- 1242 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TOPLUMUN EĞİTİMİ
Kur’an-ı Kerim, sırf bir akideyi yerleştirmek, sırf bir yasa konmak için gelmemiştir. Akide ve yasa ile beraber, bir ümmeti eğitmek, bir toplum meydana getirmek, kendisinin öngördüğü bir akıl ve ahlâk sistemine göre insanları oluşturmak ve yetiştirmek için gelmiştir. İşte bu nedenle onlara soru sormanın adabını, araştırmanın sınırlarını ve öğrenmenin yolunu gösteriyor. Madem ki, bu şeriatı gönderen ve gaybtan haber veren yüce Allah’tır. Öyleyse kulların, bu şeriatın hükümlerinin öz olarak veya detaylı biçimde gönderilmesini, bu gayba ilişkin konuları açıklayıp açıklamamasını Allah’a bırakmaları, O’na karşı terbiyelerini takınmalarının gereğidir. Kulların bu konuda, herşeyi bilen ve hepsinden haberi olan Allah’ın belirlediği sınırlamalara bağlı kalmaları gerekir. İlahî hükümlerin kapsamını daraltarak kendilerini zora koşmamaları, ihtimaller ve faraziyelerin peşine düşmemeleri lazımdır. Allah’ın kendilerine açıklamadığı ve onların hiç bir zaman elde edemeyeceği gayb konularını aydınlatmaya kalkışmamaları gerekir. İnsanın gücünü ve kaldırabileceği yükü en iyi bilen Allah’tır. Allah insanlar için güçlerinin sınırlarını aşmayan kanunlar koyar. Onlara yapılarının kaldırabileceği, gayb konularını açıklar. Allah’ın özet olarak verdiği ve kapalı bıraktığı birtakım işler, konular olabilir. Bunların böyle Allah’ın dilediği biçimde bırakılması, insanlara hiçbir zarar getirmez. Fakat peygamber döneminde ve Kur’an’ın inmeye devam ettiği sırada bu tür konularla ilgili soru sormak, bazı kişilerin hoşuna gitmeyen, herkese zor geldiği gibi kendilerinden sonra gelecek olan nesillere de zor gelebilecek konuların belli hükümlere bağlanmasına neden olabilirdi.
Bu nedenle yüce Allah, iman edenlere, açıklandığında kendilerine zor gelecek meseleleri sormayı yasaklamış ve vahiy döneminde, Peygamberimizin hayatta olduğu sırada, bu konuları sorduklarında onlara cevap verileceği uyarısında bulunmuştur. Yoksa bu soruların Allah’ın bağışladığı, öyle bıraktığı, farz kılmadığı bir takım yükümlülüklerin zorunlu olmasına neden olacağını bildirmiştir:
Ey müminler, açıklandığı takdirde zorunuza gidecek konuları sormayın, eğer Kur’an inerken bu konuları sorarsanız onlar size açıklanır. Oysa Allah onlara değinmemiştir."
Yani Allah’ın değinmediği ana hatları ile belirleyecek farzlığını veya hac gibi detaylarını açıklamadığı, hiç sözünü etmediği konuları sormayın.
Daha sonra yüce Allah, onlara kendilerinden önceki Kitap Ehli’ni örnek olarak göstermiştir. Bunlar yükümlülükler ve hükümler hakkında sorular sorarak kendilerini zora koşan kimselerdi. Fakat yüce Allah bunları, kendilerine farz kıldığında onları inkar ettiler ve Onların gereğini yapmadılar. Eğer onlar susmuş, Allah’ın kulları için dilediği kolaylıkla işleri ele alsalardı işleri böyle zorlaşmaz, dolayısı ile kusurlarının ve nankörlüklerinin sonucuna katlanmak zorunda kalmazlardı.
Bakara sûresinde yahudilerin, Allah’ın, kayıtsız-şartsız olarak bir inek kesmelerini emrettiğinde nasıl hareket ettiklerini görmüştük. Herhangi bir ineği tutup kesmeleri yetiyordu kendilerine... Fakat onlar ineğin vasıflarını sormaya koyuldular. Ve bir soru onların işlerini bir kat daha zorlaştırmıştı. Eğer soru sormamış olsalardı işleri gayet basitti.
Kendilerinin konmasını istedikleri fakat, sonra da sonuçlarına dayanamadıkları Cumartesi gününde de tutumları buydu...
Hatta onların her zamanki hali buydu. Buna bağlı olarak yüce Allah onlara, eğitme ve cezalandırma amacına yönelik olarak pek çok nimeti haram kılmıştı!
Sahihi Buhari’de Peygamberimizden rivayet edilir ki: "Size hüküm belirlemediğim konularda beni kendi halime bırakın. Sizden önceki ümmetler ancak çok soru sormaları ve peygamberlerine ters düşmeleri yüzünden mahvolmuşlardır."
Adem Armağan
KAYNAK : Fi Zılal-il Kur’an
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.