- 5349 Okunma
- 28 Yorum
- 0 Beğeni
VADİDEKİ HAYAT
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Benim çocukluğumda, televizyonda Vadideki Hayat, diye bir dizi vardı. Bu dizide bir Kızıl Derili ailesi ve bir de Kovboy ailesinin vadideki yaşamları anlatılırdı. Tam hatırlamasam da herhalde öyleydi… Ben bu diziyi çok severek izlerdim. Beni alıp, üç beş yaşlarıma götürürdü bu dizi. Dizideki insanlar, yerleşik yaşamdan uzak, bir vadide yaşamın tüm zorluklarıyla savaşıyorlardı.
Benim bu diziden anladığım; ana-babalar dünyanın neresinde ve hangi şartlar da olurlarsa olsunlar, evlatları için çırpındıklarıydı. Irkları ve dinleri hiç fark etmiyordu. Her yürek aynı sevgiyle çarpıyordu. İster Kızıl Derili, ister Amerikalı Kovboy, ya da, Anadolu muzun bağrında, yaylalardaki göçerler, göçebeler diyelim... Hepsinin sevgisi aynıydı.
Her ırk evlatları için her şeyi yapmaya hazırdı. Aralarındaki tek fark; kültür farkıydı.
Yüreklerindeki sevgileri aynıydı. Ben de çocukluğumda Vadideki Hayat gibi bir hayat yaşamıştım. Çocukluğum, Ege Bölgesi’nde bir çiftlikte geçmişti. Çiftliğimizde; genellikle pamuk ekilir, ihtiyacımız kadar da sebze dikilirdi.
Çiftliğe, iki tarafı kavak ağaçlarıyla çit gibi çevrili bir yoldan gidilirdi. Orada burada gölgelik gibi duran karaağaçlar, ayrı bir güzellik katardı çiftliğe. Kuşların beslendiği aklı karalı dut ağaçlarını da unutmamak gerekir. Uzun lafın kısası, cennetten bir köşe deyimi, bizim çiftlik için kullanılmıştı sanki. Babam çiftliğin kâhyasıydı. (Kâhya patrondan sonraki yetkili) Çok mutlu bir aileydik biz.
Yazın çiftliğe yatılı işçiler gelince, onlarla vakidin nasıl geçtiğini anlamaz, hoş vakit geçirirdik. Kışın hayat daha zordu çiftlikte. Çiftliğin yakınında bulunan nehir, şiddetli yağmurlarda taşar, güzel çiftliğimizi sular altında bırakırdı. Böyle zamanlarda babam, çiftlikte beslediğimiz ata atladığı gibi köye gider, acil ihtiyaçlarımızı alırdı. Diz boyunu aşan sularda yaya yürümek mümkün olmazdı. Su seviyesi bazı yerlerde bel boyuna dek ulaşırdı.
Annem, her zaman babamın destekçisi ve yardımcısıydı… Çiftlikteki birçok işi birlikte yaparlardı. Annemin, domates topladığı bir gün yanına gedip karaağacın gölgesinde kasaya dizdiği domatesleri gözden geçiriyordum. Kasanın köşesine koyduğu bir domates öyle hoşuma gitmişti ki, anlatamam… Dakikalarca domatese bakmıştım. Pembe, uzun oyuncak bebek gibi, kasanın kenarına yatırmıştı annem onu. Bu dikkatim annemin gözünden kaçmamış olacak ki;
“Bir şey mi var kızım?” Demişti bana tatlı sesiyle. Ben kasadaki domatesi gösterip, “Onu istiyorum anne!” Demiştim. Annem, kasaya koyduğu domatesi alıp bana vermişti.
“İnsanın canın istediği, derdine dermandır kızım.” Demişti. Bu söz yıllar sonra da hafızamda çakılı bir çivi gibi kalmıştı. Demek ki, insanın canının istediği derdine derman oluyordu.
Domatesimi, tarlaların sulanması için çalışan su motorunun yanana gidip özenle yıkarken, yetişkin bir insanın beli kalınlığında fışkırarak akan suya dalgın dalgın bir süre öylece bakmıştım. Su ne kadar güzel akıyordu ama insanlar neden içmezler diye düşünmüştüm. Kuyudan çıkan su, sanki tuzla acı biber karışımı gibi değişik bir tat bırakıyordu içenin ağzında. Biz bu suyu içmiyorduk. İçemiyorduk(!) Babam bazen traktörle, bazen de atına binerek en yakın köyden getirirdi içeceğimiz suyu. En yakın köy çiftliğimize sekiz ya da on kilometre kadardı.
