- 346 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 85
85] Ki çeşitliliği temsil eder olacak düşünme ve örgütlenmelerinin çok partili hayat içinde olabilmesi için henüz şartlar erkendi. 1925 ve 1930’lu yıllar için henüz şafağı atmamış gün sancılarının, rahim içi hareketleri yaşadığı; ya da toplumsal yapılaşmanın oksijen çadırı düzeyinde oluşlarının günüdür. Gerek alt yapı, gerek ise üst yapı ve de sosyal yapılar bağlamında, ortam hiç uygun gibi gözükmemektedir. Konjonktüre değin Dünya ekonomik krizi de, işin tuzu biberi olacak olan bir cabasıydı.
Çok partili hayatın başlayabilmesi için hemen önündeki, gereken toplumsal şartları yoktu. Çok partili hayatın nesnel ve öznel şartları henüz mevcut değildi. Çok partili sürecin işleşeceği ve taban tutacağı bir zemin alanı yoktu. Ne sanayiniz, ne burjuvaziniz, ne sınıf bilinci oluşmuş emekçi kesimleri dayanışması yoktu. Hatta büyük ekseriyet pazar için üretim yapmıyor. Ortama, kendi kendisine yeten bir üretim tüketim ilişkisi hakimdi.
İkinci üçüncü bir partilerin kökleşmesi için için dar ve kısır bir sosyal şart olan dini temel ve hamasetçi siyaset yapılabilir bir zemin vardı. Bu da, olası yeni partilileşme içinde bulunacak olanların, kimi mümkün yetersizliklerin ve muhterislerin, karanlık yobaz güçlerle, dirsek teması içinde olunabileceğinin, akılla bilinmesidir. Bu bilinme, akıllara ziyan olmasa, gerektir.
Böylesine verimsiz taban tutmalar, yeni parti çalışmalarına verimsizliğin zemin olması; için düşünülen bir kısır döngü idi. En beleşten, en hazırcı, en kolaycı zeminin; tavana yansıma idi. İçteki yobaz ve gerici ayaklanma kalkışmaları ve gerçeklenmeleri, mevcuttaki hükümet eden siyasi yapının, statükocu tutumunu bir iyice belirleyip, pekiştirmişti.
Benzer yeni siyasi oluşumlara karşı da, maddi ve sosyal koşulların hazır olmaması vardı. Ve yine hali hazırda olan hükümetinde durumu yürütüyor olması nedeniyle; ülke içindeki vaki çoğulcu siyasi düzenleşmeler, bu türden, ’dini-siyasi yapılaşmaların içine’ zorunlu katılır olmuştular. En açık deyimle, mevcut kökleşir yetileriyle dinsel zeminde olabilecekleri açıktır. O konjonktürde genç oluşum için çok partili siyasi hayat demek; kişilerin, yiyecek ekmeği olmayışta, yola tahtı revan ile gitmesi gibi idi.
İşte bu ahval ve şartlar içinde, bekanın varlığı için demokrasiye geçip, demokrasiyi iştahla ve ihdas ile benimser oluşturmalar, var edildi! O günün ortamında, çok partili direşmeye toplumsal siyaset alanı tam açık olmaddığı için, ortam adeta birinden birini zorlayan ’kırk katır mı (toplum mu), yoksa kırk satır (sosyal hayat) mı? Dedirten bir tercihle, çok partili yaşam, daha ilk yıllarda, zorlanır bir çatışma gibi belirmişti.
Bu türden siyasetler, sosyal alana konumlanışla; siyasetleri gereği yeni olanları tam bir hazımsızlık yapacaktılar. Yeni toplumsal ve sosyal siyaset, daha bağırda gonca gül iken, dini oluşmalarla yapılan siyasetler, yeniyi kitabına uygun olaraktan da soldurmaktı! Genç istikbalin, yarınki siyasi oluşmalar ve gelişmeler içinde olabilmesi için şimdiden yolunu açan girişmeleri, başarılamayacak bir siyasi boşyerelikti.
