- 1117 Okunma
- 14 Yorum
- 0 Beğeni
Taşların Öyküsü
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
“Anlattıkların bana Anna Maria’nın hikayesini anımsattı. Ama onunki daha farklıydı.” dedi.
Kalktı, mutfaktan ikimize de kahve getirdi.
“Bir hikayeye daha geçeceksek bu kuru kuruya olmaz.”
Servisi yaptıktan sonra yine karşıma oturdu. Bulunduğumuz oda güneş alıyordu. Kışın tepemize iyiden iyiye çöreklendiği bu aylarda güneşi hissetmek bulunmaz nimetti. Kahveden çıkan dumanın pencereden giren ışık hüzmesinin içinde yükşelişini seyrediyordum. Oraya kıvrılıp uyuyabilirdim. Belki de bunu sağlamak için Neil Schierbaum sona sakladığı hikayesini anlatmaya başladı.
...
Anna Maria bir sabah kalkmış ve “Buraya kadar!” demişti. Giyinip hazırlanmış, ne kadar para bulduysa cebine koymuş, iki çocuğunu komşuya emanet edip kasabanın merkezine inmişti. Az bir soruşturma sonunda Cadiz’e kalkan arabaların yerini öğrenmiş, buradan bindiği bir tanesiyle de soluğu okyanus kenarındaki bu liman şehrinde almıştı. Bir haftanın sonunda kendisini New York’a götürecek bir şilep bulabilmişti.
Olaysız bir yolculuktan sonra New York’a vardığında gidecek bir yeri olmadığını farketmişti. Memleketlilerinin şehrin neresinde yaşadığını bilmiyordu. Öğrenmeye de çalışmadı. Eğer kocası peşine düştüyse ve yeni dünyaya kadar geldiyse bakacağı ilk yer burada yaşayan İspanyolların arası olacaktı. Tabi eğer sarhoş kocası ayılıp Anna Maria’nın gittiğini farkettiyse ve peşine düştüyse...
Cebinde parası yoktu. Kendine kalacak bir ahır ya da samanlık aradı. Kimse parasız bir yabancıyı çatısı altında yatırmıyordu. Bir tanesi kabul etti ama karşılığında Anna Maria’yla yatmak istedi. Kabul etti Anna Maria, kocasıyla da yatmıyor muydu? Adam nazik biri çıktı; Anna Maria’ya hoyratça davranmadı, ikinci bir gece kalmak istediğinde Anna Maria’yı tekrar yatağına davet etmedi.
Gün içinde iş bakıyordu. Yapabileceği işler sınırlıydı. Dokuma atölyelerini gezdi, hizmetçi arayanlara başvurdu, lokantacılara bulaşıkçılık için yalvardı. Büyük savaş sonrası insanlar akın akın Amerika’ya göç ediyorlardı ve herkes her şeyi yapmaya hazırdı. Bunca işçi adayı arasında Anna Maria iş bulamadı.
Ama eve döndüğünde bavulunu kapının eşiğinde buldu. Kendisini atmaması için ev sahibine yalvardı; onun kolundan tutup yatak odasına sürüklemeye çalıştı ama nafile. Adam ne Anna’yla yatmak istiyordu, ne de onu görmek. Yapacak bir şey yoktu. Anna Maria bavulunu aldı, başka bir çatı aramaya çıktı.
Başka çatıyı bulmakta gecikmedi. Bu sefer karşı taraf önermeden Anna Maria kendini sundu. Böylece herkes memnun oldu. Yine de bu durum sonsuza değin sürmeyeceğinden Anna Maria iş aramaya devam ediyordu. Sonunda buldu da. Bir bakkalın yanında çalışmaya başladı. Bakkalın dalgacı çıraklardan gözü yılmıştı. Aklı başında ama azla yetinecek birini ararken, kapıdan içeri Anna girmişti. Az bir para ve dükkanda yatma karşılığı onu işe aldı. Anna Maria gidip bavulunu aldı, eski ev sahibinin son bir öpücük teklifini reddetti ve yeni işyerine taşındı.
Fena iş çıkarmıyordu. Depodan mal taşırken homurdanmıyor, etrafı düzenli ve temiz tutuyor, kasadaki paranın hesabını kuruşu kuruşuna verebiliyordu. Bakkal Jefferson Puckett hoşlanmaya başlamıştı bu ufak tefek, etine dolgun kadından. Müşterilerin yoğun olmadığı vakitlerde sohbet konuları açıyor, Anna Maria’nın kim olduğunu, neden buralara kadar geldiğini anlamaya çalışıyordu.