Çiftlikteki günlerimiz acı tatlı devam ederken, karaağacın dibinde bağlı olan köpeğimiz, hırçın hırçın havlıyordu bir gün.
Annem:
“Baban geliyor herhalde.” Demişti bana, Karabaşı göstererek. “Bu yine kendini parçalıyor.” Karabaş, çiftliğe babam ya da patron gelirken çok uzaktan motor sesini tanıyıp havlardı her zaman.
Biz o kadar uzaktaki sesi değil tanımak, duyamazdık bile. Az sonra babam traktörle gelmişti ama ben tanıyamamıştım. Babam, bayramlık balon gibi şişmişti adeta. Dokunsam, güm diye patlayacak… Korkup kaçmıştım.
Annem telaşla, “Ne oldu Bey; nedir bu halin?” Deyip, babama traktörden inmesi için yardım etmiş, eve birlikte girmişlerdi.
Annem bana, “Korkma kızım, o senin baban, yabancı değil ki, niye kaçıyorsun? Hadi gel, baban zaten üzgün, temelli üzülmesin” Diye bağırmıştı arkamdan. Geriye dönüp, çekine çekine içeriye girmiştim ama babama yaklaşmadan kapının yanında dikiliyorum. Maazallah, babam patlarsa falan kapıya yakın olmalıydım, hemen kaçmak için.
Annem: “Hadi anlat; şimdi çatlayacağım, ne oldu sana böyle Bey? Demişti babama meraklı bir ses tonuyla.
“Ne olsun Hanım, aşağı tarlanın suyolu sazlarla dolmuş, su bir türlü yürümüyordu. Ben de aldım elime tırpanı, başladım biçmeye, az bir yer kalmıştı ki bitmesine, eşek arısının yuvasına tırpan salladığımın farkında bile değildim. Bir anda hepsi birden üzerime saldırınca, canımı kurtarmak için kendimi su arağına attım. Eğer orada su olmasaydı, arılar beni öldürebilirdi.”
Annem: “Aman Bey, verilmiş sadakamız varmış; sana bir şey olsaydı, üç çocukla ne yapardım bu yaban ellerde?”diye hayıflanmıştı.
Ben, ağır ağır alışıyordum babamın şiş haline. Babam şimdiye kadar patlamamıştı ya, artık patlamaz diye düşünerek ocağın yanındaki mindere oturmuştum yavaşça.
Babam: “Benim güzel kızım, babanı tanımadın mı sen? Gel biraz seveyim seni, çok özledim kızım.” Demişti bana mahzun mahzun bakarak.
Yok, o kadar da cesur değildim, cesaret edip eve girdiğim yeterdi. Yanına gidemezdim, ya patlarsa? Diye düşünmekten kendimi alamıyordum.
Yazın sonu, sonbaharın başıydı... Pamuk işçileri, pamuk toplamasını bitirmeden havanın soğumasını bahane edip birer ikişer gitmeye başlamışlardı. Kalan pamukları yakın köylerden alacağı işçilerle toplatacaktı babam. Çiftlikteki yalnız yaşantımız kaldığı yerden yine başlıyordu. Kışın, “Buralardan kuş uçmaz kervan geçmez” diye bir söz vardır ya, işte öyle bir şeydi burada yaşamak. Bulunduğumuz yerden sadece kervan geçmezdi ama kuşlar uçardı… Hem de hangi türden isterseniz…
Kışın genellikle ovayı su bastığı için, yem aramaya gelen yaban kazlarını mı, yabani yeşilbaşlı ördekleri mi, yoksa saçaklarda güneşlenen sığırcıkları mı anlatayım.
