- 2731 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Demet Duyuler Doğan ile Şiir Edebiyat Üzerine
Cumali Karataş / Yeni Adana Gazetesi / 29.05.2011
Uzun zamandan beri bekleyen çalışmalardan biri de Demet Duyuler ile söyleşi ve eleştirel denemeler bütünlüğündeki inceleme idi.
Demet Duyuler Doğan’ın şiiri ile folklor/gelenek/ezgisel izleklerin yönelimindeki Kırılgan Bakışlar" ve "İçimdeki Çığlık Dışımdaki Sessizlik" adlı şiir kitapları üzerine söyleştik.
* İkinci şiir kitabınızı çıkardınız Demet Hanım, şiirleriniz okurlarına yeterince ulaştı mı? -
Şiir kitabım Adana edebiyat çevresinde gereken ilgiyi gördü ve Adana okurlarıyla buluştu. Beklentimin üstünde sevindirici dönütler de aldım. Tabii ki her yazar, şair gibi gönül isteğim aynı. Şiirlerimi tüm dünya duysun, okusun, duygularımı paylaşsın isterim.
*Bunu tabii, genel anlamda şiir kitaplarının yeterli ilgiyi görmemesinden dolayı soruyorum.
-Şiir kitapları ilgi görmüyor olabilir ama aslında şiir edebiyatta en çok ilgi gören sanat dalıdır. Teknoloji nedeniyle kitap almadan internet üzerinden şiire daha rahat ulaşılıyor. Bir yazarın romanının tamamına ulaşılamaz ama bir şairin şiirine rahatlıkla ulaşılabiliyor. Bu nedenle şiir kitapları diğer yazın türündeki kitaplar kadar ilgi görmese de şiire ilgi daha fazladır. Türkiye’de en çok şiir okunuyor diyebilirim. Akılda kalıcı olması nedeniyle olsa gerek, gençlerin bazen dizeleşerek yazıştığını görüyorum. İki çocuk annesi olarak gençleri çocuklarımdan takip ediyorum. Gördüklerim de şiir adına beni mutlu ediyor.
* Bir de okur azlığı gibi kronik sorunumuz var. -
Okur azlığı kronikliği çok eski yıllara dayanır. Kızların okutulmaması gibi. Zaman içerisinde kızların da eğitim görmesinin zorunluluğu anlaşıldı, fakat anlaşılan bu eğitim içinde iş sadece okul kitaplarına ve defterlerine kaldı. Aileler, hatta öğretmenler de konuştuklarında "okumak önemli" dediler ama bu okumaktan kasıtları ders kitapları oldu. Çocukların elinde bu kitapların dışında kitap gördüklerinde zaman kaybı diye düşündüler. Bu romanı okuyana kadar "iki test sorusu çöz, üç matematik problemini anla" diye eleştirdiler. Aileler ve öğretmenler de eğitim sisteminin test koşullu sınava endeksli okumayı öngördüğü için roman, hikâye ve şiir kitapları müfredattaki okunması gerekli 100 Temel Eser listesinde kalıyor sadece. Evet görüldüğü gibi sorun var okuma konusunda ama bu sorun doğru ve planlı bir yol izlenirse aşılamayacak bir sorun değil.
* Nasıl aşılabilir bu durum peki. Şiirin ilgi görmesi, halktan okur anlamında yanıt alabilmesi için neler yapılmalıdır?
- Günümüz teknolojisi, televizyon, internet gibi iletişim araçlarının, şiirin ilgi görmesi açısından kullanılırlığı arttırılmalı. Televizyonlarda şiir programları görülmüyor. Lise yıllarımda Necdet Evliyagil ve Atilla İlhan’ın düzenleyip, şiir okudukları televizyon programlarını anımsadım. Öylesi programları şimdilerde pek göremiyorum. Günümüzde şairler şiir okumak yerine güncel konuları tartışmayı yeğliyorlar. Yazarlar hakkında belgeseller hazırlanarak yaşayan yazarlar tanıtılmalı. Televizyonda dizisi oynatılan romanların yazarlarına dizinin oynadığı kanallarda yer verilmeli. Üniversitelerin bahar şenlikleri sadece müzisyenlerin dinlendiği etkinlik olarak algılanmadan, çağdaş yazarlar, şairler etkinliklere davet edilmeli. Okur tanıdığına, tanıştığına daha çok ilgi gösterir ve önemser. Bu yüzden tanıtma ve tanıştırma etkinlikleri arttırılmalı.