Cumhuriyet kurulduktan sonra, konjonktür yeni sorunlarını, yeni durumlarla sırtlanmıştır. Bunlar, toplumu toplum yapar tercihli ve yapılanışlar olmalıydı. Konjonktürün siyasi coğrafya ilişkileri olmalıydı. Ama istismarlar, halkın sübjektiflerini, toplumsal olanın önüne aldı. Halka değin tutumlar, kötü politikaların siyasi sui istismarları oldu.
Halka dek tutumlar, sanki toplumun politikalarıymış gibi okşandı. Şimdiden geleceğe doğru olan görünüş, ilerideki istismarcı politikaların kökleşmeci temellerini oluşturur denli pravakatör yapılardı. Böylesi yapılaşmayı siyasi özgürlük ve demokrasi adına en üst söylemle gündemde tutacaktılar. Toplumun ve halkın yaşam alanları, henüz oldurulamamıştı. Hoş siyasetler de bunu bilmiyordu!
İki siyasi denge; toplum ve halk alan karşılıklı oluşmamıştı. Siyaset, hala Osmanlı’dan beri olan toplum yaşamıyla, halk yaşamını, birbirine karıştırır olmanın sarmalında çıkmaza sokulmuştu. 1940’lar ortalarından itibaren laik olunuşun kavramı da pek sindirilememiş, anlatılamamıştı.
Laikliği, bir inanç özgürlüğü, bir vicdani kanaat özgürlüğü diyerekten, allayıp pullayıp, laiklik; halkçı bir anlayış olan, hoşgörünün alanına sıkıştırılarak, hapsedilmişti. Ne büyük tarihi yanılgıyd. Bir toplum kavramı olan laiklik, böylece bir halk kavramı olan hoşgörü ile açıklanıyordu!
Laiklik, bir ucu ile, yani öte dünya dek halk alan işiyle, devlet işinin ayrılmasını ve ulusların toplum olmaları nedeniyle, etnikçi anlamalarının, toplumdan ötelenip, halk alanın tasarrufuna tevdi edildiği halka açıklanamamıştı. Geçmişin ulus devletleri daha çok etnik olanların savaş gücüne boyun eğdiği uluslaşma idi. Oysa şimdiki yapı toplumsal organizeleri oluşturan, bir toplumsal ittifak, gücüydü.
Laikliğin, konjonktürsel olanlarla, esnek bir akıl kullanma sanatı olması gerektiği bile gösterilememişti. Laiklik, nas (doğma) yerine, bir akıl konuş ve aklın işletmesi idi. Bilimsel, deneysel ve gözlemsel olanın, uygulanması idi. Yani halk (öznel) alanla, toplumsal (nesnel) alanın, kendi yaşamsallıklarının ayrılması idi. Daha açıkçası; toplumdaki iki başlı otorite olan meşruiyetliğin kaynağının, halk alan (dini otorite)ve toplumsal alan (nenel ve bilimsel otoriter alan)diye ayrılması idi.
Daha müesses nizam olmanın, azimli kararlı çabacı teri: meydanı sahada kurumamıştı. Durumları içsinip, yol alış, gözünün önünü görebilmesi için gereken demlenme zamanını, henüz bulamamıştı. Kendisi için (toplum için) dirilme olan ölümüne harekettin sonunda: şimdi karşı girimle cebelleşir olacağı, bir gerici güç çıkıyordu. Geçen süreler boyunda siyasetler, egemenliğin (otoritenin) paylaşımını gerçekleştirememiştiler. Ortak duygunun sadece, alt duygu birikimli yobaz oluşumları, gizliden ve açık; genç cumhuriyetin siyasi oluşumunu içine sindiremiyordu. Bu görüntü ve kullanımların altında, çıkar ve güç paylaşımları, başlamıştı bile.
Sürecek
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.