Babam, bir gün çiftliğin ve evin eksiklerini almak için şehre gitmişti. İşleri uzamış olacak ki, gideli iki gün olmasına rağmen hala gelememişti. O sabah kalktığımızda çiftliğimiz yine sular altında kalmıştı. Çiftlik evi su baskınları düşünülerek oldukça yüksek yapılmasına rağmen, sular son basamağa kadar yükselmişti. Ben, bu kadar çok suyu, o zamana kadar görmemiştim. Köyümüzdeki evimizin önünde bir göl vardı ama o göl, buradaki suya baktığımda devede kulak denecek kadar küçüktü. Oysa gözümde ne çok büyütürdüm o gölü…
Gözümün gördüğü her yer suydu… Pamuk tarlaları, yeni çıkmış bağlar tarlaları, ne varsa her şey suyun içinde kalmıştı. Hele toplaması bitmeyen pamuklar suyun üzerinde öyle güzel görünüyordu ki, kartpostal gibiydi. Evimizde yiyecek pek bir şey de kalmamıştı. Babam da gelmemişti. Annem çaresizdi; elini alnına siper edip sık sık uzaklara bakıyordu. Görünürlerde babam yoktu… O zamanlar telefonda yoktu. Biz sular altında kaldık, bizi kurtarın da diyemiyorduk. Çaresizce babamın gelmesini bekleyecektik.
O zaman altı aylık olan kız kardeşim durmadan ağlıyordu. Annem göğüslerinde süt olmamasına rağmen, şaşkınlıktan ve çaresizlikten on dakikada bir kardeşimi emziriyordu. Artık açlıktan biz de ağlamaya başlamıştık. Annem çok çaresizdi; kapının arkasında sürekli asılı duran av tüfeğini alıp dışarıya çıkmıştı. Ben ne yapacağını anlamıştım, eteklerine yapışıp;”Patlatma anne! Patlatma anne! Ben tüfekten korkarım!” diye bağırıp ağlamaya başlamıştım.
Annem, eline aldığı tüfeğe sıkıyı yerleştirirken:
“Bunu yapmak zorundayım kızım, sabahtan beri doğru dürüst bir şey yemediniz. Akşam olmak üzere, baban bu gece de gelmezse aç yatmanıza gönlüm razı olmayacak.” Demişti üzgün ama karalı bir sesle.
Beni kenara itip, çiftliğin göle dönmüş avlusunda yüzen yaban ördeği sürüsüne, nişan alıp ateş etmişti. Saçmaların dokunduğu birkaç ördek suların üzerinde devrilmişti. Annem beline kadar çıkan suların içine girerek, ördekleri alıp, pişirip yedirmişti bize.
Ben Vadideki Hayat dizisini çok sevmiştim. Benim de Vadideki Hayat dizisindeki gibi bir hayatım olmuştu. Benim annem de Kızıl Derili annesi kadar cesurdu. Benim annem de Kovboy annesi kadar ataktı, dahası sevgi doluydu.
Emine UYSAL
YORUMLAR
O mis gibi, çiçeklerin kokusuyla büyüdüğünüz aşikar ortada. Nasıl da işlemiş ruhunuza o zerafet ve incelik. Sanıyorum hangi dönem olursa olsun ''ANNE'' den şikayet eden yok. İnsanlık bozuluyor ama Analık hep aynı.
Vefalı, özverili, yürekten sevip karşılık beklemeden verebilen tek değer.
Ah Annem, diyesim geldi.
Ne iyi geldi, çiftliğinizin misafir olmak ve böyle güzel ağırlanmak inanılmaz mutlu etti beni.
Sevgim ve saygım her daim.
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle...
Eğer hayatımı seçme şansım olsaydı dağın en ücra köşesinde büyük bir çiftlikte hizmetkar olarak çalışmak isterdim. Evet, bu doğru. Sahibi olmak istemezdim çiftliğin, hizmetkarı olmak isterdim...
Geç tebriklerimi kabul et sevgili Emine Abla. Her zamanki gibi içten ve doğal bir anlatım. Sana daha önce de söylemiştim. İçimdeki Köz'ü yazarken...Sen köy hikayelerini hepsinden güzel yazıyorsun. Görün diyorsun resmen ve ben tabloya bakar gibi okuyorum yazını.
Sevgiler.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Sevgimle...
Aynur Engindeniz
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle.
Vadideki hayat, küçük ev bir dönemin sevdiğimiz dizilerindendi.Sizin hayatınız da güzel bir dizi olacak kadar hareketli geçmiş Emine'ciğim.
Yazılarını okumayı seviyorum.Zamana yetişemiyorum Eser kardeşimin de yazısında bahsettiği gibi.