*Sizce şair kimdir, nasıl olmalıdır?
-Şair çağının tanığıdır. Atatürk’ün, "Sanatçı toplumda uzun çalışma ve uğraşlardan sonra alnında ışığı ilk hisseden insandır" diye çok güzel bir sözü var. Bir başka yönüyle söylersek de, şair, sanatçı yaşadığı toplumun bir adım önünde olan kişidir. Şair duygularını ortaya koyduğu şiiri ile kendini ve içinde yaşadığı toplumu doğru yansıtmalıdır. Edebiyatçı bütün bu sorumluluğunu yerine getirebilmek için de tarih, coğrafya, resim, müzik, felsefe gibi bütün alanlarda bilgi birikimiyle donanmalıdır. Bunun yanı sıra bilgi donandıkça engin gönüllü de olunmalıdır. "Şairim." dememelidir. Şairlik ve ozanlık yetkisini toplum vermelidir. Bu konu da Mevlâna’nın , "Bin sene de okusam ne biliyorsun diye sorsalar bana haddimi bilirim" sözünü anımsatmak isterim. Bu örnek, yaşam felsefesi olarak benimsediğimdir ve bu durum hayatımın her alanında geçerlidir. "Ne zaman bir köy türküsü duysam şairliğimden utanırım" diyen Bedri Rahmi Eyüpoğlu da, "nasıl olmalı" sorunuzu çok güzel yanıtlamaktadır. Şunu da vurgulamak isterim. Şiir yolundaki uzun yıllardır süregelen emeğime, dil eğitimime, iki kitabım ve şiirsel anlamda kazanımlarıma rağmen ve hâlâ kendimi bir hiç hissederken, çırak bile olamayanların "ben, ben." megalomanlıkları sanatın ciddiyeti anlamında komik olmakla birlikte, şiir yolunun gerçeği adına da kendileri için ders alınacak acı bir yüzleşme olmalıdır diye düşünüyorum. Ayrıca, toplumun sanatçı onurunu verdiği ve vermek istediği kişilerin yazdıklarıyla yaşadıklarının örtüştüğü bir etik duruşu olmalıdır.
*Şiire nasıl başladınız peki ve neden şiir? Ayrıca, ilk şiirleriniz nerede ve ne zaman yayınlandı?
-Yazdıklarım pek şiir değilse de, şiire ortaokul, lise yıllarımda başladım. Fakat daha bilinçli ve ciddi olarak şiir yazmam ise üniversite yıllarımda oldu. Üniversite de Türk Dili ve Edebiyat öğretmenim şair Adnan Yücel, yazdığım bazı şiirleri ve şiirlerimde kullandığım imgeleri beğenerek, şiir yazmayı sürdürmemi istedi. Neden şiir konusuna gelince. Bugün de, serbest nazım şiirinin Garip Akımı kurucularından olan Orhan Veli’nin: "Sevdiğim insanlara kızabilirdim/Eğer sevmek bana mahzun durmayı öğretmeseydi" dizeleriyle de "neden." sorunuza açıklık getirebilirim. Ki beni inciten, kızdıran, öfkelendiren, hastalık, ölüm ve çaresizlik gibi düştüğüm ya da düştüğümü sandığım boşluk, sessizliğe gömüldüğüm anlarda şiir yazmaya başladım da diyebilirim. Zaman içerisinde dili tanıdıkça, sözcüklerin gücünü öğrendikçe duygularımı ifade eden imgelerle dolu bir yolculuğa çıktım ve bu yolculuğu sürdürmekteyim. Başlangıçta arkadaş çevremle paylaşmaktaydım şiirlerimi. Gerek sanal ortamda, gerekse basın yayın organlarında şiirlerimi paylaşmakta bile isteye geç kaldım. İlk şiirim 2007 yılında Söylem Kültür ve Sanat Dergisi’nde yayınlandı. Şiirlerimin okurlarla buluşması ise Söylem Kültür Sanat ve Dergisi ile Özgün Yayıncılık’ın kurucusu Mehmet Çetinkaya’nın önermesi ve kadim dostum Zekiye Çağımlar’ın "İçimdeki Çığlık Dışımdaki Sessizlik" isimli ilk şiir kitabımın yayınlanmasına yüreklendirmesiyledir. Buradan bir kez daha varlıklarına ve dostluklarına teşekkür ediyorum.
