ESKİLERDEN...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir salaş meyhane hatırlıyorum senli zamanlardan. Yerdeki zeminin üzerine atılan talaşlar, galata köprüsünün altında. Yüzüme yüzün düşmüştü. Gitmek olmasa dediğimizi hatırlıyorum, kim bilir belki de yanlış hatırlıyorum. Demişizdir diye düşünüyorum. Ne kadar soğuktu o hüzün mevsimi. Dışarıda yağmur yağıyordu. Üstelik iki taraflı açık cam kapıdan içeriye, İstanbul’un ayazı vuruyordu. Üşüyordum. İyi bilirdin ellerimin hiç ısınmadığını. O günkü titreyişim hala içimi titretiyor, gözlerimin önüne geldikçe. Birazı soğuktan birazı yokluğundandı. Koca bir dağ gibi oturuyordun yanımda. Kapkara gözlerin yıldızlara inat parlıyordu. İlk o zaman anlamıştım ışığın arkasında saklı duran karanlığı. İki ayrı taburede yan yana oturuyorduk. Koltuğunun altına sığınıyordum arada. Yanımızda biri daha vardı, kim olduğunu bilmiyordum, halâ bilmiyorum. Sen vardın o aralar, dünyanın geri kalanı yalnızca bir teferruattı.
Bir salaş meyhane hatırlıyorum senli bir İstanbul’dan. Hatırladığım bir dolu şey varken yine hikâyenin en sonundan başlıyorum. İnattım hani, çok kızardın bu yanıma. Hala inadımdan, bütün hikâyeleri sonundan anlatıyorum. Bilmiyorum belki de böyle, daha iyi anlatıyorum.
O zamanlar çok gençtik ikimizde. Senin kömür karası saçların düşük kaşların ve ışık saçan kara gözlerin vardı. Benimse o zamanlar senden başka hiçbir şeyim yoktu. Adil değildi bu kadar fukaralık biliyordum. Küçücüktüm, sense bir dağ kadar büyüktün yanımda. Sımsıkı tutardın ellerimi avuçlarında. Bir tanıdığın takılmıştı sana o zamanlar, o meyhanede karşımızda duran adamdı belki de. “Aman sıkı tut kaçmasın” deyivermişti. Utanmıştım. Bilmem, belki sende utanmıştın. Başımı yerden kaldıramamıştım. Ama sanıyorum o zamanlar bu kadar severken daha beter bir utangaçlığı yanımızda taşıyorduk.
Yolda çok üşüdüğümü görünce, sırtından çıkarıp kazağını vermiştin bana. Isınmıştım sen üşürken. Canım yanmıştı ama. Isınmak hiç bu kadar acıtmamıştı. Hayatımda itiraz etme hakkımı teslim ettiğim tek insandın sen. O gün bugündür bir kazak borçluyum sana, evet. Ama aslında bana borçlu olduğun öyle şeyler varki içimi yakan. Ben o kazağı ödemekte hiç zorlanmayacak olsam da, senin bana borçlu kaldığın, bedeli ödenmemiş bir hesabın hep var olacak. Helallik verip kapattığım bir hesap içimde acıta acıta baki kalacak.
Haremde otobüse bindirip geri gönderecektin o gün beni. İstanbul üzgündü. Sen belli etmiyordun hiçbir şeyi, sen belli etmeyince bende belli edemiyor ve susuyordum. İçime akıyordu İstanbul’un gözyaşları. Kızıyordum bir yandan da içimden. Bir öfke büyütüyordum sanki yeni bir kara tohumla. Bunca yolu seni görmek için gelmiş olmaktan fazlasını taşıyordum içimde. İyi hatırlamıyorum. Ama eğer o günlerde de bu kadar rahat anlatabiliyor olsaydım sana sadece şunu söylemek isterdim:
“Sana geldim, senden gönderme beni.”
İstanbul... Bir geç zamanda bahtım kadar kara bulduğum bir şehre yolcu etti beni. Arkamda bir dağ bıraktım, yitik zamanlarımın başlangıcı olan bir zamanın, tozlu sayfalarında bıraktım kendimi. Hatırlamak acıtıyor bazen, unutamamaksa hırsını çıkarıyor kalbimden.
YORUMLAR
modern hikaye tarzı olmuş..kutlarım...illaki çarpıcı bir olay beklenmez sonda modern hikayede...seninki de etkili cümleler özenle yerleştirilmiş betimlemeleri de uygun..hüzün var, her yazar aslında romanının gizli kahramanıdır , senin hikayende de böyle olmuş...nesrin şiire yaklaştığı bir yazı olmuş canı gönülden kutlarım.....tebrikler..
acıtsa da hatırlamak
ve kaderse uzaklarda kalmak
kala kala yabancılaşmak
ki yalnız kendi kendine
değil gözlerine
değil kalbine
değil senli günlere
değil anı olan hiç bir şeye
bir tek kendine
artık kendin olmayan kendine
iyi ki yaşamışım o günleri diyorum kendi kendime
tanıdık kalan ufacık bir köşeme
içimdeki en temiz yere belki de..
tebrikler,
sevgiler,
okudukça okunası günün yazısına..
Böyle hesapsız,katışıksız,aklın bile koridorlarına rağbet etmeden doyasıya yaşanan duygular kaldı mıki? Zamane insanının anlayabileceği bir şey değil bu vefa...Yıllar sonra bile hikayesini en küçük ayrıntılarına kadar muhafaza ettirebilmiş sadakatin önünde, hayretle-saygıyla ve hasretle eğilmek gerek..Yitik bir zamandan çıkıp gelmiş aşina bir yüzü karşılar gibi..Tebriklerim her mekanda kendini farkettiren ustalığıza-alkışlarım bu duygulara ev sahipliği yapabilmiş soylu yüreğinize...
O zamanlar çok gençtik ikimizde. Senin kömür karası saçların düşük kaşların ve ışık saçan kara gözlerin vardı. Benimse o zamanlar senden başka hiçbir şeyim yoktu. Adil değildi bu kadar fukaralık biliyordum. Küçücüktüm, sense bir dağ kadar büyüktün yanımda. Sımsıkı tutardın ellerimi avuçlarında.
“Sana geldim, senden gönderme beni.”
seninle birlikte takıldım gittim ben de eskilere... neler geldi aklıma, neler canlandı gözlerimin önünde. muhteşem bir yazıydı yine, yüreğine sağlık...
Alaz içindeki yürek bukağılanmış, öfkesi insanca pek insanca; hiçbir ayrıntıyı unutmamış yazı içindeki anlar, bu gerçekten yaşanmış dedirtecek kadar canlı! katre katre hissediyor okuyan, kendinden bir şeyler katıyor; kendi esaslarını katıyor yazıyı sarmalamış dünyaya... Karşısındakini yüceltip kendini figüran gibi göstermeye çalışan tavır yüceltiyor seveni, arşa değdiriyor başını, bir masal kahramanı yapıyor...
Damarlarda kan yerine başka bir şeyler dolaşıyor, kan hepimizde, kandan da öte, kandan da değerli, adlandırılamayan....
Kalemin ustasına yakışır yazılardan...
saygıyla
İstanbul... Bir geç zamanda bahtım kadar kara bulduğum bir şehre yolcu etti beni. Arkamda bir dağ bıraktım, ***ımın başlangıcı olan bir zamanın, tozlu sayfalarında bıraktım kendimi. Hatırlamak acıtıyor bazen, unutamamaksa hırsını çıkarıyor kalbimden.
içten samimane ve etkileyici nağmeler gibi ....
çok beğendim.