- 944 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Çocuktum..
Çocuktum. Düştüm. Ağladım. Daha günahlarla kirlenmemişti ruhum. Çıplak utangaçlıklara şahit değildim. Muzdarip değildi bedenim yaşamaktan. Kendimdeydim kendimin gözlerinden hayata bakıp güzellikleri gözlerimin rengine zerk ederek.
Çocuktum. Bazen ağlamaklı bakardım cihana. Elimde siyah beyaz bir televizyona ait kırılmış bir parçayla dolaşırdım. Herkes benim sanırdı ben kendimi kendimle taşır zannederdim. Sonra birden yağmur yağardı ve gökkuşağı renklerini görkemli kanatlarıyla savururdu. Kapı açılırdı bilmediğim bir yerden babam gelirdi, annem bu kirli dünyaya bir kardeş bahşederdi.
Çocuktum. Çocukluğa vakit bulmuşken öyle zannederdim. Hep öyle gideceğini. Beyaz atım yoktu belki ama kabukları soyulmuş odundan beyaz tahta atım mevcuttu. Sonra ben yazı yazardım üzerine. Daha okumayı bilmeyen bir çocuğun ağzından bilinmeyen bir dille. Yazı yazardım annem gelirdi aklıma. Yazı yazardım babamın niçin her zaman dışarıda kalmak zorunda olduğunu hatırlardım. Çocuktum.
Yarını düşlerdim cizlavet lastik ayakkabılarımla. Ellerim üşürdü karda. Dışarıda fırtına vardı ve ben okurdum binbir açlığın hevesini kursağında bırakarak cehennemin. Ateşinde yanardım sonra. Bilirdim beni yakacağını da bir şey diyemez olurdu dilim. Boyun bükmek kalırdı zamana. Çocuktum. Ağlardım.
Çocuktum. Düş’tüm. Düşlerime dalmadan önce bilmediğim bir kente yolculuğa başlardım. Mavi bisikletim olsun isterdim. Ama olmazdı. Dükkancı vermezdi bana dükkanındaki mavi bisikleti. Çocuktum. Param yoktu. Mavi bir bisikletin parayla alınacağını bilmezdim. Ağlardım. Babam elini uzatırdı ben ağlardım.
Sonra düşlerimden düşerdim. Düşümün renkleri çalınırdı evime giren amansız bir hırsızla. Sordum da söylediler. Ayvaz dediler. Ayvaz. Köroğlu’na çalım atan küheylanı söylediler.
Çocuktum. Namaza dururdu beli bükülmüş ninem. Elinden tespihi eksik olmazdı ve yanında benden başka bir şey taşımazdı.
Çocuktum. Düştüm. Ağladım.
Ziver bey parkına giden yola koyulurdum. Dilim damağıma yapışırdı. Terlerdim. Elimde nice medeniyetlerden kalma oyalı bir mendil. Terimi silerdim gözyaşlarımı katarak. Kaybolurdum düşümde. Düşümde düş görürdüm gerçek zannederdim. Çocuktum. Çocuklara hayret ederek büyük bir adam gibi olurdum.
Ne zaman düş kursam içinde boğulurdum. Çocuktum. Aşık olurdum. Aşka yelken açıp denizlerde dolaşırdım. Eyvah demeye korkardım. Mutluydum. Ağzım yanmamıştı daha sütten. Dilimde kabarcıklar oluşmamıştı. Kandırılmamıştım, kandırmamıştım daha kimseyi. Çocuktum. Ağlardım düştüğüm çamur çukurunun içinde.
Sonra tanışmak isterdim. Ama çok geç kaldığımı fark ederdim yada onun erken geldiğini düşünürdüm. Düşümde görürdüm. Denizden çıkıp gelirdi cennetten nuruyla. Çocuktum. Bilmiyordum. Kevser kokusunu, fil ordusunu, ebrehe denilen zalimi. Mescidi haramı, kubbeyi hadrayı. Yada şattül arab’ı, marecel bahreyni.
Hallacı öğrenirdim sonra. Aklıma gelirdi. Anlamazdım. Harfleri kimin bulduğuna kafa yorardım ve insanların birbirlerini niçin vurduklarına. Çocuktum. Daha saçlarımda aklar oluşmamıştı, gözlerim iyi görüyordu ve ben demir bakracımda amelelere yemek taşımaktaydım. Cümlelerin sonuna nokta koyulacağından habersizdim ve konuştuğum dilden başka dillerinde var olduğuna.
Çocuktum. Bilmiyordum. Gözlerim yeşil bakıyordu asumana. Kışın kar yağarken bile üşümüyordum. Daha kalbimde siyah noktalara yer ayrılmamıştı. Karakaçanımla odun, tezek toplardım yeşil vadide. İnsanların bile hayvanların altına ineceğini düşünmezdim.
Çocuktum. Kaydım. Düştüm. Yeryüzünün ne kadar acısı varsa hepsi saplanmıştı belime. Kırbaçla ilerleyen bir atın huysuzluğu vardı üstümde. Uzaklardan bir ses duyardım kendimce. Kalkardım yerimden. Daha kirlenmemiştim kalbimden. Her şey pak iken işte çocuktum.
Çocukluğuma ağladım bir adım ötede. Duymadı kimse. Bütün kuytu ve köşelerde. Feryat figan zar eyledi asuman benden. Kimse kurtaramadı onu elimden. Zinhar suçumun cezasıydı ebedi bir yaşamla beni ona mahkum eden. Çocuktum. Mahkumluğumun adresini sormaya cesaret edemiyordum. Kayboluyordum.
Bir yolculuğa çıkıyordum dilimde kadim bir aşkın türküsü. Uyuyordum. Uykumda uykumu sayıklıyordum ve düşüyordum akıbetini kendinden saklayan bir adamın yalanlarıyla. Ellerim buz kesiyordu. Geriye bakıyordum. Her yer pus ve sis içinde, her yer karanlık. Çocuktum. Görünmüyordu. Görülecek ne kadar ışık varsa hepsinin lambaları kırılmıştı bir çocuk tarafından.
Çocuktum. Zifir karanlıklarda yürümeyi daha öğrenmemiştim ve gecenin bir yarısı rahatlamak için mezarlıklarda dolaşmanın. İsimsiz şiirler yazıp kime yazıldığı öğrenilmesin diye noktalama işaretleriyle yolunu bulmanın.
Bilmiyordum. Yağmur yüklü bulutlarla bakarken toprağa niçin toprağın suyu içmediğini bilmiyordum. Ve de tavşanların niçin hep aynı oyuna kurban gittiğini öğrenmemiştim daha. Çocuktum. Hayallerimin masalların içindeki devlerden büyük olacağını ve hiçbir hayali gerçekleştiremeyeceğimi bilmiyordum. öğrenmemiştim daha tek gözle dünyaya bakılamayacağını. Ellerim daha Habil’in kanıyla kirlenmemişti.
Çocuktum. Düştüm. Elim kolum kırıldı ağladım. Keşke her şey böyle olsa diyemedim. Bir iğnenin acısıyla karardı dünyam. Bütün insanların geleceğinin iki dudak arasında asılı olduğuna bakmamıştım daha kitaplardan. Daha okumayı öğrenmemiştim. Çocuktum başka bir dil de konuşuyordum, başka bir dil de rüyalar görüyordum. Gökkuşağında yedi renk olduğunu daha öğrenmemiştim ve rüyasında gökkuşağını yakaladığını gören yaşlı kadının her çıktığında peşinden koşturmasına anlam veremiyordum. Çocuktum.
Aklıma oyunlar gelirdi. Ağlardım oynamadığıma…
Ünal Çagabey
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.