- 1052 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
MEVLANA ve KIZI Bölüm II
Şems ve sevgili babam Mevlana hazretleri için dedikodular devam ediyordu. O ilk karşılaştıkları dönemde Şems ve Mevlana günlerce, haftalarca ibadete sohbete devam etmişler ikiz ruhlar birbirlerinin varlığını tamamlamışlardı. Babamın ruhu, bu doğu rüzgârının alevinde tam bir pişkinliğe uğrayacak ve o yeni kendini bulacaktı. Odadan çıktıkları o günü hatırlıyorum Kerra ile ben mutfaktaydık. Babam mutfak kapısında belirdiğinde ikimiz de heyecanla yüzüne bakıyorduk. Üzerindeki kaftanı birkaç beden büyük gelmişti, gözaltları mor halkalarla çevrilmesine rağmen bakışlarında inanılmaz bir ışık mutluluk vardı, gülümsedi. Sorgulayan bakışlarla bize baktı. Kerra “Böyle mutluysan ben de mutluyum” dedi. O ise “Benim de kalbim senin mutluluğunla dolu .” diyerek cevap verdi.
Arkasından Tebrizli Şems mutfağa doğru geldi ve o an ilk karşılaştık, babam O’nu bize Ruhumun sırdaşı diyerek takdim etti. O anı ömrümce unutmayacaktım. Gözleri gözlerime bir an değdiğinde iç dünyamda dokunulmadık bir yerim kalmamıştı. O bir saniyelik fırtına ardından ruhumu bir dinginlik ve huzur kaplamıştı. Babamın sesi ile kendime geldim kırılgan bir çocuk bakışları ile bakıyordu: ”O’na varlığımın en değerli parçası gibi davranmalısınız.” dedi.
Günler geçiyor dedikodular gittikçe çirkinleşiyordu Bir gün Sultan Veled’e, Şems’in: “dedikodular umurumda değil, ancak varlığım şehrin içinde bir huzursuzluğa sebep olursa o zaman gitmek zorunda kalabilirim” dediğini duydum. İçimi aniden derin bir hüzün kapladı, elimi göğsüme koydum yüreğimin sesini dinledim “Gitmeni istemiyorum” diye Şems’e sesleniyordu…
Babamın Ekber adlı öğrencisi ile, babamın çok sevdiği Dost’u Sadettin Konevi hazretlerinin evinde karşılaşmam beni büsbütün üzdü. Aslında beni üzen babama çok bağlı bu öğrencisinin buraya geliş sebebi idi. Babama dair kuşkuları vardı ve tavsiyeye ihtiyacı vardı.
Sadettin Hoca derin bir iç çekip “Dünya siyah ve beyazdan ibaret değildir grinin bile tonları vardır, daha pek çok farklı rengin varlığını tespit edemedin mi? Kabul edilmez bir şey yoktur anlamaya çalıştığında anlayamıyorsan kabullenmeyi dene, kabullenmek sınavı geçmektir. Acını da kabullen. Mevlana boyutu olmayan bir dünyaya girdi ve Allah izin verirse onu izleyenlerde o yola girecekler. Öğrenmenin türlü biçimi vardır bazen öğrenmemekte bir öğrenmektir. Acılarının seni zehirlemesine izin verme"
diyerek sözlerini tamamladığında Ekber’in :“Ama çok susadım.” dediğini duydum. O zaman Konevi hazretleri O’na, “Susuzluğunun seni Allah’a götürecek nimetin ta kendisi olduğunu hiç mi düşünmedin; susuzluğunu gidermek ne benim, ne Mevlana’nın, ne de Şems’in işidir. Bedeli vardır ödetir bu da her şeydir. Unutma ve sabır! Şimdi git Mevlana’ya karşı sevgini koru” diyerek sözlerini tamamladı. Çıkarken Ekber “Acıların beni zehirlemesine izin vermeyeceğim.”diye kendi kendine seslenerek gözyaşları ile önümden geçti.
………………
Bir sabah uyandığımızda O yoktu. Benim sevgili babam, Dost’um, Mevlana’mın gözlerinin ışığı sönmüştü. Evimiz bir mezar sessizliğine bürünmüş, sanki nefes almaktan çekinir bir haldeydi. Şems giderse Mevlana bize kalır yine onun sohbetlerini dinler feyz alırız diyenlere yüreğimin çığlıkları cevaptı sanki.”Hiç de öyle değil, Mevlana acı içinde, bir daha o medreseye dönmeyecek size ders vermeyecek. Hiç anlamadınız O’nu, acısını da hiç göremediniz.”
