- 1146 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İSTANBUL DOSTUM OL!
Uçuyordum, uçuyordum başım dönercesine uçuyor, gidebildiğim kadar uçmak istiyordum. Nereye gittiğimi bilmiyordum, sürüden ayrılmanın verdiği telaşla arayış içerisindeydim. Çok yüksekten uçuyordum. Daha önce hiç geçmediğim yerlerdi. Neresiydi burası, masmavi deniziyle gözlerimi kamaştıran, gittikçe kirli bir havayla nefes almamı güçleştiren bu yer neresiydi? Sürüye nasıl geri dönecektim?
İyice yorulmaya başlamıştım, yavaşça bir kıyı kenarına doğru indim. Benim gibi bembeyaz tüyleri olan martılar vardı, heyecanlandım acaba kurtulmuş muydum, bizim sürümüydü? Yavaşça onlara doğru ilerledim, ama onlar değillerdi. Arkamda denize doğru seyir halinde olan biraz büyükçe bir taşa kondum, gökyüzünden masmavi görünen o güzel denizin kıyısı ne kadar da kirliymiş. Burada balıklar nasıl yaşıyorlar, alışmış olacaklar herhalde. Kafam cevapsız sorularla meşguldü, kocaman, neyin nesi olduğunu bilmediğim, bu şehirde yapa yalnızdım.
Derin ufuklara doğru dalmıştım ki birisi tüylerimi okşamaya başladı. Bana tatlı bir tebessümle baktığını hissettim, önüme bir balık bıraktı, acıktığımı balığı görünce anladım.
Denizden eşsiz derecede hoş bir meltem rüzgârı bana doğru esiyordu, bir an gözlerimi kapattım ve ne kadar yalnız olsam da mutlu olduğumu hissettim; deniz ve ben, adını bile bilmediğim güzel bir şehir ve ben ne kadar da hoş…
Güneş batıyor, uzaklardan bir yelkenli görünüyordu, deniz çılgınca dalgalanmış, fırtına çıkacakmış hissini veriyordu. Bense hala aynı taşın üzerinde muamma güzellikleri izliyordum. Kulağımda güçlü bir kanat sesi yankılandı, tam yanı başımda bir martı duruyordu, önce şaşırdım neden benim yanımda; yoksa beni tanıyor muydu? Ailemden haber getirmiş olabileceğini düşündüm. Bana meraklı bir ses tonuyla :
-Burada tek başına ne yapıyorsun, dedi.
-Sürüden ayrıldım ve onları bulamıyorum. Bir arkadaşım da yok bende burada denizi seyrediyorum. Sen niçin buradasın sen de mi yalnızsın yoksa?
-Hayır, ben yalnız değilim sen de değilsin yalnız olduğunu düşünerek yanılıyorsun. İstanbul’da yalnız kalmak mümkün mü hiç? Dalgaların uğultusu, vapurların sesleri, oltaların suya değişi, martıların kanat çırpışı, seni yalnız mı bırakır sandın? Benim dostlarım onlar sen de buradaysan eğer, sen de sevmişsen bunları en iyi dostu bulmuşsundur.
-Demek burası İstanbul adı gibi güzel İstanbul. Sence beni sever mi İstanbul, benimde dostum olur mu?
-O güzelliğini fark eden herkesin dostudur, seni neden yalnız ve çaresiz bıraksın ki.
-İçim sevinçle doldu, emsalsiz endişem sanki yok oldu. Batan Güneş’in kızıllığı yorgun gönlümde ümit filizleri yeşertti. Bu ümidi büyütmem için bana yardım eder misin? Güzel İstanbul’u bana anlatır mısın? Her şeyiyle tanımak, bilmek istiyorum İstanbul’u.
-Tabi ki istersen sana İstanbul’un en güzel yerlerini gezdiririm. İstersen önce karşıdaki kuleyi anlatayım.
-Evet, lütfen çok güzel bir yere benziyor.
-Burası kız kulesidir. Kız kulesinin çok da güzel bir hikâyesi vardır. “Kralın biri kızının bir yılan tarafından ısırılacağını bir büyücüden öğrenir. Bunun için karaya uzak olan bu kaleyi yaptırır ve burada kızını yılandan gizler; ama kızı yılandan kurtulamaz, yılan kıza hediye getirilen elma sepetinin içerisine girmiştir. Kız sepetten bir elma aldığı anda onu parmağından sokarak öldürür” .
-Hikâyenin sonu gerçekten çok kötü bitmiş. Kim bilir babası nasılda üzülmüştür. Başka böyle değişik hikâyeleri olan, güzel yerler var mı?
-Tabi ki de var. Bak artık hava karardı yarın sabah sana hepsini gezdiririm olur mu?
Bir anda hiç kimsem yokken iki tane dostum olmuştu. İçimde aileme tekrar kavuşma adına olan ümidim daha da kuvvetleniyordu.