Arkadaşlarım da sen de canım kusura bakma, yetişebildiğim oranda okuyup yorumlama imkanım oluyor.
Tebrikler bu güzel paylaşıma.
Selam ve sevgilerimle...
handan akbaş tarafından 6/6/2011 5:17:00 PM zamanında düzenlenmiştir.
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle.
Hiç çiftliğimiz olmadı :)) Olsaydı nasıl bir yer olurdu ama olmadı..Aslında çocukluğumun geçtiği kasaba kocaman bir çiftlik gibiydi...Küçük Çukurova yani..Portakalgiller hariç aklına ne gelirse var. Her şey doğaldı..Akşam olunca dönüş yolunda sıra sıra at arabalarının tekerlek sesleriyle yankılanırdı vadi. Zaman çabuk geçiyor. Eskisi gibi olmasada bizim oralar yine güzeldir. Eh...su kenarlarında geceleri sivrisinekler rahatsız etse bile...
.....
Anlatım doğal ve içten. Nostaljik küçük bir film kesiti gibi..Yazarı kutladım seçkiyi hak etmiş.
Saygımla..
Emine UYSAL (EMİNE45)
saygımla.
Yer yer kendi hayatımdan küçük benzetmeler ve dahası muhteşem bir anlatım işte kitap okumanın ya da herhangi bir yazıyı hikayeyi okumak bu yüzdendir ki çok anlamlı bunun tadını alan okumak istiyor .Okumak , başka bir dünyaya yolculuğun en çabuk ve en kolay yolu ....
Tebrikler ...
Teşekkürler...
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle.
Emine UYSAL (EMİNE45)
selam ve sevgilerimi ilet yengeme.
direniş
İnsanın bir vadisi olmalı kaybolan kentlerin içinde bir düş gibi
.
sevgiler
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle...
Tebrik ederim can. Seçi,leceğini hissdetmiştim yazının. Nice başarılara... Sevgimle
Emine UYSAL (EMİNE45)
güne gelen bu anlamlı yazıyı ve yazarını gönülden tebrik ediyor, sevgilerimi yolluyorum...
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle.
Vadideki Hayat unutulur mu ?
"Jim bilir" derdi kızılderili birader.
Beyaz aile kızılderili aile ile dost olduğundan kasabadan malzeme almaya gidince daima kasabanın yerli düşmanları tarafından tacize uğrarlardı.
Sizinki de pek farklı değilmiş.
Kültür ,sadece bizim ürettiklerimiz.
Birikimlerimiz.
Selam ve saygı ile.
Emine UYSAL (EMİNE45)
saygımla...
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle.
Güne gelen çalışmayı kutluyorum...Resmi yaıznıyı tamamlayan bir ayrıntı olmuş...
Sevgiyle...
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle...
Bu hayatlar artık azalıyor..Küçük numuneleri kalsada, oralarda da hayat tüm dinginliğini kaybediyor..Belki e çok arayıp, özleyip bulamayacağımız hayatlar...Her şeyle birlikte hayatlarında gürültüye ve gümbürtüye gittiğinin farkında olarak...Evet, insan elbette heryerde bildiğimiz insan, onları farklı kılan, devraldıkları kültür ve içinde bulundukları koşullar...Dilimiz farklı olsada, insanların gönül dili tektir...Hep aynı tele basarak çalar...
Yürekten kutladım.Başarı,selam,saygı...
Emine UYSAL (EMİNE45)
saygımla.
“İnsanın canın istediği, derdine dermandır kızım.” Demişti. Bu söz yıllar sonra da hafızamda çakılı bir çivi gibi kalmıştı. Demek ki, insanın canının istediği derdine derman oluyordu.
Evet, insanın canının çektiği insana dermandır... Özlediği, yanı başında olmasını istediği canına dermandır...
Vadideki hayat çok güzeldi... Fedakar ve sevgi dolu anne babayla daha bir güzel...
Beğeniyle okudum. Yaşaya yaşaya...
Kutladım yürekten.
Sevgimle...
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Her şeyden güzeli, böyle sevgi dolu bir aile içinde büyümüş olmak Emineciğim.
İçi sevgi dolu bir evde büyüdüğünde insan kuru ekmek bile yese insan bal, börek gibi gelir.