* Şiirin kendi içinde çok yönlülük ve varsıllığından kaynaklanan konumu nedeniyle bir tanımı olmasa da, bu varsıllığı içerisinde payınıza düşen şiir vurgusu nedir? Bir tümceyle yanıtlayabilir misiniz?
-Şiir; duygu ve düşüncenin az sözle çok şey ifade ederek kendime özgü bir biçimde sanatlı anlatılmasıdır. İnsana dünyada yalnız olmadığını duyumsatan bir edebiyat türüdür ayrıca.
*Şiir nasıl olmalıdır sizce; nitelikleri nelerdir?
-Şiir, kendine özgü bir biçimde dili iyi ve özellikli kullanarak yaşanılanı ve duyumsananları hiç kimsenin anlatamayacağı biçimde, okuyanlarda duygu ve heyecan uyandırarak şiirsel ve özgür bir biçimde anlatmalıdır. B.R.Eyüboğlu’ndan "Canımın çekirdeğinde diken/Göz bebeğimde sitem var"; Hasan Hüseyin Korkmazgil’den "İncecikti/ gül dalıydı/dokunsam kırılacaktı/ dokunmadım kurudu" gibi dizeleri bu konuda örnekleyebilirim.
*Şiir dışında öykü, deneme vb. türden sanatsal çalışmalarınız var mıdır?
-Açıkçası şiir değildi yazın başlangıcım. Öykü çalışmalarım vardı. İçimde dolananların canımı acıtan çığlıklara dönüştüğü anlarda bir öfkeyle yırtılıp atılan denemelerimden sonra devamını getirmedim öykü yazmanın. Ayrıca, Lisans eğitimim sırasında seçmeli ders olarak Ç.Ü. Güzel Sanatlar Bölümü’nden folklor derslerini aldım. Birkaç yörede derleme çalışmasına da katıldım; edebiyatımıza ve geleceğimize bırakılan kitaplara katkıda bulunma sevinci yaşadım. Çukurova yöresi ve doğum yerimle ilgili çalışma düşüncelerim de var.
*Böyle bir folklorik eğilimle birlikte halk şiirinin içeriksel tadı görülüyor şiirinizde.
-Evet, folklorik bir eğilim görülmekte. Halk söyleyişinin zenginliği, arı ve duruluğunu görmem ve sevmem şiirlerime yansımıştır. Bunların yanı sıra eski ve bazıları öz türkçe olan sözcüklerle, yeni sözcük ayrımı yapmasam da şiirlerimde genel bir eğilim olarak yeni sözcükler kullanmaya gayret ediyorum. Kullandığım dil her kesimden herkesin anlayabileceği dildir. Yani, halk dili, sokak dili, yerel ve yöresel anlamda geçerli olan bir dildir. Şiirdeki eski/yeni sözcük anlamında değerlendirecek olursak; bazen bir sözcüğü kaldırıp yerine diğerini koyduğunuz zaman şiir ve dize oturmuyor. Örneğin "imkânsız" yerine "olanaksız" sözcüğünü koyduğunuzda söz diziminden kaynaklanan bir şiirsellik ve erişilen anlam derinliği ortadan kalkabiliyor. Aynı şey olanaksız yerine imkânszılığı koyduğunuzda da karşınıza çıkıyor. Bazen öyle oluyor ki bir anlam içinde birden çok sözcük varken de bunlardan biri daha iyi ifade edebiliyor. Ve bu sözcüklerden birini kullanmak gerekiyor. "Eski dostum" diye ifade ettiğim bir tümceyi "kadim dostum" olarak şiirde kullandığımda aynı ifadeyi ve derinliği vermiyor. Eski diye nitelendirilen ve bir kısmı yöresel ve folklorik olarak da hâlâ kullanılan sözcüklerin çoğunu bugün anlamayacak kimse yoktur diye düşünüyorum. Eski diye ve/veya çoğu sözcükleri anlamıyorlar diye kullanmamak sözcüklerin erken ölümüne de yol açabiliyor. Yazdıklarım vurguladıklarım anlamında nasıl şiir olarak doğuyor ve bütünleniyorsa bunu yapıyorum sadece. Bir de şunu söylemek isterim. Şiir kendi gelişi içinde o sözcüğün anlamını okuyucuya buldurur.
