- 1494 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TOHUMUN ÖYKÜSÜ
“KIŞI GÖRÜP ERİNME
KIŞ BAHARIN MÜJDECİSİ BALAM
GÜZEL GÜNLER OLACAK YARIN
KİŞİ İNSANLIĞINI ANIMSAYACAK
BİNLERCE ÇİÇEK FIŞKIRACAK
ALTINDAN KARIN ...
“ Sabıra,umuta,direnmeye ve alınterinin erdemine inanlaradır bu öykümüz."
Gece zifir gibi karanlıktı. Çığlık çığlığa acı bir rüzgar esiyordu karanlık gecenin üzerinde. Gökler kara, kapkara bulutların oynaştığı korku denizleri gibiydi. Ay, korkudan tüm aydınlıklarını toplayıp, bilinmez bir yerlere doğru kaçıp gizlenmişti.
Ağaçlar, çiçekler, ayrık otları, çimenler; kuşlar, yürüyen, sürünen tüm canlılar, hepsi, hepsi bir yana dağılmış, üzerlerine çöreklenen bu korku selinden kurtulabilmenin bilinçsiz uğraşını veriyordu.
Rüzgâr acımasızdı. Korkunçtu. Çığlık çığlık, acıdan bir kırbaç gibi inip kalkıyordu canlı cansız tüm varlıkların üzerine. Zaman, kor gibi yakıcı, buz gibi dondurucuydu. Bitmek bil-meyen acılarla, ızdıraplarla doluydu. Dur durak bilmiyor, öfkesi bir türlü dinmiyordu.
Yapraklar sökülüp ayrılıyordu dallarından. Türlü meyvalara koşan ağaçlar ayakta kalmanın acı dolu savaşımı içinde umutlarıyla beraber tohumlarını da yitirmekteydiler birer birer.
Ne bir çiçek kalmıştı, ne bir parça ot, bu acımasız bir ölümcesine esip savuran rüzgârdan nasibini almayan.
Öfkesi dinmedi uzun zaman rüzgârın. Yaktı,yıktı bir uçtan öbür uca yeryüzünü. Doğa-daki Tüm canlılar uykuya haram gözleriyle, üzerlerine çöreklenen bu korku dolu gecenin bitmesini beklediler
Gece uzundu. Bitmek bilmedi. Yürekler korkuyla titreştiler. Kimi ayakta kalabilmenin sa-vaşımını sabaha kadar sürdürdü. Kimi umutsuzluğa düşüp bilinçsiz bir çırpınışla kendini acımasız rüzgârın kollarına bıraktı. Sürüklenip gitti bilinmezliklerin korku dolu dünyala-rına doğru. Kimi direndi ölümüne. Bırakmadı kendini. Sarıldı toprağa sıkı sıkıya. Sökülmedi yerinden,
Ağaçlar, bin bir özenle korudukları yapraklarını kaybettiler. Büyük küçük bütün canlılar bu cehennemi karanlıklar içinde, elinde avucunda ne varsa rüzgâra verdiler: Yapraklarını, dallarını, tohumlarını,,.
Bizim tohumun öyküsü işte böylesine bir gecenin ortasında yükseldi.
Güçsüz, deneyimsiz ve bilgisizdi. Anne kucağından başka yer bilmezdi. Ormanı tanımazdı, Ağaçları, toprağı ve taşları bilmezdi, Bir güneşi görürdü ışıklı yüzüyle; sıcacık, tatlı ve gülüm-seyen... Annesinin özsuyunu yudumlardı neşeyle, kök salmamıştı toprağın derinlerine. Besinleri bilmezdi. Kökleriyle suya değmeyi; tüm madensel tuzları suyla birleştirip onun o doyumsuz tadının ayırdına varmayı bilmezdi.
Üzerlerine çöreklenen o karanlık gecede her şeyini kaybetti birden. Onu sıkı sıkıya saran sıcacık sevecen kollar gevşedi, acı bir çığlıkla paramparça olarak toprağa düştüler.
Gerçeğin acımasız yüzü yüreğindeki tüm umutları aldıl götürdü. Ne olduğunu anlayamadı bir an. Acıyı ve korkuyu bile yaşayamadan kendinden geçivermişti. Sürüklendi gitti bilinmezliklere doğru. Ne görebildi, ne anlayabildi, ne de düşünebildi,
Küçücük, minnacık bir tohumdu nihayet. Ne gücü vardı karşı koyacak, ne de kendini koruyabilecek deneyimi. Uçtu, uçtu saatlerce küçük tohum. Ağaçlara çarparak, yerlerde sürünerek, başını taştan taşlaraa vurarak. Durup ne olup bittiğini anlayamadı rüzgârın öfkesi dinene kadar.
