanın önüne geldiğinde gözleri dolardı. Üstünde, oturup kahve yudumladığı, geceler boyu pencereye karşı ağladığı, kandil geceleri Kur’an okuduğu, komşu ağırladığı, uyuyakaldığı divanın altı nedense gizli bir hatıra olarak kaldı."
Divan altındaki gizli hatıra ne güzel bir tamlama.
(Vaktim oldukça daha çok yorum bırakıyorum ve anlaşılacağı gibi her zaman vakit olmuyor.)
Aynur Engindeniz
Sizi öykülerimde görmek her zaman sdöylediğim gibi beni mutlu ediyor. Çünkü eleştirilmek benim için paha biçilmez bir şey. Hiç de kırılmam, kızmam.
Kırkyama serisi, diğer öykülerimden daha farklı bir tarza sahip. Anlayacağınız ben de her acemi gibi arayışlar içindeyim. Daha önceki dilimi daha ağır, hatta ağdalı buluyorum. Konuşma dilini, olayı saç örgüsü gibi kurgulayarak kullanmayı denemek istedim. Böylece daha anlaşılır olabilmeyi ümit ediyorum. Elbette birgün kalem oturacak nasipse ve öyle bir yetenek varsa. Bu da okuyucuların yönlendirmesi sayesinde olacak sanırım.
En büyük hatam yazıları anında eklemem, tez canlılığım. Oysa bir hafta sonra yazıyı tekrar okuduğumda ben bunu nasıl bu şekilde yazdım, oysa şöyle olmalıydı diyebiliyorum.
Yorum bırakmasanız da okumanız bana yeter. Zamanszlık hepimizin ortak sorunu sanırım. Geniş zamanlarda, geniş geniş düşünerek, ufku geniş yazılar yazabilmeyi dilerdim oysa...
Teşekkür ediyorum zaman ayırdığınız için.
Saygılar.
TekinSağ.
değişik bir anlatım ve düşündürücü, tebrikler
sevgilerimi yolluyorrm...
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
Gerçek bir kırkyamaydı!
Hiç sıkılmadım, hep kştum cümleler boyunca, seninle beraber koştum.
karıncalar ezilmedi ama kırılanlar kırıldı yine.
Olsun tüm musbibetleri def etsinler yine.
sevgimle...
Aynur Engindeniz
Sevgiler.
ALMILA KARGÜLÜ
Tebrikler Aynur kardeşim, yalan dünyanın halleri, güzel kaleminden dile gelmiş yine.
Ne kadar hayat, o sayıda öykü.
Acısıyla tatlısıyla herkesin değişik öyküleri, değişik acı ve tatlı hayatları.
Yazıların beni hep düşündürür, bu dizi de daha derin manalar taşıyor.
Çocuk kalbinin hisleri....acıları....
Selam ve sevgilerimle...
Aynur Engindeniz
Arada neşeli şeyler de yazıyorum ama,ne hikmetse hüzünler daha çok tercih ediliyor yazarken de okurkende. Mutluluğu yazmak zor çünkü. Belki de ondan "Mutlu insanlar resim çiziyor, mutsuzlar yazıyor" gibi bir laf üretildi. Çok şükür kronik bir mutsuz olmasam da:)
Teşekkür ediyorum varlığın için.
Sevgiler.
Edebiyat Defterinin vazgeçilmez kalemi yine çok güzel yazmış. Tebrikler Aynur'cuğum. Sevgilerimle.
Aynur Engindeniz
Teşekkür ediyorum sana can-ı gönülden.
Sevgiler.
Aynur Engindeniz
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim canım benim. Sevgiler.
O qué
Kutlarım güne düşen güzel yazıyı tekrar...
Sevgimlesin..
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim canım.Senin cinayet öykün üzerine çalışıyorum haberin olsun. Onu a kırkyamaya ekleyeceğim.
O qué
Şimdi heyecanlandım işte, merakla bekliyeceğim, inş ilk ben okur , ilk ben yorum yazarim .
Bakalım neler bekliyor beni, pardon bizi :D
Hemen de kendime adadım sevgimlesin ve zaten sevgi ilesin
Aynur Engindeniz
Sevgiler küçük devime...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim, sevgiler.
Böyle bir tarz ve anlatımı ilk defa sizden okuyorum....Akşamsefası açar ya temmuz vakti evlerin önünde...aynen öyle bir neşve var yazıda..
İyi ki denenmiş de okuyoruz...
Hürmetle ablacım...
Aynur Engindeniz
Teşekkür ederim her daim hürmetle gelen sesine...
Sevgiler.
çocuklarının saçlarını örerken susan annelerin içinde bir ç/ağlayandır söyleyemediklerindeki hazan...
ne güzeldi kutladım yüreğim...
Aynur Engindeniz
Anneler hazan gizlememeli kızlarının saçlarına ama...Sonra hiç bahar gelmiyor memlekete...
Aynur Engindeniz
Davidoff
Aynur Engindeniz
Ortaya bir fikir attık o vakit devamını getirelim değil mi sevgili yazarım:))
Aynur Engindeniz
Var ol, çok teşekkür ederim eksiltmediğin desteğin için. Sevgiler, hürmetler gül kokulu kalbine..