- 484 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 87
87] Beceriksiz siyasetlerin, bu türden kendisini oyalar olacaktan ve gelecekteki toplum -halk çatışmasının temeli olacaktan olan tutumların ziyanı ile meşgul olacaktılar. ’Halk her şeyin üstündedir’ denmek yerine, halk için bir şeyler yaparak, ’halka hizmeti her şeyin üstünde tutması gerekirken’; bu tür boş söylemlerle ’halkın aldatılan memnuniyeti’ adına, ’halk avcılığına’ çıkacaklardı. İşlerine gelen noktalarda, halkın onay kolaycılığına gidilecektiler. Bunun adı, çok partili demokrasiye geçişti! Ya da demokrasi denemeleri idi! Demokrasi denemelerinin söylemleri kötü bir başlangıçtı, ama kendisi iyi bir kulvardı. Bu tecrübeler içerisinde saman alevi gibi parlamalar da var edilecekti.
Maşallah! 1950’lerdeki çok partili hayata adım atışın yarışma konusu ve malzemesi, yine dinler ve inançtı. 1924 ve sonrasındaki siyasi partilerin kendilerine yer edinebilmek için kullanacakları siyasi argümanli tüm malzemelerinin ne olacağını bir tahmin edin bakalım! O günler içinde, karşılarında, kendilerinin, kıyası kabili zor olan, çetin bir gerçeklik vardı. Bundandır ki, kraldan çok kralcı, Atatürk’ten çok Atatürkçü olunamayacağına göre, Atatürk’ten çok çağdaş icraatlar konamayacağına göre, ne yapılabilirdi?
Terakkiperver parti, Kazım Kara Bekir, Ali Fuat Paşa, Rauf Orbay, Adnan Adıvar gibi ünlü ve pek değerli, yurtsever ve Atatürk’ün silah arkadaşlarınca kurulmuştu. İlkeleri Ulusal egemenci, liberal ve inançlara saygılı! Merkeziyetçi, özgürlükçü toplumsal yapılaşmanın ağır ağır yapılmasından yananlık gibi ilkeleri vardı.
Zaten toplum dışında olan ve halk içinde bulunan inançlara saygısız olmak gibi hiçbir temel nedeniniz yoktur. Ta ki, inançları toplumun işine katmayana değin. İnançlar halka ait konunun alanıdır. Bu tür söylemler inançlara saygılı ya da saygısız olmak gibi söylemler siyasi parti tüzüğünde geçmemeli idi. Halbuki demokrasi, ’inanca değin otoritenin" içinde hiç olmatışı. Bu nedenledir ki inanca değin otoritenin toplumdan ötelenmesi ile ancak demokrasi elde edilmiştir. Bu da 58. bölümde tartışılan laikliğin unsurudur.
Bu gibi demokrasi-inanç, halk-toplum,laiklik-demokrasi gibi birbirine karıştırılmış hımbıl anlayışlardandır ki gelecekteki aldatıcı demokratikleşmeli tartışma konularının ve gelecekteki boş sözlü patırtılı kütürtülü tartışmalı kavgaların, neler olacağının izini, ele vermekteydi. İnançlara saygılılık inançların kaşınmasını hiç önleyemeyecekti! İnanç toplumun konusu değilken, durduk yerde, inançlara saygılılık nereden çıkmıştı?
Halk toplumsal yapılaşmanın zorunluluklarını sindirdikten sonra, yurttaşlığının gereğini hakkı ile yerine getirdikten sonra; özel yaşamlarında inançlarını ve diğer edimlerini, gönül erinci ile yapacaklardı. Bu alanda diledikleri öznelci nicelenmelerini çok renkli bir sosyolojik yaşantı ile yapılaşacaklardı. İnancın halk alanıyla, toplumsal olanları birbiriyle karıştırmamak gerekiyordu.