Her yanı yara bere içindeydi toprağa düştüğünde. Artık gelişen olayların farkında bile de-ğildi. Ne annesi vardı elinden tutacak, ne de başını koyup sevgiyle uyuyacağı sıcacık bir kucak. Her şey, her şey çok uzaklarda kalmıştı. Bunun bile ayırdına varamadı uzun süre. Kendinden geçmiş baygın bir biçimde, kocaman bir taş dibine çöküp kaldı.
Ne gelen vardı, ne giden. Sessiz çığlıklarla dolu, karanlık bir gece çökmüştü toprağın üzerine. Rüzgâr yapacağını yapmış, alacağını almış, çekip gitmişti. Cehennemi bir öfkenin Korkusuyla sinmiş doğa ve tüm canlılar olan biteni anlayamamanın şokunu yaşıyordu şimdi. Gün doğmak üzereydi ama korkunun verdiği yılgınlık tüm görür gözleri kör etmişti.
Tüm doğa bu suskunluğu yaşadı bir süre. Önce gözler açıldı yavaştan. Olanı biteni çözümlemeye çalıştı. Sessizliğin korku dolu yürek çarpıntılarını dinleyerek, bu cehennemi öfkenin sebebini anlamaya çalıştı beyinler.
Bir taş dibine düşmüştü tohum, Karanlık ıssız ve soğuk. Korku ve kasvet dolu. Dört yanı prangalara vurulmuş olarak duyumsadı kendini. Dünya durmuş, yaşam devinimini yitirmişti. Ölümün soğuk elini üzerinde hissetti, Ne yapsa bu ürkünç soğukluğu silemedi yüreğinden. Umutsuzluğun kollarında bilinmeyen yitiklere gideceğini düşündükçe endişelendi. Her şey, her şey yabancı ve olumsuz görünüyordu gözüne. Bir damla suya neler vermezdi şimdi. Kıraç toprağa bakıp bakıp iç geçirdi. Böylesine çatlamış, kupkuru bir toprak içinde su ne arardı,..
Kuruyup taş olmak, sonsuza dek bu insafsız kara taşın altında, gü¬neşin altın ışıklarını göremeden, bir ölü gibi sonsuza kadar süren bir uykunun kollarında yitivermek duygusu içini ürpertti. Var olmakla yok olmak arasındaki ince çizginin böylesine birbirine yakın olduğunu düşünmemişti hiç.
işte şimdi o çizginin içindeydi. Varlıkla yokluğun arasında, ama yokluğa daha yakın.., içi isyanla doldu. Telaşlı bir silkinişle etrafındaki duvarları, yıkmak istedi. Yüreği akıldan ve mantıktan koparmıştı onu. Ne yapacağını bilemedi. Sustu sonra, Duygusallığından arındı. Aklıyla düşünmeye başladı. Akıl ve mantık devreye girince yüreği korkularından ve umut-suzluklarından sıyrılmaya başladı,
Ölümü düşündü sonra. Herkes için var olan, herkes için geçerli olan. Doğumla yaşam arasındaki yaşanası çizgiyi, Zamanı, mutlulukları,.. Ama her şey zamanında idi. Günü geldiğinde doğum; günü geldiğinde yaşam ve günü geldiğinde ölümdü. Bu canlıların alınyazgısıydı. Değiştirilmezdi bu yazgı. Güzelleştirilip mutlulukla süslenirdi ama değiştirilmezdi, Ne bir gün önce, ne bir saat sonra, Her şey yerli yerinceydi.
Günü gelmiş miydi gerçekten ?.,,
Kocaman bir yaşam dilimi daha vardı önünde. Yaşanacak ve mutluluklarla süslenecek,
ölüm yargısına inanmadı bu kez. İnanmadı ömrünün bu denli kısa olduğuna.
Ölüm canlılar için normal bir olguydu. Günü gelen istese de, istemese de bu sonla yüz yüze gelecekti. Bunu kabullenmemek olası değildi.
Ama ya günü gelmediyse ?
Teslim olmak çare değildi. Savaşmak gereklidi. Gücünün son damlasına kadar. Alınteri dökerek, ölümüne bir uğraş vererek....
