- 1002 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İSLAM DÜNYASI
İslam tarihi incelendiğinde, bütün islam ülkeleri eskiden emperyalist devletlerin sömürge veya tahakkümü altında olduğu görülür. Güney Afrika’dan Endonezya’ya kadar uzanan islam coğrafyası, emperyalist devletlerin birer cirit sahası olduğu görülür.
İslam ülkelerindeki toplumsal ve sosyal gelişmeler ele alındığında veya incelendiğinde şöyle bir manzarayla karşı karşıya gelinir (buna egemen sınıfın başvurduğu taktik biçimler de denilebilir); İslam ülkelerinde mezhepçilik ve klana dayalı aşiretçilik sürekli ateşlendirilmiştir. Bu islam dünyasında kadercilik zihniyeti adeta ezilen yoksul islam halkının bir alın yazısı sembolü haline gelmiş. Onun sürekli her kelimenin başında tekrarladığı "yarına Allah kerimdir veya Allaha çok şükür" deyimi artık onun günlük yaşam dilinde gelenekselleşmiştir. Günlük yaşamlarında bu mezhepçilik, aşiretçilik, kadercilik gibi feodal ve ilkel milliyetçiliğin temel dayanakları gibi şeyler, sürekli işlenen olgulardır. Fakir halk, aşiretçilik ve mezhepçilikle yatıp kalkmakta, namaz ve oruçla yatıp kalkmaktadır. Bu zavallı halk, ilkel milliyetçiliğin temel dayanaklarıyla sürekli haşir neşirdir. İnşallah, maşallah, süphanallah, esteğfurullah gibi kavramlar gene kadercilikle özdeş deyimlerdir. Klancılık bile bazı islam ülkelerinde hâlâ mevcuttur. Burda zengin sınıfının maksadı şudur: Sürekli fakir halkın arasında bölücülük yaratarak halk arasında mesafe bıraktırmak ve böylelikle ezilen yoksul halkın birliğini önlemektir. Egemen sınıfın çok sinsi ve ince politikalarından biri de budur. O, sürekli ezilen yoksul halkın birliğini bölmek, parçalamak ve zayıf düşürmek sevdasındadır. Hakkını isteyene ancak ağzına bir parmak bal çaldırarak kandırmayı ve oyalamayı da ihmal etmez. Gerektiği zaman bile tehditler savurmakla bir halkı sindirebilir. O, sürekli kendi çıkarını düşünmek, zenginliğine zenginlik katmak ve bu yoldan zayıfı iyice kendisine bağlı kılma durumuna getirmek ister. Onun tek düşü ve uğraşı budur. O, her türlü hileye, entrikaya, imha yollarına başvurmaya, savaşa, hatta soykırımlara varacak kadar tüm yolları denemekte kendi çıkarı için geri kalmaz. Irkçılığı sürekli körükler, mezhepçiliği körükler, milliyetçiliği körükler, dini körükler, aşiretçiliği körükler ve daha akla hayale gelmedik binbir türlü hile yollarına başvurmaktan bıkmaz, usanmaz, durmadan bu konu üzerinde kafa yormaya çalışır. Çünkü bütün üretim araçları onun eli altında her daim hazır ve nazırdır.
Egemen sınıf bilhassa ülke içinde sürekli Alevi-Sünni gibi mezhep ayrımcılığını yaparak iki halkı sürekli birbirine düşman ettirmiştir. Asırlardan beri Aleviler’in kültür ve dini inançlarını yıpratıp yok etmekle meşguldur. Bu anlamda, Alevi kesimi için eskiden Kızılbaş deniliyordu. Bu toplum, bu terimle aşağılanıyordu. Ondan önce de Haydariler, Kalenderiler, Babailer, Çepniler, Tahtacılar, Bektaşiler, Abdallar, Caferiler, Hüseyniler diye adlandırılıyordu. Günümüzde de Alevi Kürtler, Alevi Türkler, Alevi Sünniler diye adlandırılmaya başlandı. Bu kavramın yerini yarınlarda bir başka kavramın alacağı bugünden belidir.
Kürt halkı içinde de Alevi Kürtler, Şafii Kürtler, iyi Kürtler, kötü Kürtler, dağ Kürtleri, Kart-Kurt Kürtler gibi adlandırmaya çalıştı. Zaten diğer azınlıkların durumları ortadadır. Gerçi azınlıklar da kalmadı artık, onların da yerinde yeller esiyor. Adları var ama kendileri yoklardadırlar.