*Folklor yanında buna şunu da ekleyebilirim. Yeni sözcükleri tercih edeceğiz elbette de, şiirin tekniğine özgü ’kaçınılmaz durumlarda da’, şiirde eski sözcükler de olabilir. Önemli olan, şiirdeki iç müziğin ritm ve ahengine, hatta şiirselliğin anlamlı bir ivmeyle yönelttiği imgesel görselliğe ulaşması açısından, folklorik olgunun şiirin iç yapısına uymasıdır. Ağırlıklı olarak kabul gören de budur. Söz dizimi denen olgu da bunun için vardır. Bir duvardan, yerine benzeri konulmayacak tek tuğlanın kaldırılması gibi, şiirden, dizeden bir tek sözcüğün kaldırılmasının olanaksızlığı boşuna vurgulanmamıştır. Bu konuda, Türk şiirindeki önemli şairlerin ortaya koyduğu sayısız şiirler vardır. Ve de, size ait olan:" "tarazlanmış acılarla büyütür ıstırabını", "Yüreğim ayın fısıltısıyla pür-i hal" ve "bütün aşklar ve bütün aşklara ağlayanlar/aslında kendi firakına ağlar"(s.10) örneği dizelerle kendi şiirselliğinde örtüşen eski ve öz Türkçe sözcüklerle kurulan imgesel dizeler olarak benim hoşuma gider. Bu bağlamda şunu da sorarak eklemek isterim: Şiirle folklorun uyumu konusunda ne düşünüyorsunuz peki?
-Yöresel etkili olarak, geçmişi geleceğe taşıyan olması nedeniyle benim için önemlidir. Bu tür şiirleri seviyorum da. Bazı şairler şiirlerinin özünü halk kültürüne dayandırır. Yaşadığı toplumun geleneksel yapısını yansıtır. Örneğin Ahmet Arif’in şiirlerinde yöre dili ve geleneği yansır. Atilla İlhan, Can Yücel ve Sunay Akın gibi şairlerde okurlarına batıdan, sokak dilinden, halk söyleminden oluşturduğu kentsel havayı farklılıkla solutur şiirlerinde. Asla bir kıyas olmamakla birlikte, benim şiirlerimde ise, ataerkil aile bağları köyde olan ama şehirde doğup büyümüş biri olarak, kökümden kaynaklanan halk söyleşisini de kullanırım duygularımı ifade ederken; ya da şehirli yanımın imgeler yüklü dilini de. Kısacası şiirlerimin bir yöresel yanı da var.
*Tabii bu folklor, eski sözcükler vb. derken, "Anadolu kızlarının çeyiz sandığının naftalinli dibinden" izler yansıtan, "kanaviçede gül sarmalı" dizeler ve "tevek", bağ evi" gibi sözcüklerle rengarenk süslenen şiirinizin nostaljik ve otantik yanı da aklıma geliyor. Gelirken de. "Gelişlerine gülüşler serilenlere/tinsel bir törendir/gidişlerinin ardından/sicim sicim dökülen sular" gibi dizelerdeki folklorun benzetmeli sağlam bir yanı olan geleneği şiirleştirmeye yönelmenizi ilginç buluyorum.
-Şiirde dil olduğu gibi kavramlarda yaşayandır. İçinde doğduğum kültürün yaşam tarzını, gelenek ve göreneğini yansıtırım. Kendimden öteyi anlatmak yerine "neysem, şiirim odur" diyebilirim. O zaman da şiirimde köyümün ve şehrimin dili, geleneğimin yansıması yer alır. Genç kızlığımda çeyiz yapılır, etaminler/kanaviçeler işlenirdi ve ben "Kanaviçede Gül Sarması" isimli şiirimde bundan yola çıkarak bir genç kızın umudunun/umutsuzluğunun çeyiz sandığı ile buluşmasını anlattım.
* "Kudretini kızıldan alan mor"un da, "Gün doğumundan devşirilen renkler."le ortak olduğu "Çiçekli, güllü rengarenklikteki bahar hali." de renksel anlamda görselleşiyor. Bu açıdan pastorallığa da bir gönderme var. -
Şiirlerimde yaşam kavramlarla yer aldığı gibi doğa da yer alır. Ve bunu en iyi ifade eden renktir. Duygularım renklerle beslenir, imgelerim renklerle zenginleşir. İşte bu yüzden her rengin ayrı bir yansıması vardır şiirimde. Duygularımın rengini yansıtır. Hayata umutla, aşkla bakan biriyim. Ve bunu da şiirlerime yansıtmaya çalıştım.