Genç kadının söyledikleri inandırıcı gelmedi. İddiasına bakılırsa bir sarhoşla evli olup, onun çocuklarını yetiştirmekten bıkmıştı. Canı sıkılınca da çekip gelmişti.
“Geride bıraktığın senin çocukların değil miydi?” diye sordu.
“Benimdiler” dedi Anna Maria, “Ama benim olduğu kadar onun da çocuklarıydılar. O her gün çıkıp gelmiyordu; ben bir kereliğine dönmedim.”
“Yine de onları terkettin.”
“Evet.”
“Bir anne evlatlarını nasıl terkedebilir?”
“Cesaretle. Bunu isteyen çok kadın vardır ama cani olarak anılmaktan korkarlar.”
Ertesi gün Puckett almış olduğu yüzüğü kuyumcuya iade etmişti. Anna Maria ise yüzüğün varlığını asla bilmedi.
...
Neil susmuş, boşalmış fincanına bakıyordu.
“Sen nereden Anna Maria’nın hikayesini biliyorsun? Annen miydi yoksa?” diye sordum.
Kalktı ve:
“Gel” dedi, “Göstereyim.”
Kulübeden dışarı çıktık. Neil Schierbaum şehrin ortasında, yanlızlık içinde yaşıyordu. Ufuk alabildiğine bina bloklarıyla kaplı olsa da kulübe geniş bir çim alanın kıyısında, meşe ağaçlarının arasındaydı. Yürümeye başladık. Fazla uzağa gitmeden durduk.
“İşte buradan tanıyorum” dedi ve eliyle işaret etti.
Bir mezar taşının başında duruyorduk. Üzerine Anna Maria Reyes 1899 – 1952 yazıyordu. Yeniden evlenmiş miydi, yoksa bu kızlık soyadı mıydı, ya da hala ilk kocasının soyadını mı taşıyordu. Neil’e bakıp, bir açıklama bekledim.
“Soyadını merak ediyorsan, bilmiyorum.” dedi. “Hiç evlenmemiş olabilir, ya da evlenip eski soyadını tamamen terketmiş de. İspanya’dan ne zaman geldi, buraya ne zaman yerleşti, onu da bilmiyorum. Tek bildiğim kimin yanında yattığı.”
O zaman sol taraftaki mezar taşı dikkatimi çekti: Jefferson Puckett 1883 – 1934 İyi Hristiyan, Dürüst Tüccar.
“Yan yana mı gömülmüşler?”
“Aslında yan yana gömüldükleri için bakkal dükkanında beraber çalışmışlar.”
Saçmaladığını düşünerek Neil’e baktım. Bana
“Hala anlamadın, değil mi?” diye sordu. “Hikayelerimin kahramanlarını buradan, bekçiliğini yaptığım mezar taşlarından buluyorum. Genelde böyle yanyana olanları seçmiyorum ama Anna Maria ile Jefferson yanyana gömülmüş iki bekar olunca dayanamadım. Aralarını yaptım.”
Sanki çok normal bir şeyden konuşuyormuşuz gibi itiraz ettim:
“Ne yapması? Adama yüzüğü geri verdirttin.”
“Doğru, Puckett yüzüğü geri verdi ve bu da herşeyin başlangıcı oldu. Bir kahvelik zamanın daha var mı?”
YORUMLAR
İlhan Kemal
Her kahve; yeni bir öykü...
Hey gidi Sait Faik... Koca Usta!
Sürüyor öyküler "az şekerli" tadında...
ali rıza kars tarafından 6/25/2011 4:23:59 PM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Teşekkür ederim güzel yorumunuz için. Kahveli ve öykülü günler dilerim. Saygılarımla.
evet üstadım en güzel hikayeyi ruhumuzun istediği zaman yazarız isterse bir mezar taşında gizlensin o işte gelip kapımıza dayanır hadi eline kalemi al ve yaz diye öyle bir hikaye idi ki bir an içinde bulunduğumuz durumlarda kaç kişi gömülmüştür bu dünyada yaşar gibi ver gibi yaparak tebriklerimle
İlhan Kemal
Bu da mezar taşlarıyla doğan bir öykü. Benim onlara biçtiklerim, gerçekten yaşananların yanında çok hafif kalıyor olabilir. Biri yattığı yerden kalkıp kulağıma fısıldamadıkça bilemem.