Güneş doğmuş, yine yüzünü ufuklardan göstermişti. Gezeceğimiz yerler için sabırsızlanıyordum, önce Eminönü sahilinde martılara atılan simit kırıntılarından yedik, Beyazıt camisinin önü bir sürü martıyla doluydu. Küçük çocuklar onlara yem veriyorlar bazen de korkutup kaçırıyorlardı, Haydarpaşa kocaman tren garıyla İstanbul’a gelenleri ağırlıyor, gidenleri uğurluyordu. Sultan Ahmet Camii 6 minaresiyle semalarda yükseliyor, Taksim meydanındaki Cumhuriyet anıtı tüm görkemiyle dikkatleri üzerinde topluyordu. Topkapı sarayı İstanbul’un tarihi bekçisi, Anadolu ve Rumeli hisarları boğazın bekçisi niteliğinde kendi güzelliğini sergiliyordu.
Tüm bu güzelliklerle karşılaştıkça sürüden ayrılıp kaybolduğuma seviniyordum. İstanbul’un adını bile duymamıştım şimdi ise neredeyse her şeyini biliyordum. İlk bakışta havasından ve denizinden şikâyet etmiştim; ama şimdi anlıyorum ki bu kadar güzellik küçücük kusurları bile güzelleştiriyor. İnsanlar tüm bu güzelliklerin kıymetini bilmiyorlar denize çöpleri atıp onu kirletiyorlar, illaki bütün bu güzellikleri görmek için benim gibi bir martı olup göklerden seyretmeleri gerekmez ki; onların kendi tarihlerine sahip çıkıp gezip görmeleri, her şeye özenle davranıp ileriki nesillere aktarmaları gerekir.
Hava kararmaya başlamıştı gün ne de çabuk geçmişti. Arkadaşımla ilk tanıştığımız yere Eminönü sahiline geri döndük. Gelirken Galata köprüsünde yiyecek bir şeyler bulmak için biraz durduk. Balık tutan birçok kişi vardı köprü boyunca; içlerinden birisi bize irice bir balık verdi. Beraber yedikten sonra, İstanbul’un beni dostluğa kabul ettiği o büyük kayanın üzerine geldik, arkadaşıma çok minnettardım. Ona:
-Beni İstanbul’la tanıştırdığın için teşekkür ederim. Sen olmasaydın İstanbul’un benim dostum olduğunu anlamayacaktım, çok teşekkürler, dedim.
-Teşekkür etmene gerek yok! Ben seni İstanbul’la dost etmedim ki! Sadece onun senin hakkında neler düşündüğünü söyledim o kadar.
-Sen, İstanbul’u bu denli nasıl tanıyorsun. Sana anlatan birileri olmadı mı hiç?
-Ben de önceleri senin gibiydim bana hiç kimse İstanbul’un dostluğunu anlatmadı; uçtum sadece uçtum, rüzgâr kanatlarımdaki tüyleri havalandırdıkça tüm güzellikleri öğrendim ve tanıdım.
-Her şey çok güzel, burada yaşıyor olduğun için çok şanslısın. Biliyor musun eğer ailemi bulursam onlara da bütün bu güzellikleri anlatacağım. Kim bilir belki onlar da gezip tanımak isterler. Ben Çanakkale’de doğdum. İstanbul’a bu kadar yakın olmama rağmen nasıl oldu da bir kez olsun bu eşsiz şehre gelmedim. Belki de uçmaktan, beni koruduğuna inandığım yuvamdan uzaklaşmaktan korkuyordum. Ama korkular çoğu güzellikleri kaçırmamıza neden oluyor. İstanbul bana sadece bir dost değil aynı zaman da bazı şeylerin farkına varmama neden oldu. Bu kayanın üzerine ilk konduğumda aileme nasıl ulaşacağımı düşünüyordum, şimdi ise uçarak, uçmanın zevkine vararak onları çabucak bulabileceğimi anladım. Ailemin yanına gitmek istiyorum ama tüm bu güzellikleri de bırakmak istemiyorum. Veda etmek çok zor olacak biliyorum ama artık uçmaktan korkmuyorum ki istediğim zaman gelip göreceğim İstanbul’u, göreceğim tüm bu ihtişamı. Gidiyorum arkadaşım her şey için çok teşekkür ederim, umarım benim gibi birçok martıya İstanbul’un dostluğunu anlatırsın. İstanbul’un güzelliklerini görmesini sağlarsın. Hoşça kal arkadaşım. Bir gün tekrar bu güzellikleri görmeye gelirsem seni bu kayanın üzerinde bekleyeceğim. Ve ne seni ne de İstanbul’u asla unutmayacağım, diyerek uzaklaştım.
Bu sefer kanatlarımı yavaş hareket ettiriyordum çünkü ayrılmak çok zor geliyordu. Beni her şeyiyle kabul eden dostum İstanbul’dan ayrılmak çok zordu; sanki bana el sallıyor: “güle güle martı kardeş her zaman dostumsun”, diyordu.
Hoşça kal dostum hoşça kal…
Betül..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.