- 619 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
dogum sancisi
Yorgun bir ramazan akşamı , yorgun bir ben ve hamlamış parmaklarım oturduk ve başladık hislerimizden konuşmaya…
Ramazan’ın bana ihtiyacı yoktu zaten kendi kutsiyeti ve huzuru… O mutluydu ben de ondan nasiplenmeye gayret ediyorum boğuk havasında Adana’nın
Bugünler oldukça ilginç gelişmelere gebe.
Geçen hafta Gaziantep’e gittim. Yorucu bir yolculuk olacağı daha Gaziantep ismi zikredildiğinde kendini göstermişti.
Sabah oldukça erken saatte yol almaya başladım, arabamı güneşe doğru sürmekteydim. Uyku mahmuru güneş arabamdaydı ve ben Antep’e gitmekteydim.
Sabah yine oldukça erken saatlerde ulaştım bu bereketli topraklara, öncede planladığım gibi doğruca bankaya gittim ve “Bu da nereden çıktı” diyen bakışlarla girdim içeri ve beklemeye koyuldum.
Halen plan yapıyordum. 2 gün sadece 2 gün de burada farklı bir şeyler yapmam gerekiyordu.
Düşünüyordum,
Kimle görüşecektim?
Ajandamı kontrol etsem iyi olacak, bu sayfada değil,
bu sayfa da değil…
Tanrım, ben bu firmayı aramadım mı yoksa? Neyse artık bir önemi yok çünkü birkaç gün gecikmişim. Pekala aramaya devam et, kiminle görüşecektim?
Bu sayfa da değil, neydi adı? Anımsamaya çalış…
İşte bu, Eda Hanım…
Güvenlikteki sıcak kanlı arkadaşa dönüyorum.
Eda Hanım?
Birazdan gelir diyor. Başlıyorum bankta beklemeye. Acaba bugün oruç tutmasa mıydım? Yok yok iyi oldu fire vermemekte fayda var.
“İşte Eda Hanım” diyen güvenlikçi arkadaşın sesiyle daldığım yerden çıkıyorum. Eda Hanım’ı görmek için başımı kaldırıyorum ve sadece arkadan görebiliyorum.
Sarışın…
Pekâlâ, işte işe başlıyoruz. Ayaklarımı sürümeden, sanki maça çıkar gibi dinç adımlarla masasına yaklaşıyorum. Samimi bir günaydınla selamlıyorum. Karşımda ki yüz, güne çoktan başlamış bir aydınlıkla bana karşılık veriyor. “Ne tatlı değil mi” diyor içimdeki hovarda.
“Nefes almanıza izin vermeden çöreklendim masanıza, isterseniz size biraz zaman verebilirim” diyorum. Ama bu nazik hanım teklifimi yaşadığı toprakların misafirperverliği ve kendi sıcakkanlığı nedeniyle reddediyor.
Birkaç küçük nezaket soruları ve havadan sudan sohbetle ısınma turu atıyoruz. Sonra her gün böyle tatlı bir bakışa mazhar oluyormuşum gibi hemen işten bahsetmeye koyuluyorum. Annesinin hazırladığı mükellef sofradan birkaç zeytin ve bir yudum çay alan ve lokmalarını çiğnerken “geç kaldım, çıkmalıyım” diyen çok meşgul hovarda gibi hissediyorum kendimi.
Günün planını anlatıyorum. Kabul görüyor. Tanışmam gereken insanları da görmek üzere izin istiyorum ve üst kata geçiyorum. Önce Müdür Bey’le kısa bir sohbet ve diğerleri ile tanışma merasimi. Tahmin ettiğimden daha sıcak bir ambiyans yakalıyorum. Buradaki iki gün verimli ve zevkli olacak diye aklımdan geçiriyorum.
Planlandığı üzere ilk olarak Eda Hanım’la ziyaret edeceğimiz firmaya doğru yola çıkıyoruz. Ben yabancıyım, o, yabancıdan biraz hallice Antep’e. Yolda ona sorular sorma fırsatım oluyor. Onu daha iyi tanıyabileceğim küçük sorular ve kahkahalar eşliğinde gidiyoruz. Biraz tedirgin gibi, belki bende öyleyim. Her şey yolunda gidiyor. Birkaç kişiye aradığımız yeri soruyor ve en sonunda yaptığımız ufak bir telefon görüşmesi neticesinde firmayı buluyoruz ve ilginçtir, yollarda karşılanıyoruz.
Güzel bir görüşme ve geri dönüş yolundayız. Biraz daha sohbet, biraz daha kahkaha ve tekrar bankadayız.
Dönüşü çok kısa anlattım, içime sinmedi.
Araba kullanırken ona bakma fırsatım olmuyor. Yanımda insanın içini ısıtan sıcak bir semaver gibi duruyor. İnsana huzur veren bir havası var. Yolları uzatmak, hatta karıştırmak hatta ve hatta kaybolmak istiyorum. Pek mümkün gibi görünen bu kayboluş olmuyor. Geldiğimizden çok daha hızlı geri dönüyoruz.