Bu ayrışma ve bölünmeler Sünni kesimi için de söz konusudur. Günümüzde Hanificilik, Mevlevicilik, Malikicilik, Hanbelicilik, Emevicilik, Şafiicilik bölgeselcilik gibi ayrımcılıklar vardır. Ayrıca Nurcular, Süleymancılar, Fethullahçılar, Aczmenciler, Nakşibendiler, Kaplancılar, Menzilciler diye dillendiriliyor.
Hem Aleviler kendi içinde parça parçadır, hem de Sünni kesimi kendi içinde parça parçadır. Bütün bu olaylar mevcut egemen sınıfın işine yaramaktadır. Çünkü ezilen yoksul halkın bu hale gelmesi egemen sınıfın, toplum içinde yarattığı böl-parçala-zayıflat-dağıt ve yönet politikasıdır. Böyle bir politikayla birde her türlü boyalı basını ve yayını aracıyla ezilen halkın bilinç düzeyini teslim alma çabası vardır. Bu durumu, islam dünyası geneline çıkarırsak durum daha da karmaşıklaşıyor. Aman halk birlik olmasın, bir araya gelmesin, şayet birlik olursa bu, benim sonum demek olur! Egemen sınıfın bütün amacı ve korkusu bu cümlede mevcuttur. Bundan dolayı, o hep zenginliğine zenginlik katmak ister. Onun cezaevlerinde bile siyasî tutuklular için hücre sistemini getirmesi de gene birlikten korktuğunun birer delilidir. Bu azınlık sürekli halkın birliğinden korkmuştur. O hep kendi rahatını düşünmek ister. Kendi rahat yaşamı için etrafını orduyla, polisle, bürokrasisiyle geniş bir duvar örer. Bu duvar, onun can simididir. Her başı sıkıştığında bu güçlerini, ezilen fakir halka karşı devreye sokmakta hiç tereddüt etmez.
Yukarda belirttiğim ana noktayı kendisine insanım diyen her birey, her toplum, bu konuyu incelikleri ile çok hassas ve çok ciddi bir şekilde insanî vicdanına bin kere, milyon kere danışmak ve başvurmak zorundadır. Görülecektir ki ezilen yoksul halkın savunulacak veya kaybedecek tek bir onur ve şerefi kalmış. Belki bu onur ve şeref de bağımlı hale gelmiş durumdadır. Ancak gene de herkes düşünmek zorundadır. Zenginliğin yarattığı kapitalist sınıf, toplumun ahlâkını bile çürütmüş durumdadır. İnsanı kendi kendisine yabancılaştırmış. Çünkü kapitalizmin veya zenginin ahlâkı yoktur. Onun ahlâkı paradır, dünyaya hakim olma sevdasıdır. Sermayenin ne dini, ne de imanı olur.
İşte görülecektir ki gene mezhepçilik insanlık için kurtuluş değildir. Milliyetçilik ve ırkçılık insanlık için gene kurtuluş değildir. Ezilen yoksul halkın kendi içindeki sunî ihtilafları büyütmek, kendisi için bir sondur. Egemen sınıf için de bir bayram ve mutluluktur.
Bir başka konu da din’dir. İnanç ve din, toplumların en zayıf halkasıdır. Bu sebeple toplumların bu zayıf yönünü görmek gerekir. Din, halkın afyonudur, zehiridir, deniliyor. Bu söz yerinde ve doğru bir deyimdir. Çünkü toplumlar arasında din ateşlendikçe insanlar arası uzlaşmalar mümkün olamaz. Bu da insan soyunun tükenmesine yol açar. Hatta ve hatta egemen sınıf, bu ana temayı (yani toplumun zayıf yönünü) yakaladığı içindir ki din ve devlet işlerinin ayrılığı temelinde laikliği getirmek zorunda kalmış. Onun laikliği getirmesi, bir anlamda kendi iradesi dışında gelişen bir olgudur. Aslında bu laiklik kavramı da bir bilinç yanıltmasıdır. Yoksa din olgusunun sürekli ateşlenmesi, egemen sınıfın da sonu demektir. Bunun sonucunda dünya milletleri bir araya gelemezler. Çünkü din devreye sokulduğu an, ırklar arasında veya dinler arasında derin ve onarılmaz uçurumlar meydana gelir. Bu da insanın sonu demek olur. İşte şeytan denilen İnsanın asıl bu yönünü görmek gerekir. Bu anlamda din bir eroindir, bir afyondur, bir zehir zemberektir. İçi hurafelerle dolu bir din, insanlığı yok edici bir din, insanları birbirine kırdıran bir din afyon değil de nedir? Bu anlamda insanlık cephesinin güçlenmesini de göz önünde tutmak gerekli bir ihtiyaçtır.
Hasan DAL
(Bu makale "avucumun içinde yaşamadığım yaşam" adlı eserimden aktarılmıştır.)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.