Sevgili babam üzgündü her akşam onun bana “Bu gün neler yaptın? Demesine öyle alışkındım ki. Bütün günümü dolduran irili ufaklı, ederli etmezli her şeyi ona anlatırdım o ise sabır ve tebessümle dinler, mutlaka kıssadan hisse bir hikaye anlatarak bana yol çizerdi.Onun anlattığı hikayelerde; bazen kendimi tarifsiz acılarla yatağına saplanmış bir prenses, bazen kendini bulmak için evinden ayrılıp ormanda kaybolan bir oduncunun kızı, bazen de içinde bulunduğu saltanattan, şatafattan tiksinip kaçan çöllere sürülen bir kral kızı olurdum..Artık hikayeleri yoktu ve ben çok üzgündüm.Üzüntüm hem Şems’in gitmesine, hem de babamın üzülmesine idi ve bu acıya dayanmak çok zordu. Artık babamın üzgün kızıydım.
Hayat bir vakit sonraya ertelenmiş gibiydi. Gidişinin ardından bir sonbahar, bir de kış geçmişti. Sanki tabiat da bu gidişin ardından hüzünle yeşilini çıkarıp beyaz örtünün altında kendini derin bir uykunun kollarına bırakmıştı. Bir sabah penceremde dönüp ısrarla öten bir kuşun sesi ile uyandım. Birden güzel bir his, bir aydınlık tüm hücrelerime yayıldı.”Şems hazırlanıyor, geri gelecekti.” bütün gün kalbim pır pır atıp bir muştu bekledi. Akşama doğru haber geldi. Şems, Şam’da idi. Mevlana hemen ona bir mektup yazdı ve ardından Şems’ten bir mektup geldi.”Güneş ışığı bulutların ardında kalabilir ama güneş yine dünyayı aydınlatmaya devam eder, gül göze görülmeyebilir ama rüzgâr onun kokusunu taşır, kalp ne hissederse hissetsin ama ruhların iletişiminin kesilmeyeceğini bilmiyor musun sen.”
Üç ayı aşkın bir zaman geçmişti. Sultan Veled, Şemsi almak için Şam’a gideli. Mevlana’nın üzüntüsüne şahit olanlar söz vermişlerdi kendi kendilerine, bir daha Şemsi sorgulamayacak Mevlana’yı üzmeyeceklerdi.
Şemsi her düşündüğümde gözümün önüne bir büyük kapı hayali gelirdi. Bu hisle o kapıdan geçeceğimi düşündüğüm her an, mutluluk ve minnet hissi ile dolardı kalbim. O kapının ardında olanın ne olduğunu bilmezdim ama inanılmaz bir şekilde o kapının ardındakini özler O her neyse, O’na karşı susuzluk çeker, kavuşacağımı hissettikçe müthiş bir mutluluk ve bekledikçe dayanılmaz bir acı hissederdim. Bir nimet vardı beklediğim, ama neydi. Acaba kavuşamama sebebim şükürde gevşek davranmam mı, diye bir gün kendi kendime kalbimi yokladığımda; Sevgili babam Mevlana’nın sesi ile kendime geldim “Hayır, yeterince şükretmiyorsun”
….
Bir gün odama Kerra geldi. Babam Mevlana’nın eğer kabul edersem Şems’le evlenmemi istediğini bildirdi. İlk anda büyük bir korku hissettim. Kendimden şüphe duydum. Böylesine güçlü bir adamın karısı olmak! Paniğimi fark eden Kerra sıcacık gülümsedi; “Hemen karar vermene gerek yok dinlen, biraz düşün Hatta düşünmene de gerek yok, doğru zaman geldiğinde, ne olması gerektiğini zaten kendin bileceksin.”dedi. Ardından geçen zaman diliminde göğsümün üzerine ılık ılık bir sükûnet yağdı, bir mutluluk hissinin içine girmiştim. Çocukluğumda kendimi kaybettiğim ama içinden çıkmak istemediğim o anlar gibiydi Şems ve beni düşündüğüm o anlar. Kalbim bilmişti ve bana bildirmişti “Evleneceğim” cevabımı Kerra’ya bildirdim. Bu alevli rüzgâr beni nerelere sürükleyecekti. Artık emindim ben önceden yazılmış bir şeyi izliyordum, sanki kendi kitabımı okuyordum.
Ve evlendim. Evlendiğim adam bazen öfkeli bir kasırga bazen yumuşak bir meltemdi tanıdığım kadarıyla. Bu gün ben bu adamla alevlerin içine girdim ve dondurucu kar kadar soğuk olduklarını gördüm. İçim titredi üşüdüm dudağımı ısırmışım dudağımdan mendile bulaşan kanı gördüğümde anladım. Şems bana Tebriz güllerinin sarı olduğunu, ortasındaki kırmızı tonun güllerin kalplerinin kanadığını gösterdiğini anlatmıştı. Peki, Konya’daki güller diye sorduğumda Konya’daki güllerin kalplerinin kanamadığını ama vaktinin gelmesinin yakın olduğunu onlarında kanayacağını söylemişti. Şimdi artık güllerin ağlama vakti gelmişti. Yine içime kocaman ferah bir şükür duygusu dolmuştu, yüreği kanayan güller artık Konya’da da bitecekti. Neye şükrettiğimi bile tam bilmeden minnetle şükrettim. Şükran da bir nimet diye düşündüm. Şems’le Mevlana’nın avlusu içinde yer alan evimize geçtik. Bana odamı gösterdi;”Yoruldun çok, huzurla uyu iyice dinlen.”diyerek odamı gösterdi. Yatağımın üzerinde bir sarı gül kalbi kanayan… Tıpkı ben. Huzurla uyu demişti ya Şems, derin bir uykunun içine düşmüştüm ki, bir ses duydum gecenin içinden “Daima Seninleyim.” Kimin sesi o an bilemedim.