Samanda uyusa kuştüyü :))
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle.
hüzün vardı
ama her satırında bir gerçeklik de vardı
güzeldi arkadaşım
kutlarım
sevgilerimle
Emine UYSAL (EMİNE45)
Teşekkür ederim.
sevgimle...
Acı ama çok güzel...
Bacı ...Her zaman düşünmüşümdür...
Bizleri yazmaya yönelten çektiklerimiz mi?
Çektiğimiz için mi yazıyoruz?
Yoksa ... Yazdığımız için mi çekiyoruz?
Fasit bir daire işte...
Yazıydoruz okunuyoruz, okuyoruz...
Bu da iyi bir paylaşım...
Selam ve sevgilerimle ...
Emine UYSAL (EMİNE45)
selam ve saygımla.
Sevgili arkadaşım Analık-babalık böyle bir şey işte. Çocuğun için her türlü fedakarlığı yaparsın. Bunu belki anne olmadan anlayamazdım fakat şimdi anlayabiliyorum. Allah rahmet eylesin ikisini de. Mekanları cennet olsun.. Bu hikayeni sanki hatırlıyor gibiyim galiba biraz geliştirmişsin. Çok güzeldi. Doğaldı, samimiydi. Sahneler gözümde canlandı. Sevgilerimle
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle.
Bu yazının anafikrini yapacak olursam,şöyle demem gerekecek sanırım:
"İnsanın yaşaması için doğa koşullarında bile ayakta durmasını bilmeli ve hayatla savaşımını öğrenmeli." Robinson Croze'nin tek başına ıssız bir adada yaşam mücadelsi verdiği gibi...
Bence;senin çocukluğundaki vadideki hayat anın,senin için pozitif bir avantajdır.Şimdi ayakların üzerinde korkusuzca duruyorsan çocukluğunda ya da ilk gençlik yıllarındaki beynine kazınan bu hayat tecrübelerindir...
Güzel bir pazar yazısı ve anımsandıkça gurur duyulacak ders verici bir anı...
Tebrikler. Yazmaya ara verme.
Selamlar kalemdaşım...
Emine UYSAL (EMİNE45)
saygımla.
Seyretmiştim o diziyi, hayat zorlukları bazen çok küçük yaşlarda gösteriyor insana.Dimdik durabilmeyi belkide o sayede öğreniyoruz fırtınalar karşısında.Çok güzeldi Eminem,sevgimle.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Teşekkürler Yıldız.
sevgimle.
bugün zorluk ne bilmeden büyüyen gençler ne kadar da mutsuz, ilgisiz hayata. yedikleri önünde yemedikleri arkasında tabiri tam da bugünü yansıtıyor. çok güzeldi. bir takım zorluklardan geçmeyenler ileride sağlam bir karekter sergileyemez ve hayatta pasif kalır hep. işte bunlar hayata alıştıran sınavlardır aslında. tebrik ve saygılar.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Teşekkürler efendim güzel yorumunuz için.
saygımla.
buna benzer birde küçük ev dizisi vardı....sende çok şeyler görmüşsün be usta....çokta güzel naklediyoprsun....kutluyorum saygılar
Emine UYSAL (EMİNE45)
saygımla...
Canım Vadideki Hayat sana o kadar güzel ve olumlu katkılarda bulunmuş ki. Sağlam duruşun, güçlü kişiliğin ve güzel yüreğinde yine sağlam bir aile yapısının kurduğu temelin izleri var. Ne mutlu öyle bir anne ve babanın evladı olmuşsun. Mükemmel bir anlatımın var. Tebrik ederim arkadaşım. Sevgilerimle.
Emine UYSAL (EMİNE45)
Sevgimle...
HAYATIN İNİŞLERİ VE ÇIKIŞLARIDIR HAYATIN ALGILARINI İÇİMİE İŞLEYEN..ŞİMDİ YİNE VADİLER VAR, KURTLAR VADİSİ MESELA, BEN DE ÜZÜLEREK KENDİ ÇOCUKLUĞUMU, ÖLEN DAYIMIN ÖLÜRKEN GÖZLERİME BAKIŞINI UNUTAMAM MESELA..HAYAT İŞTE..GÜZEL YAZIYDI..TEBRİKLER..
Emine UYSAL (EMİNE45)
saygımla...
Emine UYSAL (EMİNE45)
sevgimle...