- 1537 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
M.Akif Ersoy ve Şiir
Şiiri : Mehmet Akif’in şiiri anlatıya ve öğüde dayanır. Ama din yönünden ulaştığı başarı, öğüt ve anlatıyı donukluktan kurtarır. Zaman zaman didaktizmin sakıncalarını hafifleten bir mizah ön plana çıkar. Zaman zaman da coşku ve içtenlik gibi öğeler şiiri söylev parçası olmaktan kurtarır. "Sanat sanat içindir" tezine her zaman karşı çıktı. Ona göre şiir, "libas hizmetini, gıda vazifesini görmelidir. Gerçeği her an ve bütün çıplaklığıyla yakalamalıdır." İstanbul halkının konuşma dili kadar Osmanlıcayı da çok iyi bildiği için aruz veznini ustalıkla kullanır. Türkçülük hareketine ve Milli edebiyat akımına karşı çıkar. Kurtuluşu Batılılaşma’da gören Tevfik Fikret ile catışır. İslam Birliği’ni savunurken, İslam dünyasındaki durağanlığı da sert dille eleştirir. Savaş, bunalım ve yokluk yıllarının yoksul insanları Türk edebiyatında gerçek yüzleri ve sorunlarıyla ilk kez onun şiirlerinde ele alınır.
Mehmet Akif, milli marşımızın şairi ve milli mücadelemizin toplumu bilinçlendirme noktasında güçlü savunucusu, renkli bir simasıdır… Renkli bir simasıdır diyorum çünkü gerçekten de çok yönlü ve renkli bir kişiliktir. Ülke içinde savunduğu düşüncelerden dolayı yerine göre softa, yerine göre medeniyet düşmanı, Mısır’da bulunduğu yıllarda giydiği Batı tipi kıyafetlerden dolayı ecnebi gibi sıfatlara maruz kalmış birisidir.
Milli mücadelemizin dayandığı iki ana şiar vardır; hâkimiyeti milliye, yani milli egemenlik ve istiklal-i tam, yani tam bağımsızlık. Bu iki şiar, Milli mücadelemizin "ya İstiklal ya ölüm" parolasıyla ifade edilen sembol hedefini oluşturur. Gerçekten de bu iki ilke olmadan milli mücadele, milli mücadelesiz de Mehmet Akif Ersoy anlaşılamaz. İçinden şehit çıkmayan evin kalmadığı, insanların cephelerde bulunmak yerine sevdikleriyle birlikte olma iştiyakının önlenemez bir hale geldiği, istilacı güçlere karşı direnmek ic;in maddi, manevi tüm dayanakların tükendiği bir ortamda Mehmet Akif’in İstiklal Marşımızdaki seslenişi, bir gök gürültüsü gibi Anadolu semalarında yankı bulmuştur: "Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak."
0, Konya’dan Kastamonu Nasrullah Camiine, oradan Diyarbakır Camii Kebirine, kitlelere milli mücadele ruhunu, bugün de toplumumuzun değişmez ortak paydaları olan değerleri aşılayan gerçek bir mücadele adamı ve milletvekilidir. Mehmet Akif hakkında konuşmak, bugünü konuşmak demektir; 0, kendi sırça köşküne çekilip hayal hanesinde ürettiklerini pazarlayan, topluma ve onun değerlerine değmeden yaşamaya çalışanlardan değildir. 0, sözünün odun olması pahasına hakikat olmasını yeğleyen, Hakkın hatırını her şeyin üstünde tutan gerçek bir sanatkâr, fikir ve mücadele adamıdır. Akif, hayatın her yerindedir; baştan başa hayat safhalarından ibaret olan eserine Safahat adını vermesi, bu bakımdan oldukça anlamlıdır. Doktorların himmetine erişmek için sıra bekleyen zavallı hastalar, bunları sömürmeye çalışan rüşvetçi1er, ekmeklerini pazı güçlerinden çıkaran hamallar, minyatür birer kamuoyu olan mahalle kahveleri, karanlık sokaklar, kimsesiz ihtiyarlar, Seyfi Baba’lar" Köse imam’lar ve elbette Çanakkale şehitlerinin destansı mücadelesi Safahat’ın sayfaları arasından çıkıp fikrimize ve gönlümüze taşınır.