YARIN: BEN KİMİM son bölüm
Perihan TUNÇOK KILIÇ
ESMİZE 30.5.2011 İZMİR
YORUMLAR
Esmize - Perihan Kılıç
Esmize - Perihan Kılıç
Sevgili Hocam, yazınızın her iki bölümünde ki disiplin ve güzeliğe hayran kaldığımı söylemeliyim...Her şey o denli güzel işlenmişki...Benim derdime çaremi, bunu bilmiyorum...
Ben yıllardan buyana Şems diye birinin yaşadığına asla inanmadım. Ben bu inancıma iten nedenlerde az değildi. İlk şüphem Şems ismiyle başlamıştı. Kaynaklarda birliktlik olmasada Şems'e bir yedek isimde bulunmuştu ama, bu beni tatmin etmeye yetmedi. Doğumu, yaşantısı, aldığı eğitim, ölümü, hepsi muammadır ve kaynak eserler arasında asla aynilik bulamazsınız. Bu aslında tasavvuf edebiyatımızın mel'un dertlerinden biridir. Çok rivayet üretildiğinden, gerçekler, hikayeler, rivayetler, hepsi birbirine bulanmış ve ulanmış olarak sür-git devameder. Bunların içinden tam gerçeği çıkarıp bulmak çokta kolay bir iş değildir.
Kanım, Mevlana çağında kendisini anlayabilecek gerçek bir muhatap bulamadığından Şems'i bizzat kendi yarattı. Onu bir ayna yapıp, onunla söyleşti. Biz Şems gerçeğinde Mevlana'nın aslında içsesini dinlemiş oluyoruz. Zaten diğer cemiyete dair söyleyeceklerini onlarca eserinde kolaylıkla dile getirmiştir. Şemsle olan diyalogu çok özel olduğu için onu bir zarfla-mazrufla sunması gerekiyordu. Zarf olarak Şems'i kullandı. Hikayesi Tasavvuf Edebiyatı örneklerinde çokca görüldüğü gibi sonradan inşa edildi...
Tabi ki bu bana ait bir inanç ve tasarruf. Bu Şems'in ve Mevlana'nın aşkına halel getirir mi ? Hayır...Belki gizemlerine bir gizem daha eklenmiş olur, okadar...
Birde haddim olmayarak şöyle bir soru sorsam; Siz Hz.Ömer, Hz Ebubekir,Hz.Ali ve Hz.Osmanla ilgili hiç keramet duydunuz mu? Varsa bilmek istiyorum. Ama, çok yakın tarihte yaşamış evliyalarımızın bile onlarca kerameti anlatılır. Size normal geliyormu?
Yürekten kutladım...Başarı,selam,saygı...
hyazici58 tarafından 5/31/2011 12:21:15 AM zamanında düzenlenmiştir.
ANI
hyazici58
Esmize - Perihan Kılıç
Esmize - Perihan Kılıç
hyazici58
Tasavvufi hayat daha çok menkıbelerden beslendiği için, gerçek bir kaynak olarak kullanmakta sanırım ilim erbabı zorlanmaktadır. Bu çok geniş bir alandırda. Bunu özetlemek için şu söz sanırım yerinde olacak;"Şeyh uçmaz, müridi uçurur..."Dolayısıyla bu menkıbeler, hep uçurmaya yönelik menkıbelerdir. Dikkat edersek, Mevlana dönemine ait bilgilerin çoğu Mevlana'nın ölümünden sonra oluşturulmuş bilgilerdir. Bu bilgi kanalaını açanda bizzat Mevlana'nın kendi oğludur öncelikle. O olmasaydı, belki biz Şems diye birini duymayacaktık bile. Bu duymayacağımız zat, sonradan Mevlana'nın varlık mihveri olmuş, nerdeyse Mevlana'yı gölgeler hale gelmiştir...Bu bakışın, sizin söylediklerinizi de dikkate alarak çok doğru olmadığını düşünüyorum. İnsanlar esrarlı şeyleri severler, yani gizemi. Tasavvufta gizemliliğe uygun bir haldir sonuç itibariyle, bu gizem sonuçta Şems diye birini doğurmuştur. Olmasaydı eğer, ya Mevlana'ya kendikendisiyle konuşan deli ! diyecektiler, ya da bir Şems olacaktı. Kazanan Şems oldu...
Yalan söylemeyi sevmem,yazınızı birinci bölümden itibaren okumam gerek;yorum yazmam için.
Saygılarımla efendim.