- 632 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÖNCE GÖNÜLLER FETHEDİLDİ SONRA İSTANBUL
ÖNCE GÖNÜLLER FETHEDİLDİ SONRA İSTANBUL
İstanbul’un fethi, tarihimizin en mühim ve en zirve zaferleri arasında yer alır. İstanbul’un fethi milletimizi ezelden ebede kadar onurlandıracak bir zaferdir. Bu gerçeği kimse inkar edemez. Tamam bu doğru. Ancak bu doğrunun yanında bir başka doğru daha var ki, bunun üzerinde düşünmeye çağırıyorum sizi. Söylemek istediğim husus daha açık yazmak istiyorum. Bu zaferin yıldönümünü idrak ettiğimiz bu günlerde, İstanbul’un fethini yalnızca bir gurur vesilesi yapıp da, hamasi cümleler içerisinde kaybolmanın bize bir şey kazandırmayacağını söylemek istiyorum. Sizleri, 1453 yılının öncesinde zafere giden yolda neler yapıldığını ve nasıl hazırlık içerisinde bulunulduğunu düşünmeye çağırıyorum. Sizleri 1453 yılının Osmanlı Toplumunda nasıl bir toplum yapısı içerisinde olduğumuzu düşünmeye çağırıyorum.
Çocukluğumda bizlere, Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin çarşıda tebdil-i kıyafet dolaştığı bir olay anlatılırdı ve bu anlatılanlardan biz ders ve ibret vesikası çıkarırdık. Bilmiyorum şimdi de anlatılıyor mu tarihi ibret vesikası.
Bu ibret vesikasında geçen olay şöyle gerçekleşmiştir. Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri İstanbul’un fethine girişmeden önce, halkını ve o zamanki toplumu imtihan etmek istemişti. Sabahın erken saatlerinde tebdili kıyafet ederek, o zaman Osmanlı’nın başşehri olan Edirne’de çarşıya çıktı. Çarşının bir tarafından girip, alış veriş yapmaya başladı. Birinci dükkâna varıp birşey aldı. İkinci bir şey istediğinde dükkân sahibi vermedi. Fatih’i tanımıyordu dükkân sahibi. Fatih Hazretleri dükkanda mal olduğu halde neden satış yapmadığını sordu.
Esnaf: -Ben sana bir şey satmakla sabah siftahımı yapmış oldum, ikinci alacağını da karşıdaki dükkândan al. Çünkü o henüz siftah etmemiştir, dedi. Fatih memnun olmuştu. O dükkana gitti ve bir miktar mal aldı. Bu maldan sonra ikinci bir alışveriş daha yapmak istediğini söyledi. O dükkan sahibi de birinci dükkan sahibi gibi, ikinci malı satmayıp komşu dükkânın daha siftah yapmadığını belirterek o dükkana a gönderdi. Böylece Hazreti Fatih koca çarşıyı baştan sona kadar dolaştı. Hepsinde aynı mukabele ile karşılaşmıştı. Aldıkları erzakı, medresede ilim tahsil eden talebelere gönderdi, kendisi de saraya gelip Allah’a şükür secdesine kapandı ve şöyle dedi Fatih: -Ya Rabbi sana hamdolsun. Bana böyle birbirini düşünen ve diğerkâm davranan bir millet ihsan ettin. Ben bu milletimle değil Bizans’ı, dünyayı bile fethederim, dedi.
İşte o zamanki toplum, bu ruh ve düşünce yapısına sahip ulvi bir toplumdu. O zamanki toplumda insanların gönülleri böyle yüce idi. Peki, 1453 yılındaki Osmanlı Toplumunu böyle yüce gönüllü yapan husus ne idi? Elbette, devlet ve millet kaynaşması ve dayanışması idi. Elbette, milletin gönlünü kazanacak adil ve ehil yönetim idi. Daha açık söyleyeyim, Osmanlı’nın kuruluş ve yükseliş döneminde, “önce milletin gönlü fethedilmiş, daha sonra diğer zaferler kazanılmıştır”. İşte işin aslı budur. “Milletin gönlü kazanılmadan hiçbir zafer kazanılmaz.” “Milletin gönlüne girmeden, ondan vergiyi tam olarak almak mümkün müdür? Elbette, hayır? Milletten tam vergi almadan, askerin ihtiyacı olan teçhizatı sağlamak mümkün müdür? Elbette, hayır. Askerin gönlüne girmeden, onu cepheye göndermek mümkün müdür?” Elbette mümkün değildir.”
Öyleyse, önce gönüller fethedilmelidir. İstanbul’un fethinin yıldönümüne rastlayan bu günlerde işte asıl bunda dikkat çekmek gerek. Ben de bu hususa dikkat çekerek, eski o günlerdeki toplum yapısına ulaşmayı sabırla beklediğimi ifade etmeliyim. Buna dikkat çektikten sonra, tarihimize en büyük zaferler kazandıran tüm Ecdadı ve bilhassa Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri ile Askerlerini ve ona destek veren O toplumdaki tüm ecdadı Rahmet ve Minnetle yadederim. Allah onlardan razı olsun. Bizleri onların yolundan ayırmasın. Amin.
Bir şiirim ile yazıma son vermek istiyorum.
FETH-İ İSTANBUL
Bir Genç Sultan vardı, bir Genç Sultan vardı,
İkinci Murad Han’ın oğlu, dünyalar ona dardı.
İstanbul şuuruna, daha bir çocukken vardı.
Sevdaya dönüştü şuur, alev alev benliğini sardı.
Taht’a geçtiğinde, aklı-fikri, yalnız bir yerdeydi,
Yoktu artık kendinde, ne gökte, ne de yerdeydi.
“Ya Bizans beni alır, ya ben Bizans’ı” der dururdu.
Kâlp atışları gün geldi, en yüksek zirveye vurdu.
Öyle gerildi ki, boşalmalıydı artık ok yaydan.
Atını denize sürdüğünde, nisandı aylardan.
Bir büyük kuşatma ki, elli üç gün sürecek.
Asırlarca bekleyen Aya Sofya, artık gülecek.
Mayıs’ın yirmidokuzu, sabahına uyanır İstanbul.
Mayıs’ın yirmidokuzu, felahına uyanır İstanbul.
Mayıs’ın yirmidokuzu, Talihine kavuşur bir kent.
Mayıs’ın yirmidokuzu, Fatihine kavuşur bir millet.
Çağ açan o Sultan, Aya Sofya’dan girer içeri.
Arkasında azamet timsâli binlerce yeniçeri.
Bu sevinci beş asır yaşar Aya Sofya, dolu dolu.
Günün birinde kapanır, artık Mabedimin yolu.
Şimdi Aya Sofya sessiz, geçen günleri özler.
Nur yüzlü gençlere bakar da, yiğidini gözler.
Feth-i İstanbul demek, büyük deha ve kan-ter demek…
Feth-i İstanbul Demek, Ayasofya ve zafer demek…
Ahmet SANDAL
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.