Saygılarımla.
güzel yazıyorsunuz ,sizi oturup okumalıyım bir gün, bol bir zamanda yazılarınızın hepsini
.
saygılar
İlhan Kemal
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Öyküleriniz güne gelmeye çok yakışıyor. Tebrik ederim. Başarılarınızın devamını dilerim. Saygı ve selamlarımla.
İlhan Kemal
Merakla aciyorum sayfanizi her defasinda ve begeniyle kapatiyorum.Mezarlik bekcilerini sevimli hale getirdi Bu defada hikayeniz.yureginize saglik...saygilarimla
İlhan Kemal
Güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
nuray telli
İlhan Kemal
nuray telli
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Saygılarımla.
İlhan Kemal
canandemirel
Bakalım hocam kaç puan verecek, sevgiler...
İlhan Kemal
Evet... Tek sayfalık harika bir öykü olmuş.
O taşlardan daha ne hikayeler çıkar kim bilir?
Sevgiler.
İlhan Kemal
Tebrik ediyorum. Eklediğinizde okumuştum. İki kez yazmış olmamak için bu anı bekledim. Çalışmanız her zamanki gibi etkileyici bana göre.
Saygılar.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
Artık size ne yazacağımı bilemiyorum eleştiri olarak. Laylaylom sözler ya da klişeler yazmak da benim işime gelmiyor, size faydası olmaz bunalrın elbette bana da. Ama öykülerinizi okumak gerçekten büyük keyif ve hayranlık.
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Daha yazar miyim, bilemiyorum. Giderek yazmak icin zamanim olmamaya basliyor. Ama siz yaziyorsunuz, bir cok guzel oyku yazan cikiyor. Olasi bir Yoklugumun hissedilecegi bir ortam oldugunu sanmiyor. Hem nereden cikti yokluk lafi, daha bir suru oykumu okuyacaginiza eminim. Saygilarimla.
O qué
İstemek kafi zaman yaratmak için , her ne kadar çok klasik gibi görünse de bu kesinlikle doğru.
Siz yazacaksınız , keyif alacaksınız.
Biz okuyacağız, keyif alacağız .
Daha ne olsun:)
Saygılar.
Aynur Engindeniz
O qué
Nasıl güzel konuştum değil mi Sevgili Aynur
Artık bu sözlerden sonra gideceği olan varsa da gidemez :D
Di mi ama :p
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
O qué
Mesela resim yaparak yazmayabiliyorsunuz onu biliyorum :)
Ama siz yazın ya bizim için yazın.
Biz sizi okumaktan çok keyif alıyoduk .
Yokluğum anlaşılmaz gibi bir de anlamsız laf etmişsiniz.
O zaten kabul etmiyoruz .
Ben anlamadım hiç birşey bu halden :s
İlhan Kemal
Yazmayı o kadar da yaratıcı olamayan ama zevkli bir uğraş için bırakabilirsiniz: Belirli bir konuda akademik çalışma yapmak, düzenli seyahate çıkmak, kitap okumak (Benim yırtıcı okuma diye tanımladığım bir tarzda), bir spor dalına kendini adamak, oyun oynamak, müze gezmek (müzede gezinmek değil). Burada sözünü ettiklerimin hemen hepsi 'Ne var ki bunlarda, zaten yazarken de yaptığımız uğraşlar.' denebilecek türden maddeler. Ama gözden kaçan hepsinin dozajının hafif düzeylerde olmadığı. O zaman işin rengi değişiyor.
Yazmayı zorunluluktan bırakabilirsiniz: İşinizle arasında seçim yapmanız gerekiyordur, eşiniz/sevgiliniz yazmanızdan hoşlanmıyordur ve ultimatom vermiştir, siz içeride yazdıkça dışarıdaki hayatın kaçıp gittiğini düşünüyorsunuzdur ve yazmaktansa yaşamayı tercih etmişsinizdir, vs.
Aslında her biri çok rahat itiraz edilecek maddeler (O yüzden etmeyin). Sonuçta kişinin koşulları ve seçimleri belirliyor yazıp yazmamasını.
O qué
Peki
Her ne kadar katılmasakta saygı duymak mecburiyetindeyiz.
Saygılar