İslam’ı bulundukları zamanın kabına sığdırıp onu donduranlar, modernizmin meydan okumasının farkına bile varamayanlar, Akif’in şefkatli fakat keskin öfkesinin muhatabı olmaktan kurtulamaz. Aynı şekilde, modernleşmeyi batılılaşmakla bir tutanlar, bunun için de oz değerlerimizi rüşvet verenler, Safahat’ta kıyasıya eleştirilir. Miskinlik, tembellik, adamsendecilik, taklitçilik gibi tüm sosyal yaralarımız karşısında Akif’in misyonu şaşkın adamı ayağa kaldıracak bir kalk borusuna ses vermektir. Ancak, ayni Akif, toplumumuza yönelen dış tehditler söz konusu olduğunda, sahip olduğumuz erdemleri öne çıkarır ve on Iarı harekete geçirmeye çalışır. Hak kavramının çift uçlu anlam kökünden yararlanarak istiklalimizi bu esas üzerinde temellendirir. Batıda üretilen ilim ve teknolojiyle bunun sonucunda ortaya çıkan toplumsal örgütlenme biçimi, belirli kayıtlar altında Mehmet Akif için kabul edilebilirliğin ötesinde benimsenmesi zorunlu bir değişim alanıdır. Bununla birlikte, Doğu Islam dünyasının eksik ve kusurlarına bakılarak, göreceli geri kalmışlığına odaklanarak Batının bu coğrafya üzerindeki sömürgeci yaklaşımını haklılaştırma c;abalarını kategorik olarak reddeder; çünkü sömürgeci ve dünyevileştirici boyutuyla batı medeniyeti hak kavramını kuvvetle tanımlayan, güçlü olmayı haklı olmanın gerekçesi sayan bir medeniyettir.
İnsanlığın, en azından çogunlugunun refahını hedeflemeyen ya da bunu gerçekleştirmekten uzak olan bir medeniyet tasavvurunun insani boyutu eksik olduğu âşikârdır..Akif, marifet ve faziletle kanatlanmış, ilim ve hikmeti kaynağına bakmaksızın kendi yitiği olarak kabul eden, fizik olarak canlı ve zinde bir nesil “Asım’ın nesli” bizim çağdaşlaşma serüvenimizin öznesi olmalıdır, düşüncesindedir.
Akif, sömürgecilige bütün varlığıyla düşman, ilerici ve samimi bir sanat adamıdır. Günümüzün iç karartan, yürek burkan, içinden çıkılmaz problemlerin cevabını Akif’te arayanların eli boş dönmeyecektir. Krizler içinde kıvranan toplumumuzun Akif’ten alacağı çok ders bulunmaktadır. Akif, Cevdet Paşa’yla başlayan, Tunuslu Hayrettin ve Sait Halim Paşa’larla devam eden bir düşünce geleneginin son büyük temsilcisi, Safahat ise Türk dilinin en mükemmel eserlerinden biridir. Mehmet Akif, yaşadıgı kıtanın tarihini bütün derinlikleriyle bilen ve dertlerini ömur boyu kendi derdi olarak haykıran bir düşünce adamıdır. Zekası, sezişi ve imanıyla kördüğüm olmuş birçok meseleyi aydınlığa kavuşturacak bir vicdandır. Her namuslu insanın yol arkadaşı ve düşünce tarihimizin kilometre taşlarından biridir. Akif’i dertlendiren hüzün, yalnız kendi tarihimizden yükselen Istırap çığlıkları degil, bütün mazlum milletlerin, bütün İslam dunyasın maruz kaldığı insafsız istismar faciasıdır. Emperyalizm, Akif kadar müthiş bir düşman tanımamıştır.
Sonuç olarak ; Mehmet Âkif’in şiirlerinde Kur’ân’ın birinci sırada bir kaynak oluşu, şairin hayatında Kur’ân ile olan yakın ilişkisi ve bu ilişkinin tabiî sonucu olan inançları, düşünceleri ve dünya görüşü ile yakından alâkalıdır. Bilindiği gibi Âkif, kelimenin hakikî manasıyla Müslüman, mümin ve mütedeyyin bir insandır. Üstelik o iman ve inançlarını, pek çok Müslüman insan gibi, sadece kendi iç dünyası veya bireysel hayatı ile sınırlamamış; çok somut ve işlenmiş bir dünya görüşü, hayat tarzı; hatta toplumsal projeye dönüştürmeye çalışmıştır. Söz konusu toplumsal projenin adı da “İslâmcılık”tır. Mehmet Âkif, Osmanlı-Türk toplumunun uzun süren çöküş ve çözülüş süreci esnasında Kur’ân-ı Kerîm’i, imanı ve inançları kadar, dünya görüşü ve toplumsal projesinin de merkezine yerleştirmiştir.
Lâfzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur’ân’ın:
Çünkü kaydında değil, hiçbirimiz ma’nânın:
Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına;
Yâhud üfler geçeriz bir ölünün toprağına;
İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyle bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için
Kaynak :www.edebiyatogretmeni.net/edebi/mehmet_akif_ersoy_milli_mucadelediki_yeri.htm
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.