Program yoğun, bankaya giriş-çıkışlarımı takip etmem mümkün değil. Bir müddet göz göze daha gelemiyoruz. Rahatsız olacağından korkmasam pinekleyeceğim masasına. Yorgun ve yaygaracı bir martı gibi yüksek sesle şarkılar söyleyip bana balık vermesi için onu bezdirmek istiyorum.
Geliyorum, gidiyorum. Sudan bahanelerle konuşma fırsatları yaratıyorum. Kendimden şüphe ediyorum. İnatçı bir petrol sondajcısı gibiyim. Bir alâmet arıyorum gözlerinde. İlginçtir buluyorum, ya da yanlış anlıyorum. Bu hareket, benim durumumda olan biri için hiç şaşılacak şey değil ya.
“Sen diyebilir miyim” diye soruyor. Bu soru ile aramızdaki 3. Şahsı işten çıkarıyorum. O ve ben kalıyoruz.
Ne ara lafı açıldığını bile anımsamadığım bir şekilde onu Cuma akşamı benimle Adana’ya dönmeye davet ediyorum. Sonra yine nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde az önce kovduğum 3. Şahıs kipi başka bir kimliğe bürünerek aramıza giriyor, daha da kötü var. İşleri büyüttüm. 4. Kişiyi de işe alıyorum. Evet, her şeyin iyi gitmesini beklememeli. Bizim pamuk prenses, bankadan bir arkadaşını da götürüp götüremeyeceğimi soruyor. Tanrı aşkına sana nasıl hayır denebilir ki?
“Elbette, benim için fark etmez” diyorum ve ilk yalanımı söylemiş oluyorum.
Ertesi gün bankada en az sıcak kanlığı bulduğum hanımefendi, benim okuldan arkadaşım, pamuk prenses ve ben dönüş yoluna geçiyoruz.
Umudum sıcak bir sohbet olması yönündeyken, arka tarafta bankanın kazanına sürekli odun atılmakta. Ben de arkadaşımla kendi sohbetimize dalıyorum.
Ve Adana’dayız…
Ona daha önce e-posta ile hususi cebimi vermiştim, alıp almadığını soruyorum. Yanıt, pozitif. Belki bir ara görüşürüz diyorum. Yanıt, muğlak. Bekliyorum hafta sonu. Netice, negatif.
Belki de ben yanlış anladım diyorum, belki de çok aceleci davranıyorum, belki de derken p.tesi oluyor.
E-posta gönderiyorum ve tabi ki uygun bir neden arayıp sesini duymak istiyorum. Sıcak bir karşılama ve gün boyu uzayan e-posta alış-verişi ile neticeleniyor bu çabam. Orada çok yoğun çalıştığını biliyorum ama bana bir şekilde yanıt veriyor. Umut hanesine bir artı ekliyorum.
Akşam yine bekliyorum aramasını ama aramıyor, umut hanesine bir eksi.
Ertesi gün, tacizkar olmamak için onu rahat bırakmanın iyi olacağını düşünüyorum ama öğleden sonra bana, birazda sorgular gibi “iyi misin” yazan bir e-posta geliyor. Umut hanesine bir artı daha. Sohbet ediyoruz tüm gün boyunca. Onun hakkında bir şeyler öğrenmek çok hoşuma gidiyor. Sonra biraz ağırdan almayı istediğini düşünmeye başlıyorum. Yüreği ağır akan bir ırmağı andırıyor sanki, usul usul yol alıyor. Sessiz ve huzurlu. Benim kalbim ise bir şalale misali yükseklerden bağırarak toprağı kucaklıyor. Biraz dengesiz olduğumuzu fark ediyorum. Bunun nedenini bilmeye henüz vakıf olamadım ama bulacağıma eminim.
Bugün canının sıkkın olduğunu ve çiçekleri sevdiğini öğrendim. Tabi ki ona bir çiçek gönderdim. Sonuç; tam bir karmaşa. Ne hissedeceğinden, bankada ki konumuna kadar sanırım kafasını karıştırdım. Umut hanesine bir eksi.
Hislerimden bahsetmeli miyim bilmiyorum. Bir yandan da Şairin dediği geliyor aklıma; sarı lira gibi ömrümüz, uzunca bir süre saklamak ve sonunda tedavülden kalktığını görmek, sanırım bu da beni korkutuyor. Geç kalmak…
YORUMLAR
Son derece basit görünen bir karşılaşma ve tanışmayı ve devamındaki irdelemeleri oldukça sürükleyici bulduğumu bildirmek isterim. İki noktada kelime hatası gördüm çok da mühim değil zira eklenmeden önce oldukça emek verildiği çok açık.
Ruh halleri ve analizlerin olduğu çalışmalar çoğu zaman okurlarını sıkar derlerse de şahsen çok çoğunlukla olaylar karşısında farklı kişilerin gösterdiği farklı tepkileri izlemekten büyük keyif alıyorum. Bu nev'i çalışmalar üzerinde yoğunlaşmak bir akıllı delinin not defteri başlıklı bir kitabı doğurur diye düşünüyorum çünkü.
Selamlarımla...