Bu kez etrafına bir başka türlü baktı. Olumsuzluklar silindi birer birer. Görünmeyen güneşin ışıklarıyla gözleri kamaştı. Yüreği ateşiyle ısındı. Dünyası garip bir biçimde aydınlandı. Yollar açıldı önünde yeniden. Vücuduna can geldi Yaşamın bu yeni tadıyla, güzelliğiyle kendinden geçti. Mutluluğu yeniden görür gibi oldu.
Kök salmalıydı öncelikle toprağa, Derinlerine, derinlerine inmeliydi. Daha derine, daha derine, daha derine...
Su candı, su umuttu. Su mutluluk demekti,
Bu yeni düşüncelerle İçi titredi. Yeniden can geldi bedenine, güç buldu. Ne yapacağını bilememenin telaşlı, korkak dünyasından, kararlı, savaşıma hazır güçlü bir dünyaya saldı adımlarını.
Ateşli bir yalımla dağlandı yüreği, içini saran çelikten engeller paramparça oldu. Çatlayan kabuğundan inançlı kökler "merhaba" dediler dünyaya. Bitmez bir güç ve inatçılıkla toprağın derinliklerine doğru ilerlemeye başladılar.
Can suyu derinlerdeydi.
Daha derinlere, daha derinlere indi.
Toprak sertti. Acımasızdı, Yol vermezdi zorlamayınca. Bir damla suya "evet" demezdi alınteri dökmeyince.
İlerledi, ilerledi, ilerledi... Ta ki suya erişene kadar. Aydınlıklara dokunana kadar. Yeniden umut ve can bulana kadar.
Filiz verdi sonra. Sırtındaki kaya hapishane duvarlarından acımasız, demir parmaklarından daha aşılmazmış.
İki tek yaprağı varmış, ha açtı açacak. Rengi uçuk yeşil, Güneşe, özgürlüğe özlem içinde. Tüm çabası kendini güçsüz bırakan bu kara kayanın altından uzanıp güneşin mutluluk ve-ren ışıklarına ulaşmakmış.
İstemek, ama gönülden istemek ulaşabilmenin yansı, Ulaşmak; inanmak ve sonuna dek çalışmak alınteri dökmek demekmiş.
İki tek yaprağı varmış açtı açacak. Uçuk yeşil. Soluk, cansız ama içi yaşama umuduyla dolu. Güç de, güçsüzlük de kişinin özünde değil miydi ? Adımına güvenmeyen yürüyemezdi. Kanadım güçsüz diyen kuş uçamazdı.
Gençti, istekliydi ve güçlüydü. Yüreği arınıktı korkudan ve teslimiyetten. Savaşımdan yanaydı. Alınterinden ve inançtan yanaydı.
Toprağın yüreğine ince bir hançer gibi inen köklerini sır¬tındaki ka¬yaya yöneltti bu kez. Dişiyle tırnağıyla zorladı.
Yeni tohumlara gebeydi toprak, Savaşının en zorlu yerinde yeni tohumlar el verdiler ona. Çorak kaya dibinin cansız çiçeği, yalnızlığın kollarında serin bir düşten uyanırcasına gözlerini açtı. Ellerinde binlerce el birleşmişti birden. Sevinçten deliye döndü. Daha bir güçlendi, daha bir zorlu saldırdı düşmana.
Hepsi bir oldular, Birliğin gücü ile omuzladılar koca kayayı. Uzun ve çetin bir savaştı bu. Emin adımlarla hedefe uzanan acelesiz, inatçı bir savaş...
Küçücük, minik bir parça düştü toprağa. Sonra yeni parçalar. On parça, yirmi parça, yüz... Bin... Milyonlarca parça. Sonsuz bir sabır ve inatçılıkla ufalanıyordu kaya, yeni kökler salınıyordu böğrüne, yüreğine, ciğerlerine. Çözülen her parçada küçülüyordu kaya. O küçüldükçe görünmeyen güneş görünür oluyordu. Isıtıyordu gönülleri yeni bir aşkla.
Kaya küçüldükçe yeni filizler boy attı güneşe doğru. Yapraklar açıldı ikişer üçer. Kayadan ufalanan toprak üzerinde yeni tohumlar yaprağa ve çiçeğe durdular.
Artık ne hapishane duvarları kalmıştı acımasız, ne de demir parmaklıklar vardı aşılmaz. Herşey mutluluk ve güzellik olmuştu. Yeşili yeşil, alı al, moru mor.
Güneş tatlı ve mutluluk dolu gülümsüyordu.
………..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.