* Şarkılar ve müzik. "Köz sessizliğinde deliren dilin", "Yerle gök arasında şarkılar sevenliğine" rağmen "bağıra çağıra içine suskun çığlığındaki faslı hüzzamdan Acem-Aşirana" uzanan makamlarla gezindiği ezgilerin tınısında "taş plaklardaki makber"li yerli klâsikle, "Vivaldi’nin dört mevsiminden, Rodrigo’nun gitar konçertosu"na uzanan klasik batı müziği kaynaklı örtüşmeler var. Müzik de bir başat izlek olmalı sizde?
-Renkler müzikle ahenk kazanır. Bu bazen "Vivaldi’nin dört mevsimidir" ve ömrümün dönemlerinde ses bulur. Bazen "Rodrigo’nun Gitar konçertosudur" umutsuzluğuma destek olur; bazen de 9/8’lik bir ölçüdür ki keyfimin en oynak halini dile getirir.
*Türk sanat müziğinde de yoğunlukla görülen dokuz sekizli aksak usul anımsatmasından sonra imge konusuna değinmek isterim. Folklor ve sözcükler ile müzikal olguların şiirsel yönden eklemlendiği diğer bir nokta ise kuşkusuz imgelerdir. "Tarazlanmış acılar", "eprimiş ruhlar", "dilsiz korkular", "ihbar eden gözler" örneklerinin yanı sıra söyleşimizde de bolca görülen, daha geniş açılımıyla dizelere yağan "gözbebeğe dizilen el bombalı bulutlarla", "üşüyüp ürperen kara kehanet yüklü söylenceler" şiir/imge işleviyle dizelerinizle örtüşerek yer bulan bir sanatsallık. Fakat, ben en çok Adanalılık öznesiyle "hayatımın külhanbeyi yalnızlık" dizesini sevdim.
-Hayata karşı yalnızlık hissettiğim anlarım çokçadır ama buna rağmen her ne kadar yalnız hissetsem de, hayata karşı külhani bir duruşum vardır. Bu da zayıf yanımın kamuflajıdır belki. Ve imge kullanımım günümüz şairleri kadar yoğunlukta olmasa da, imgelerimi şiirimin içine az/öz şekilde serpiştirmeyi yeğliyorum, ya da seviyorum diyebilirim. Çünkü, şiir benim hayata karşı duruşumsa, imge içine boğarak duruşumdaki netliğimi kaybetmek istemiyorum. İmge, sanatlı söylemin yansıttığı iç dinginlik yanında size özgü şiir diliyle anlamı da derinleştirerek görüntületiyor. Şiiri yazan yönünden de dil açıklığını dışlayan bir gizemli şiirsellik kazandırıyor. İmge giydirip söylemek duygusal rahatlık veriyor. Bir de imge şiire yakışıyor.
*Şiir yolunda yararlandığınız, etkilendiğiniz şairler oldu mu?
-Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Behçet Necatigil, Cemal Süreya gibi şairlerimizden dil olarak etkilenmemek mümkün mü? Çukurova çocuğu olarak Dadaloğlu, Karacaoğlan’dan; Anadolu bireyi olarak Mevlana, Yunus Emre’den; dünya insanı olarak Hayyam’dan, Aragon’dan, Rainer Marie Rilke’den etkilendim diyebilirim. İnsan okudukça zenginleşir. Bir elim şiir yazarken diğer elim şiir kitaplarını tutar ki, yazan elim kitap okuyan elimden beslensin.
*"Kırılgan Bakışları" izleyecek yeni şiir kitaplarınız olacak mı?
-Elim kalem tuttuğundan bu yana duygum şiir olup kağıda döküldü. Bugün de bu durum aynı şekilde geçerli. Sanıyorum yarın da aynı olacak. Kağıt, kalem ve şiir Demet Duyuler Doğan’ın vazgeçilmez dostlarıdır. "İçimdeki Çığlık Dışımdaki Sessizlik" ve "Kırılgan Bakışlar"da olduğu gibi bana yaşamın hissettirdiği ve dizelere dökülmüş şiirlerin oluşturduğu kitaplar yaşamım boyunca sürecektir. Aramızda kalsın ama bir şiir kitabı dosyam hazırda beklemekte.
*Size şiir yolunda başarılar dilerken; zaman ve emek verdiğiniz bu güzel söyleşi için de teşekkür ederim. Ayrıca Sevgili Muhteşem Yıldırım’a da fotoğraflar için teşekkür ediyorum.
- Bu içten ve derinlikli söyleşi ve incelemenizden dolayı asıl ben teşekkür ederim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.