ONARIM
ONARIM
Yorumcuyla iletişim sağlanınca gerilim arttı. Kulağı içeriden gelen seslere gitse de gözünü canlı yayından ayıramıyordu. Koltuğa gömüldü. Sevdikleriyle birlikte olmanın erincindeydi. Hepsi yan odadaydı.
Oturum sürükleyiciydi. Yine de yoğunlaştırmada yetersizleşiyordu. Yan odadaki sesler nedeniyle tartışmanın bütününü kavrayamamıştı. Önemsemedi, şaşmadı. İçeriye seslenesi geldi. Şu an duyumsadıklarını başka ne sağlayabilirdi! Üstelik nasıl? Giderek çözümsüzleşen televizyondaki sorunlar mı!.. Kıyaslanamazdı. Günlerdir izlemeye isteklendiği belgeselin kanalını, saatini unutmuştu ; olağandı. Her şeyi bastıran seslerin tadını doyasıya yaşamalıydı. Gözlerini yumdu. Tasarısı gerçekleşiyordu.
Onlarcasının ; kimlerin sığdığı o küçücük oda!.. Oradan taşan, onu doyuran sesler...
Doğruldu. Sesler gürültüye dönüşmüştü. İsteksizce terliklerini giydi. Yan odaya geçip başıboş televizyonu kapattı. Düşlemlerinin biri bitmişti. Beklenilenden çok daha kısa sürede. Amacına erişebilmiş miydi? Tümüyle olmasa da... Hoşnut gibiydi. Koltuğuna döndüğünde belgesel yeni başlamıştı.
Kaçıncı kattaydı?! Bir buçuk dakikalık dikey sürenin karşılığı... Parmağı çıkış düğmesini daha ilk günlerde bellemişti? Perdeyi araladı. Işıklar sönükleşmemişti. Araçlar karşı yönlerde birbirlerine doğru hızla akan oyuncak trenler gibiydi. Saate baktı. Kitap okuyarak oyalanabilirdi. Ya da güneşin doğuşunu mu izlese? Yani pencereden izleyebilse! Gökdelenlerin konumu bu küçük isteğe büyük engeldi. Oysa bilerek buraya yerleşmesine karşın yıllardır ilk kez böyle bir istekle erkenden uyanmıştı. Hiçbir şeyin değişmeyeceğini bildiğinden ortak taraçaya çıkmadı. Taşındığının ertesi günü bir göz atıp şu an anahtarını bile nereye koyduğunu anımsayamadığı yapay çimli , koca taraça...
Beklentilerini sınırlandırmakta uzmanlaşmıştı. Erekleri çoksa da gerçekleşmesi olanaksız olanlarından hep kaçınmıştı. Düşlerini denetleyebiliyordu. Denetleyebiliyordu. Denetleyebiliyordu... Hani ustalaşmıştı! Ne oldu! Neredesin çevren! Ya tanyeri?!. İşte hepsi karşımda. Yeşil korusuyla... Az ötesinde de kumsal. Kızıla çalan gökyüzüyle birleşircesine...
Nem oranını düşürüp banyoya geçti. Işıkları kıstı. Her şeyi yöneten düğmeler, kollar... Uzaktan komutlar... Yaşama çok şey katıyorlardı. Hoş kokulu su köpürerek burgaçlandı. Anayoldaki çığırtkanın ezgili sesi güçlenip ses yalıtımını aşmayı başarmasın mı : ‘Muslukçu!.. Muslukçu!’ İşte bu da olanaksızdı. Olanaksızdı. Olanaksızdı... Eşsiz anakentin gezici onarımcısı, ünlü onarımcısı kaldırımdaydı. Yaşlıcana. Gözlüklü. Elinde ağır çantasıyla. Bir dokunuşta suyu kestiyse de gözleri durulmaya yüz tutan çalkantıdaydı. Çantası deri olmalı? Askılı... Uzlaşmacı bir gülümsemeyle başını mermere yaslarken kulağı dışarıdaydı. Omuz başlarından süzülen köpükler sönmeye yüz tutmuştu. Elleri bronz tutamaklara gitti. Sımsıkı kavramıştı. Bir süre hiç kımıldamadı.
Çanta nasıl olsun?
Onarım / Seçkin GÜNDÜZ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.