Dine saygı, bugün de partilerin ilkesi! Oysa toplum dine ne saygılı ne saygısız olunma yeri değildir. Ve birçok meşum olaylar, kimi insan katliamları, halka ait alanın siyasete ve topluma taşınmasındaki talihsiz garabetten dolayı olayların önü alınamıyordu. Çorum, Maraş, Sivas gibi meşum kalkışmalardan; daha dün, başımızı alamayacaktık.
Hep adil ve hoşgörülü olduğunu söyleyen birçok inançların telakkisi ile dinsel kalkışma grupları, azınlık ibadet hanelerini ve azınlık ruhban cemaatini, yakma yıkma ve sinagogu bombalama gibi fütursuzluklara işi götüreceklerdi. Kötü olaylara cevaz verilmemeli ve kötü olaylar birbirine emsal olmamalıdır.
Sonuçta cumhuriyetçi yenilikler olan; halk evleri, köy enstitüleri, yurdun demir ağlarla örülmesi başarı ve siyasetleri, ’komünist işi’ olarak, vurun abalıya olacaktı. Ve bu hal siyasetin, halk onayı ile en verimli oy getirisine dönüşecekti! Komünizim küfürden bir tabu algılandığından; ’komünist işi’ de ağır bir küfür gibi anlaşılıyordu.
Yukarıda söyledik, halkın tekçi süzen mantığı var, o da bilmek değil, inancına uygunluktur! Can siperine bir durumla, yeni kazanımlar engellenmeli idi. Start verilmiş, yarış başlamıştı. Artık bu alandaki halk teveccühleri ve halkın sefaleti; ’halkın (bilmezliğin)tercihi’ olacaktı.
Diyelim ki bu kalkışmalar iyi! İyi de, bu kalkışmalarlan sağlanacak olan neydi? kaldırılanın yerine nasıl bir toplumsal yapılaşma konacaktı? Gülmeyin ama bu da kolaydı, 25 sene önce (1925 de) kapatılan tekkelerin, tarikatların yeniden ihyası yapılanmaları, açık gizli de olsa görmezde gelinerek olacaktı. İmam hatipler, İslam enstitüleri, ilahiyat fakülteleri açılmalıydı. Dergâhlar diriltilmeliydi!
Hem de serbestlikle! Çünkü sizin bu yaptığınız sağlayışlar sanki Dünya’da ilk kezden araştırılıp bulunan ve toplumların refahçı üretimlerine gerekli olan, çok ilerlemeci toplumsal yapı ve kurumlardı! Ve bunlar sanki çok güçlü adımlardı! Ve kişi başına gelirin artmasını sağlayacaklardı! Halkın bu alandaki hoşnutluğu gün edinmeliydi? ** Adeta bu türden halkçı yaklaşımlar, çocuk eline oyuncak tutuşturulması gibiydi!
*2009 yerel seçimleri çok enteresandı. Tüm siyasi politikalar can çekişiyordu. Bu acı, siyasi bitişlerin ve yetersizliğin sönümleşmenin son uzatmalarını oynuyor olacaktı belki de siyasetler.
’Atam izindeyiz’ diyen bir istismarcılık; hem Sevgili Mahsuni’den: ’Uyanda bak bizim hallere; Kara peçe yakışmıyor kullara; Sarı saçlım, mavi gözlüm neredesin?’ şiarını alenen diyerekten meydanlarda kendisine tanıtım müziği yapacaktı. Hem de övünçlü ilanla kara peçeye rozet takacaktı! Direnç konan cephe (cehalet), seçmen diye rağbet olunan olmuştu. Yine siyasetçe, proje koymazlarken, seçmenler; sizleri projelerinizle bilip, anlayıp benimseyecekken, partiler daima seçmenlerine, öznellikleriyle, hoşlanmalarıyla yaklaşıp, oy kazanmaya başlamıştılar! Projesizliklerine, projemiz var diyerekten, iktidar olunmaya talip olmuştular!
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.