- 581 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir İstanbul Masalı'm 2
Baharın buraları terk ettiği, kalabalık şehrin sokaklarının, yollarının arabalardan başka tek tük insan tarafından işgal edildiği günlerden biri idi. Beton şehrin kiremit damlarına nezaret eden bir tepe üstüne kurulu apartmanın balkonu olanca terk edilmişliğiyle, son yapılan barbekü partisinden kalan ve bir kenara yığılan çöp kalıntılarında iki kuşa ev sahipliği yapıyordu. İki küçük dost, göç edememiş, yollarını kaybetmiş, her tarafı birbirine benzeyen bu kocaman şehrin beton mezarlığında sığınacakları burayı buldukları için mutlulardı. Acıktıkları zaman uzaklara kaybolmadan bir şeyler bulmaya çalışıyor ve bulduklarını pay ediyorlardı. Övünerek kardeş payı diyorlardı. Akşam karanlığına yakın tekrar yerlerini alıyorlar ve yol hikâyelerinden bahsediyorlardı.
O gün çok soğuktu diğerlerinden faklı olarak. Erkenden geçtiler pek de sıcak olmayan yerlerine, soğuktan korumak için küçük bedenlerini. Bir tanesi geldiği yerden, ailesinden söz açmıştı. ’Benim geldiğim yerde her tarafta ağaçlar vardı, güneş sarı renkte ufukta selamı verdi mi insanlar evlerinden çıkar işlerini yapmaya koyulurlardı. Burada güneşi hiç selam verirken görmedim günlerdir. Hep yüzü tozlu, gülümsemesi eksik halde yorgun ve batmayı bekleyen bir eda ile doğuyor. Bir de yemyeşil dağların ardından değil, beton kulelerin arasından çıkıyor. Acaba orda güneşe bir şey mi yapıyorlar? Mutsuz edecek ne var orda çok merak ediyorum. Ama cesaret edemedim gidip kurtarmaya. Beraber gidelim mi? Belki oradaki canavarları alt ederiz, hem insanlara bir hediyemiz olur, ha? Bizi bilmezler, anlamazlar ama o zaman gökyüzüne bakmaya başlayınca fark ederler. Sonra bakarsın çocuklar da çıkar dışarı. İnsan yavrularının sesini duyarız uzun zaman sonra. Ben çok özledim. Geldiğim yerde çok duyardım, ağacımın üstünden onlara bakar eğlenirdim. Annemin bana olan sevgisini onların annelerinde de öyle idi. Gerçi bazen kızdırırlardı annelerini ama bir kere hasta olunca birisi nasıl üstüne titrerdi evladının. Burada onları niye göremiyorum dersin. Her sabah karşı binanın önüne kocaman bir araba gelip iki tane çocuğu alıyor, içinde başka çocuklar da var. Akşama kadar dönmüyorlar sonra. Onları nereye götürüyorlar? Bence o kulelerin arkasında büyük bir savaş var. Ve güneşi orda bu hale getiriyorlar. Bu çocuklar onlar için mi her gün bir yere toplanıyorlar acaba? Evet, şimdi anladım. Büyüyene kadar güneşi nasıl döveceklerini öğreniyorlar. Ağaçların yerine bu taşları dikmeyi, yerlere ellerindeki her şeyi atmayı öğretiyorlar. Tahmin etmeliydim. Çocuklar o arabanın içinde asık suratla oturuyorlardı. Belli ki gitmek istemiyordu hiçbiri, her nereye gidiyorlarsa zorla götürülüyorlardı. İyi de, ne yapmalıyız şimdi? Onları kurtarmalıyız. Bana yardım et. Kardeş payı yapalım bu kavgayı. O çocukları kurtaralım?’dedi. Arkadaşına döndü sonra umutsuz görüntüsünden korktu. Yapılacak bir şey yok muydu gerçekten?
Sakince, derin bir merhamet ve acıma duygusuyla konuşmaya başladı diğeri: annesinin atalarından duyageldiği şeyleri anlattı. Güç uğruna yapılan savaşları anlattı ve sonunda okyanus kadar büyük alanlardaki cesetleri, kalabalıklar arasında bir ipe asılarak öldürülen insanları anlattı, anlattı, anlattı... Arkadaşı uyumuştu, kesti sonra. Kanatlarını arkadaşının üstüne gerdi, nefesini ninni diye dinleyerek uyumaya başladı.
Uyudular ikisi de, bir daha rahatsız edilmemek, aç kalmamak, üşümemek ve en güzeli güneşin solgun yüzündeki üzüntüyü görmemek üzere. Aylar sonra evin hanımı temizlik için balkona geldiğinde birbirlerine sarılmış iki tane minik cesetle karşılaşacaktı.17.01.2011[a.v.a]
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.